ZEHRA YILDIZ, Suriyeli muhacirlerin öyküsünü anlatıyor:
Son parçayı da kucağına alınca durup arkasına baktı. Yanlarında götürecekleri herhangi bir eşyaları yoktu. Sadece gidecek olan kucağındaki yük ve babasıydı. Arkalarında annesi ve kardeşlerinin mezarlarını burada bırakıp ailesinin anlattıkları kadarıyla bildiği ülkesine dönüyorlardı. Kişi nerede olursa olsun görmese bile yüreğinde memleketini taşır. Küçük yüreğinin en kuytu köşesinde memleketinden bir parça yer alır ve memleket hasretiyle hep yaşar. Ailemin doğup büyüdüğü şehir hem yanı başımda hem de bir o kadar uzağımda duran. Doğduğumdan beri nice öyküler duyduğum hiç görmediğim vatanım Suriye. Anne babamdan ülkem hakkında hep güzel anılar duydum ülkemizin güzelliği ve huzuru sadece büyüklerimin anılarında kalmıştı çünkü artık ülkem benim için haberlerde savaş veya dünyada düzensiz güç konusu ile anılan bir ülke haline geldi. Halbuki bana anlatılanlarda: Suriye Yasemin kokulu Şam'dı, gümüş çatal bıçak almaya çarşısına giden Halep’ti, sahilinin güzelliği dilden dile anlatılan Lazkiye’ydi. Anılar sadece mutluluklardan oluşmazdı acı, keder de yer alırdı ülkemin güzelliği artık sadece anılardaydı, şu anki yaşananlar ise acı bir gerçekti. Babam yaşananlardan bihaber nesil olmamamız için sürekli bana ve kardeşlerimi anlatırdı.
Hayatımız silah taşıyan insanlar tarafından yönetilmeye başladı. Temiz su, gıda, barınma gibi Temel ihtiyaçlarımız ve haklarımız elimizden alınıyordu. İnsanlar aniden ortadan kayboluyordu, kadınlarımızı zorla kaçırıp tecavüz ediyorlardı. Askerleri korumak için insanlardan bir duvar oluşturmaya zorluyorlardı bizleri, askerler yerine sivilleri ölümü itiyorlardı. Son madde silahlar masum siviller üstüne kullanılıyordu. Bu süreçte merkezdekiler kırsala kaçmaya başladı. Bir süre sonra kırsallarda bombalanmaya başladı hastane, okullar, camiler, kamplar bombalandı artık güvenilir bir yer yoktu. Bir gün tüm aile evdeydik. Evimizin yakınına bomba düştü dehşete kapılan babam hepimizi topladı ve dışarıya çıkardı. Sonra diğer günlerde başka patlamalar olmaya devam etti ya dışarıya kaçıyorduk ya da hepimiz bir odaya toplanıyorduk. Allah'a bizi koruması için hep dua ediyorduk. Bir gece yarısı evimiz hava saldırısında isabet alınmıştı. Her şey bir anda yok oldu. Olay olduğu sırada odamda uyuyordum ama kendime geldiğimde kendimi bodrum katında buldum oraya nasıl geldiğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Hareket etmeye çalıştım ama çok zordu etrafımdaki her şey karanlıktı. Toprak üzerime yığıldığı için mezardaymış gibi hissediyordum. Etrafımda ahşap ve beton molozları hissettim onları itmeye çalıştım oradan kurtulmam bir saatten fazla sürdü ve sonunda ışık görebildim. Eskiden yuvam olan taş yığınlarını üzerine tırmanmaya başladım. Birinci katta oturma odasını bulunan kanepenin üzerine tırmandım o da benimle birlikte bodrum'daydı. Tırmanırken bir şeye takıldığımı fark ettim ne olduğuna bakmak için eğildim, Aman Allah'ım! Abimin vücudundan ayrılan başıymış bu dehşeti gördükten sonra bayılmışım. Komşular beni kendi uğraşlarıyla enkazdan çıkarmıştı. Gözümü açtığımda ailemi sormaya başladım, lakin etraftaki yardım ve ambulans sesleri diğer tüm sesleri bastırıyordu. Annemi, babamı, kardeşlerimi etrafta arayıp sormaya başladım ama cevap veren olmadı. Kimse bir ses duymadı. Bir süre sonra anne, babam ve kardeşlerimin öldüğünü öğrendim. Kelimenin tam anlamıyla bedenleri parçalara ayrılmışlardı. Bana yardım eden insanlar onların cansız bedenlerinin uzuvlarını tam bulamadılar. Bu vahşet elimden ailemi, evimi, vatanımı almıştı. Her yer artık boş apartmanlarla, doluydu keşke boş olanlar sadece apartmanlar olsaydı biz kalanların da içi boştu artık gelecekten ne beklediğimizi bilmiyor ama yaşamaya devam ediyorduk. Tedavi görebileceğimiz yerler olduğunu duyduk para karşılığında bizi botla götüreceklerini söylediler. Bir bota alınan normal insan kapasitesinin 10 katı insanla topraklarımızdan ayrılmak zorunda kalıyorduk. Botta çoğunluk kadın ve çocuklardan oluşuyordu botta sağlıklı erkek yoktu olan erkeklerde yaralanmış olanlardı çünkü rejim erkekleri alıkoyup hapishanelere götürüyordu. Bazılarının ise nereye götürüldüğünü dahi bilmiyorduk. Avrupa'ya gitmeye çalıştığımızda Avrupa sınırlarına geldiğimizde sözde hümanist Avrupa askerleri, onlarca insanın olduğu botu kurşun yağmuruna tutmaya başladı. Botta olanların kadın, çocuk, erkek demeden vurmaya başladılar. İnsanların yarısından fazlası bu kurşunlarla ölmüştü, ölen insanların cesetleri denize saçılmıştı. Bu şiddetle karşılaşınca geri dönmek zorunda kaldık Türkiye'ye sığındık. Bu kadar acıya kedere rağmen buruk bir hayat kurmuşken. 2023'te Asrın felaketine denk geldik. Yine yıllar önce yaşadığım acıyı tekrardan yaşadım. Bu sefer enkazdan kurtulmam o kadar rahat olmadı enkazdan çıktığında ne eşim ve çocuklarım ne de sağ bacağım vardı. İki gün sonra enkazdan küçük oğlum Üveys’i çıkarmışlardı sadece o yaşıyordu ailemden. Allah'a hamd ederim ki rabbim onu bana bağışlamıştı. Bugün yıllar önce ayrıldığımız vatana dönme günümüzdü.
Babasıyla sınırdaki işlemleri bitirip yürümeye başladı. Sınır kapısını geçerken kucağındaki yükü ve küçük elini avuçları arasına alan babası vardı yanında. Yüreklerinde onlarca acıya rağmen vatanlarına sevinçle gidiyorlardı. Ben öksüz, tüm kardeşleri ölmüş, vatansız büyümüş, yanımda değnekleri ile yürüyen babam ve kucağımda babamın protez bacağını taşıyan 7 yaşında olan Suriyeli Üveys. Bizler vatanımızdan ayrılmadan önce Rabb'imizin tekrardan vatanımıza zaferle bizleri döndüreceğini biliyorduk. Suriye'nin zaferinden, Filistin zaferine, Doğu Türkistan'ın zaferine dünyanın her bir tarafında mazlum coğrafyalarda yaşayan kardeşlerimizin zaferine olması duası ile. Biz bugün mülteci değiliz bugün mülteci olanlar bizi ülkemizden alıkoyanlardır.
Yaz ey tarih ve mühürle ey kalem insanların yüzüstü bıraktığı bir halkın zafer hikayesi bu...
Vesselam
(Bu yazı gerçekten uyarlanmalar ve alıntılarda içermektedir.)