Son dönemlerde Müslümanları yada İslamcıları lekeleme, aşağılama, küçük düşürme kampanyalarının temel nedeni nedir? Gerçekten haklı bir eleştiri ile ayrışma, beri olma, dikkat çekme mi? Yanlışların, hataların İslami ve Müslümanları olumsuz etkilediğini görmeleri mi? Yada kendi siyasi düşüncelerinin evrildiği yerin aslında başkalarının yıllardır durduğu yer olması mı? Bu yaklaşım tarzına, bu karşı propagandalara, dezenformasyon çalışmalarına yabancı değiliz. Türkiye de solun bakış acısı ve yaklaşım tarzıdır bu. İçerde ve dışarıda İslam dinine nefretle bakanların duruşudur. Yabancı olduğumuz ve yeni olan, kendilerine İslamcı diyenlerin İslamcıları aynı jargonla yaftalamalarıdır. Kendisini aynı kelime ile tanımlayan birinin sonra tutup İslamcılar şöyle kötüdür, böyle kendilerini kullandırırlar, sermayenin kölesi olmuşlardır, emperyalizmin komplolarının en tercih edilen oyuncularıdır diyerek, yeşil kuşaktan başlayarak kara bir tarih oluşturma edebiyatına başlaması aynada kendine bakarak hakaret ve küfür etmenin değişik (ideolojik) versiyonu olsa gerek.
İslamcılara düşmanlığa kadar varan bu saldırıların belli konjonktürel dönemlerde farklı argümanlarla sürdürüldüğünü görmekteyiz. Her seferinde belli konular yada olaylar üzerinden ayrışan kişi yada yapıların İslamcılığın tanımını yeniden üretip, kendilerini merkeze alıp, dar bir daire çizerek kimseleri oyuna katmama bencilliği içine girdiklerine şahit oluruz. Örneğin, Türkiye de rejim karşısında özgürlük alanlarının genişletilmesi, askeri vesayetin geriletilmesi bağlamında özellikle siyasi iktidarın olumlu adımlarını olumlayan, politik yada siyasi destek verenlerin bir anda rejime, partiye adapte olup, ardışığı siyaset güttüğü vb. suçlamalara şahit olduk. Bu eleştirilerin yerine, zamanına, muhatabına ve içeriğine göre haklılıkları olabilirdi de. Ne yazık ki bu tarz genellemeci, ötekileştirici bir tavır takınanlar tüm olumlu yaklaşımların üstüne set örmekte kalmayıp İslamcılığı kendileri has bir kavram haline getirmekten geride durmadılar. Hadise kapanıp gündem değiştiğinde yeni olgular karşısında tavır alırken eleştirip, dışladıkları çevrelerin ürettiklerinin takipçisi, en iyimser tavırla ise benzerini ürettiklerine şahit olduk.
Dönemsel argümanlardan biride sol tandanslı, öykünmeci, dini ve dine zamansal tek bir mesaj biçerek dar alanda şekillendirme çabalarıydı. Emek, adalet yazılarını, kapitalizm eleştirilerini, muhalif kimlikler üzerinde ortak tavır alma pratiklerini gördükleri, etkilendikleri çevreleri beğenmeyip, yetersiz görüp üst perdeden ama her seferinde kendi kavramları ile değil de ödünç alındığı her yerinden belli, üzerinde sırıtan, belli bir süre sonra ya kendiliğinden düşecek yada sahibini düşürecek elbiselere bürünüp söylevler sunmanın dayanılmaz keyfini sürenlere rastladık. İslami kimliği ideolojik bir yaka rozeti gibi algılayan, yeri geldiğinde tarihselci, modernist sihirli değnekleri ile ürettikleri ile kutsal olan arasındaki sorunları ufak bir dokunuşla ortadan kaldıranlar, sırf solcu arkadaşları onları bizlerle bir tutmasın diye yeri geldiğinde kafalarını kuma gömdüler. Suriye de akan kanları, BAAS diktasının, hanedanının zulümlerini görmezden geldiler. Suriye de öldürülen on bine yakın müslümanın kanı Nuray Mert’in haberleri kadar değerli olmadı. Suriye ile ilgili verdikleri haber ise Hatay’da Esad’a destek gösterisi oldu. Böylelikle solcu arkadaşları ile ters düşmemiş, şeriatçı Müslümanlarla birlik görünmemiş oldular. Akan oluk oluk kan karşısında teorik ekonomi yazılarına, felsefik Kuran tartışmalarından kendilerini alamadılar. Aynı gözlüğü takanların taşralılarının gündemi, derdi ise komplolar karşısında bizleri aydınlatma, Türkiye’de Suriye için NATO ve ABD karşıtı basın açıklamaları yapmak oldu. Müslümanların dökülen kanları karşısında zalime karşı en ufak tepki ortaya koymayanlar bir varsayım üzerinden, hayalı bir senaryo için sokaklara çıktılar. Dolayısıyla Suriye’de direnişe destek verenleri NATO’cu, ABD’ci ilan etme gafletinde bulundular. Fantastik iktidar karşıtlıklarını Suriye üzerinden dile getirirken İP, TKP, CHP yada Alevi örgütleri ile aynı sepete konulup Müslümanların vicdanında tartıldıklarının farkında mıydılar acaba?
Ortadoğu da ki Müslüman halkların işbirlikçi ve zalim yönetimlerini alaşağı etme mücadelelerine kara leke sürmek, bunları küresel güçlerin oyunu, küresel sermayenin bu bölgelerde rahatça dolaşması için yapılmış bir manevra olarak görme çok sığ bir yaklaşımdır. Sanki Ortadoğu var olan haliyle emperyalizmin ve sermayenin kuşatmasında değilmiş de bu devrimler ve iktidar değişiklikleri sonrasında ele geçirilecekmiş gibi bir hava estiriliyor. Acaba işbirlikçi bir diktatörün yönettiği bir ülkeyi soymak, sömürmek mi kolaydır yoksa halkın özgür olduğu ve kendi yöneticilerini seçip denetleyebildiği bir ülkeyi mi? Mübarek, Kaddafi ve Bin Ali mi kendi halkının çıkarlarını savunuyordu? Onlar mı küresel kapitalizmin karşındaydılar? Kaddafi ile iş tutanları görmek için çadırlarını nerelerde açtığına bir göz atmak yeter. İhvan, Nahda, Libya’da geçiş konseyi mi bu katillerden, diktatörlerden daha kötü? Tersinden Esad’ı, Mübarek’i, Kaddafi’yi uyarmak, onları İslamın sömürüye, adaletsizliğe, haksızlığa karşı olduğuna inandırmak ve emperyalizme, siyonizme ve küresel kapitalizme karşı tavır almaya çağırmak mı daha kolaydır yoksa yıllardır ezilmiş, hakir görülmüş, muhalif kalmış Müslümanları, İslami Hareketleri mi? Yada sizin gönlünüz, umudunuz, aklınız, devrim hayalleriniz kimden yanadır?
Kaldı ki küresel sermayeden bahsederken neden hep batılı ülkeler akla geliyor. Özellikle körfez ülkelerinin sermaye noktasında ki birikimi acaba özellikle gözden mi kaçırılıyor. Benzer şekilde küresel kapitalizm özellikle son krizden sonra AB ülkelerinin krizi ile bir kez daha sarsılırken acaba kendi hastalığına ilacı olmayan bir hastaya fazlaca bir güç ve misyon yüklenmiyor mu? Küresel sermaye önce New York ve Londra’da ki çadırlarını, gösterileri düşünsün. Ayrıca Çin ve Rusya’nın bölgedeki nüfusu ve her iki ülkenin sermaye ve kapitalizm noktasında pazar oluşturma, kapma yada elde tutma çabaları gözden kaçırılıyor. BM’de Rusya ve Çin’in vetosu bölgenin enerji kaynakları da düşünüldüğünde acaba nereye oturmakta ? Türkiye’nin neo-osmanlı, emperyal bir güç, bir koyup beş alma mantığı ile hareket ettiğini ifade edenler neden İran’ın Irak ile başlayan etki ve güç denklemini hasıraltı ediyorlar? İktidarın Suriye konusunda Batının taşeronluğuna soyunduğunu söyleyenlere karşı partinin savunuculuğunu yapacak değiliz. Ancak şu bir gerçek ki Türkiye şuan Esad ile iyi ilişkilerini sürdürse iktidar karşıtlığını kan davasına dönüştürmüş olanlar bu seferde neden ilişkileri kesmediniz, oradaki ölümleri görmüyor musunuz, neden sessiz kalıyorsunuz demeyecekler miydi?
Arap intifadası, devrimi, baharı diktatörleri bir bir yerlerinden ederken S. Arabistan’ın işbirlikçi yönetimi hemen halkına karşı kesenin ağzını açıp, ekonomik iyileştirmelere gitmişti. Sıranın kendisine geleceğini bilen Faysal ailesinin rahat uyuduğunu herhalde kimse düşünmüyordur. Buna rağmen Suud ve Katarı’n işbirlikçi yönetimlerine ses çıkarmayanlar neden söz konusu Suriye olunca konuşuyorlar diye sormak en basitinden siyasi ve vicdani unutkanlık ve basiretsizliktir. Kendilerini mezhep taassubuna kaptırmış Şiiler ve İran endeksli bir karalama kampanyaları yürütenlerin sözleri, yazdıkları İslamcılıktan daha çok mezhepsel bir tavır alışın dışa vurumu. Öyle olmasa bu güne kadar kendisini sünni olarak bile tanımlamamış bir çok İslamcı çevreyi mezhepsel tavır almakla itham etmezlerdi. Ama burada binlerce müslümanın katledildiği bir coğrafyadan gözlerini kaçırıp Bahreyn gibi küçücük bir ülkede zalim rejime karşı ayaklanan Müslümanların acılarıyla hedef saptırmak isteyenlerin açmazlığı ve aymazlığı var. Bugüne kadar elli kişinin şehit edildiği Bahreyn ile hergün elli, atmış kişinin katledildiği Suriye için birincisine direniş ekseni diyen diğerini şer eksenine piyon olarak kaydedenleri tarih, Müslümanlar ve Rabbimiz mutlaka yargılayacak ve hesap soracaktır.
Suriye’de rejim karşıtlığının kitlesel muhalefete dönemeyişini farklı nedenlerle açıklayarak, her gün katledilen insanların en büyük hatayı, yıllarıdır süre gelen o özgürlük ortamı varmış da bu yüzden kitselleşmemelerine bağlayan, farklı güçlerin devreye girmesiyle kana bulanan bir devrimde mazlumla-zalimi eşleştirip kimin kan akıttığı konusunda şüpheler uyandırmak isteyen analist dostlarımızı okuyoruz. Son seyrettikleri Truman Show filminin etkisinde kalıp Suriye’ye yukarıdan bir elin değdiğini, tüm olup bitenlerin bu kadiri mutlak, Tanrının bir kısım yetkilerini devrettiği Sezar misali bir güç tarafından sahnelendiğini, komploların, büyük oyunların içerisinde iradesiz yığınlar olarak Müslümanların birer piyon yada figüran olduklarının altı kalın kalın çizilmekte. Emperyalizm Müslümanları dönüştürdüğü varsayımı üzerinden hareket edenler acaba kendilerini nasıl devre dışı bırakıp dönüşmemiş kalabiliyorlar. O güç kadar kudretli ise bu arkadaşlarımızı da dönüştürmüş olmaları gerekmiyor mu? Büyük oyunların, komploların olduğu bir ortamda acaba direnişe mesafeli olanların kendileri bir komplo yada dönüştürülme ile saf dışı, pasif, direniş kırıcı, moral bozucu bir oyunun içinde olamazlar mı? Kendileri de İslamcı ise ve İslamcılar bu kadar komplolara ve dönüştürülmelere acıksa, şuan büyük basiretle bu komploları fark etmişler ve dışında kalmışlar diyelim. Peki bir sene sonra acaba o suçladıkları, bir zaman beraberce komplo dışında olup ortak hareket ettikleri gibi olmayacaklarının, komplolara, emperyalizmin dönüştürücü çarkına kapılmayacaklarının garantisi nedir? Garantisi yoksa neden şuan bir muğlaklık üzerine insanları kendilerine davet ediyorlar. Neden bu mutlak güç karşısında davalarına devam ediyorlar? Sorularımız çoğaldıkça insanın içi kararıyor. Kendilerine bu soruları sorabileceklerin yanıtları kendilerini korkutmalı.
Çünkü onlar şuan bu zihinsel canavarla direnen Müslümanların kafalarını bulandırıyor, direnişi karalamaya çalışıyor, kendi aklına, imanına, iradesine ve en önemlisi Allahın onlarla beraber olmasına, mustazafları yeryüzüne hakım kılmak isteğine, inanıyorsanız üstün ve güçlü olduğumuzu, onların hileleri ve oyunları varsa Rabbimizden onlara karşı oyunları olduğuna inancımızı kırmaya çalışıyorlar. Farkında olmadan kendi inandıkları değerleri, dini ve onun İlahını küçümsüyorlar. Bindikleri dalı kesiyorlar. Müslümanları zalim sultanların, Moğolların, Haçlıların karşısında çaresiz, moralsiz, öz güvensiz bırakan o sözde alimlerin misyonunu yükleniyorlar.
Size ne oluyor da Allah yolunda ve “Rabbimiz bizi, idarecileri zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli gönder bize katından bir yardımcı yolla!” diyen çaresiz adamlar, kadınlar ve çocuklar için savaşmıyorsunuz?! (Nisa ,75)
Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslama ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır. (Muhammed ,7)
Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü'minler, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (Ali İmran, 160)
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır. (Nur, 55)
Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa Allah, kendi nurunu tamamlayıcıdır; kafirler hoş görmese bile. (Saff, 8)
Gerçek şu ki, onlar hileli düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır. (İbrahim, 46)