Dört mevsim bir bahar: Arap devrimleri

"​​​​​​​Sahi, Arap Baharı’nda İslamcılar belirleyici değil idiyse, dönüp dolaşıp nasıl sürecin birincil kurbanları haline geldiler? Bu süreç bitmediyse nereye doğru devam edecektir?"

Yasin Aktay, Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan yazısında, son sayısında “Arap Baharı” dosyasını işleyen Tezkire dergisini yorumladı:

Arap dünyasının on yıl önce yakalandığı ani değişim ikliminin bir bahar olarak nitelenmiş olması sonradan yaşananlar ışığında biraz aceleye getirilmiş bir isimlendirme sayılabilir. O iklimin atmosferi içinde bütün Arap dünyasını etkisi altına alan özgürlük, ekmek, adale ve onur taleplerinin etkili birer toplumsal harekete dönüşmesi ve bu etkinin önündeki elli-altmış yıllık diktatörlükleri birer birer devirmesi bir isimlendirme arzusunu da hissettiriyordu.

Arap Baharı kavramsallaştırması 1848’de Avrupa’da baş gösteren ve “Halkların Baharı” olarak adlandırılan toplumsal hareketlere ve 1948 yılında Doğu Avrupa’da gelişen ve Prag Baharı gibi isimlerle anılan demokrasi yanlısı hareketlere atıfla aslında ilk önce Batılı çevreler tarafından kullanıldı. Sonradan yaşanan yaklaşık üç yıllık sürecin adı haline geldi.

HALK BİR ŞEY İSTEDİĞİNE PİŞMAN EDİLMEK İSTENDİ

Üç yıl sonra ne mi oldu? Üç yıl sonra başta Suriye’de olmak üzere, devrimlerin efsanevi tablolarla ve hadiselerle yaşandığı Mısır, Libya ve Yemen’de karşı-devrimler süreci başladı. Devrimin başlattığı demokratik süreç darbelerle ve kanlı bir biçimde kesintiye uğratıldı. Devrim gerçekleştirmiş halkların başına devrim-öncesinden çok daha beter totaliter rejimler veya kaotik şartlar musallat edildi. Arap halkları bir yüzyıldır hasret kalmış oldukları özgürlükleri, ekmek ve onurlarını talep ettiklerine edeceklerine bin pişman edilmek üzere ağır bir biçimde cezalandırıldı. Böylece kendi kaderlerini tayin etmek üzere harekete geçen halkların iradesi bütün sistematik baskı araçlarıyla bastırılarak devrim süreci şimdilik durdurulmuş oldu.

MAŞALLAH NAR’A SAYGIYLA

Başlangıcından itibaren on yılın geçmiş olduğu Arap Baharı, Tezkire Dergisi’nin son sayısının konusu olarak enine boyuna, ülke ülke bilanço bazlı ele alınmış.

Şimdilerde Genel Yayın Yönetmenliğini Yunus Badem’in yaptığı ve “Dört Mevsim Bir Bahar: Arap Devrimleri” başlığı altında yayınlanan 75-76. sayının editörlüğünü geçtiğimiz 29 Ekim’de genç yaşta toprağa verdiğimiz Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim görevlisi değerli kardeşimiz Maşallah Nar yapmış. Mükemmel Arapçası, çok iyi bir analiz ve sorgulama kabiliyeti olan Maşallah Nar, bizim için ne kadar büyük bir kayıp olduğunu vefatından hemen önce tamamlayıp matbaaya göndermiş olduğu bu sayıyla adeta anlatmış oluyor. Kendisine bu vesileyle Allah’tan rahmet diliyorum. Başımız sağolsun.

Nar’ın yazdığı uzun editöryal giriş yazısının dışında bir de “İki Aşırılık Arasında Sıkışan Bir Devrim: Yemen” başlıklı bir makalesi var. Yemen’in bölgedeki farklı aktörlerin de dahil olduğu savaşın çıkmazı arasında sıkışıp kalmasını, bununla birlikte mezhep faktörünün devrimin seyrini ve aktörlerini tayin eden önemli bir muharrik olma boyutunu ele alıyor. Çalışmasında Yemen’in devrim öncesi tarihine dair kısa bir arkaplan sunduktan sonra devrim sürecini hazırlayan şartlar ve takip eden süreçte devrimin aldığı hali tasvir etmeye çalışıyor.

BAHAR HER ÜLKEDE FARKLI HİSSEDİLDİ

Kuşkusuz Bahar iklimi birçok ülkeyi etkisi altına almış olsa da, her ülke bu süreci kendi şartlarıyla, kendi özgül tarihi, sosyolojik ve siyasal dengeleriyle yaşadı. Örneğin Mısır’da mevcut Suudi Arabistan ve BAE yatırımları ve ekonominin neredeyse tamamını kontrol eden bir asker tabakası ile olan vesayet ilişkileri belirleyiciyken, Suriye ve Yemen’de mezhep faktörü devrimin seyrini ve aktörlerini tayin eden önemli bir muharrik durumundaydı. Libya gibi ülkelerde ise ülke sosyolojisini şekillendiren kabilecilik başat aktör rolündeydi. Süreci ilk tetikleyen Tunus ise Arap ülkeleri arasında eğitim seviyesinin yüksekliğiyle temayüz eden bir ülke.

Tunus, bütün çabalara rağmen yakın zamanlara kadar karşı-devrim komplolarına boyun eğmedi. Hatta Mısır’da darbenin gerçekleştiği günlerin hemen akabinde buralarda da darbenin ayak sesleri halk gösterileri kılığı altında duyulmaya başladığında Tunus halkı çok anlamlı bir mesajı kayıtlara geçirdi: “Biz Arap halklarına devrim ihraç ettik, karşılığında darbe ithal etmeye hiç niyetimiz yok”

Gerçi son günlerde Tunus’ta seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın parlamentoyu askıya alması ve bütün yetkileri kendi uhdesinde toplaması yoluyla başlamış ve devam etmekte olan bir süreç var. Tunus’un karşı-devrimler adına düşürülmesi başlıbaşına önem verilen sembolik bir öneme sahip. Tam da bu yüzden geldiğimiz noktada darbeleri gerçekleştiren, finanse eden, komplocu maharetleriyle anti-demokratik süreçleri destekleyen BAE’nin yetkilileri oturup kalktıkları yerde Tunus’un da düşmesiyle birlikte demokratik İslami hareketlere karşı başlatmış oldukları savaşta mutlak zafere erişmiş olduklarını dillendiriyorlar.

ARAP BAHARI İSLAMCILIĞIN PROJESİ MİYDİ?

Alenen İslam’ın her türlü demokratik veya siyasal temsiline veya iddiasına karşı savaş açmış görünen BAE ve arkasındaki güçlerin Arap Baharı sürecini İslamcılıkla özdeşleştirmiş olması aslında bütün bir Bahar’dan anlamamız gereken en önemli şey.

İşin tuhaf tarafı Arap Baharı İslamcılığın bir projesi değildi, İslamcıların harekete geçirdikleri bir süreç değildi, İslamcıların en önemli aktörü oldukları bir devrim de değildi. Buna rağmen Arap Baharı’na açılan savaşla aynı zamanda İslamcılığın hedeflenmiş olması arasındaki ilişki anlaşılmaz değildir.

Sahi, Arap Baharı’nda İslamcılar belirleyici değil idiyse, dönüp dolaşıp nasıl sürecin birincil kurbanları haline geldiler? Bu süreç bitmediyse nereye doğru devam edecektir.

Tezkire Dergisi’nde yer alan diğer yazılara da bakarak bu sorulara bir sonraki sayıda cevap aramaya devam edelim.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!