İbrahim Kahveci’nin Karar’daki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (08 Ağustos 2018) yazısı şöyle:
Sıra Zenginlerde mi?
Dün kamuoyunda, ‘15 Temmuz’da halk direndi, şimdi sıra para babalarında’ çağrıları dolaşıyordu.
Kulağa çok hoş geliyor.
Aslında ‘Milli Birlik Gücü’ olarak tanımladığım 15 Temmuz sonrası kucaklaşmadan çok büyük beklentisi olan biriydim. O günlerde bu konuyu çok defa işledim. ‘Yeni Kapı Ruhu’ da denilen bu hareket maalesef uzun sürmedi.
Şimdi 15 Temmuz gecesi ve sonrasında Türk Halkı ne yaptı ona bakalım.
Şu para meselesi...
15 Temmuz itibari ile bankalarda toplam yabancı para mevduatımız 187 milyar 477 milyon dolardı.
22 Temmuz itibari ile yabancı para mevduatı 178 milyar 017 milyon dolara geriliyor.
29 Temmuz itibari ile de 175 milyar 521 milyon dolara düşüyor.
Sadece 2 hafta içerisinde Türkiye’de döviz hesapları tam 11 milyar 956 milyon dolar azalıyor (%6,4). Her 100 doların 6,4 doları TL’ye çevriliyor. Yani insanlar döviz bozduruyor.
Kimler mi bozduruyor dövizlerini?
-Kamu bankaları 731 milyon dolar (%8,8)
-Özel Bankalar 1 milyar 460 milyon dolar (%10,7)
-Yabancı mevduat bankaları 923 milyon dolar (%10,0)
-Gerçek kişiler 6 milyar 534 milyon dolar (%7,1)
-Tüzel kişiler 2 milyar 070 milyon dolar (%3,8)
O günlerde bu tabloyu şu şekilde izah etmiştim: “Türk Halkı vatanını savunmasını da, parasını savunmasını da biliyor”.
***
Bugün ekonomide ciddi sıkıntılarımız olduğunu hepimiz biliyoruz.
Türkiye bol para döneminde maalesef temel sorunu olan üretim gücünü korumakta yetersiz kaldı. Her yıl 50 milyar dolara yakın cari açık ile yüksek dış borçlanmaya gitti.
Yine bu olayı izah etmeye çalıştığımda; “Dış borç oranı yükseldikçe, bağımsızlık oranı düşer” diye durumu izaha çalıştım.
Cari açık finanse ediliyor diye sorun olmaz mantığının bugün sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz.
Ama yakın tarihte almamız gereken çok daha önemli önlemler vardı. Herkes biliyor ki, cari açık olan ülkede bir de bütçe açığı verilerek çifte açık olmaz.
Ekonomistler bunu “çifte açık =kriz” şeklinde formüle ederler.
2014 yılında -21 milyar 700 milyon TL
2015 yılında -17 milyar 172 milyon TL olan Hazine Nakit açığı;
2016 yılında -38 milyar 221 milyon TL’ye
2017 yılında da -60 milyar 472 milyon TL’ye yükseldi.
2018 yılının daha ilk yarısında nakit açığı -38 milyar 288 milyon liraya ulaşmış durumda. Ama asıl sorun seçimlerde verilen vaatlerin oluşturacağı potansiyel açıkta görülmektedir.
Devlet çok para harcayarak ve de özel sektöre aşırı kredi imkanı tanıyarak üretim gücümüzün üzerinde bir büyüme sağladı. Bu da elbette iç talep artışı yanında, cari açık artışı ve yabancı sermaye ihtiyacını artırdı.
Artan enflasyon, artan kurlar ve yine artan enflasyon ve peşi sıra takip eden faiz artışları bir kısır döngü oluşturdu.
Görevi enflasyonu kontrol etmek olan Merkez Bankası, zaten bağımsız karar alma sürecinde piyasada ciddi bir güven sorunu yaşayınca zincirleme tepkiler gelmeye başladı.
Bugün ABD’nin yaptırım kararı veya başka ters adımları bizi neden etkiliyor?
Her ülke kendi çıkarı peşinden koşar. Dış politika bir çıkar dengesinde oluşan süreçtir. Bizim görevimiz bu süreçte güçlü bir ülke olarak meydanda yer alabilmektir.
O nedenle kısa vadede kamunun israf harcamalarının bitmesi gerektiğini ve bütçenin disiplin altına alınması zaruretini sık sık dile getiriyorum.
Kurumların çalışması ve zamanında önlemlerin alınması ile kısır döngülere mahal vermemek gerektiğini hatırlatıyorum.
Ama asıl büyük sorunumuz olan yabancı sermaye ihtiyacını bir an önce minimuma düşürmemiz gerektiğidir.
Bugün Türkiye’nin dış borcu 460 milyar doların üzerindedir. Yabancıların devlet iç borçlanma senetlerinde de 25-30 milyar dolar paraları bulunuyor. Hisse senetlerinin de yarısından fazlası yabancıların elinde.
Buna bir de AK Parti döneminde 160 milyar dolarlık Türk varlığı alarak doğrudan yatırıma gelen yabancıları ekleyelim.
Sizce Türkiye’deki bir ekonomik kriz en fazla kimi etkiliyor?