En üst düzeyde ‘kumpas kuruldu’ şeklinde ilan edildikten sonra Balyoz Davası gibi Ergenekon Davası da hızla çöktü. Hükümet’in FETÖ’yle öncelikli mücadele konseptiyle Balyoz ve Ergenekon sanıklarını hiçbir ayrıma tabi tutmadan beraat ettirme yönündeki üstün gayretlerinin adaletin tecellisi ve toplumun güvenliği açısından hayra vesile olacağı sanılmasın. Çünkü TSK başta olmak üzere yüksek yargı, üst düzey bürokrasi, sermaye piyasası, akademi ve diğer kritik alanlarda yaşanan iktidar savaşında mesele elbette sadece Fethullahçı Cunta’nın açığa çıkarılan tuzaklarından ibaret değildi.
Şimdi Çetin Doğan’ından Veli Küçük’üne, Kemal Alemdaroğlu’sundan Doğu Perinçek’ine değin Türkiye’yi alaca kuşak karanlığına mahkûm etmiş Mustafa Kemal’in Askerleri eskisinden daha beter kibir abidesi gibi caka satıyor ortalıkta. Bu iklim sayesinde daha kolayca psikolojik üniversitelerde ikna odaları adıyla işkence tezgâhı kurmakla maruf Türkan Saylan gibi cunta uzantıları neredeyse ‘seküler azize’ ilan ediliyor. 12 Mart’tan 28 Şubat ve 27 Mayıs’a her türlü cunta faaliyetine gazetesi Cumhuriyet’le beraber omuz vermiş İlhan Selçuk gibi komitacılar “demokrasi havarisi” diye pazarlanıyor.
Yaşadığımız Tarihi Yeniden mi Kurgulayacağız?
En yakın darbe süreciyle, 28 Şubat cuntasının örgütlenme modeli ve darbe sürecinin işletilmesiyle hesaplaşamadan dava nerdeyse havada bırakıldı. En önemli odaklardan biri olmakla beraber 28 Şubat darbe süreci elbette ki Batı Çalışma Grubu’ndan ibaret değildi. 27 Nisan e-Muhtıra Süreci ve bağlı olarak aynı ekip tarafından tertiplenen Cumhuriyet Mitingleri henüz masaya bile yatırılmadı. Danıştay ve Hrant Dink başta olmak üzere geriye dönük bütün suikastlar tek kalemde FETÖ’ye ciro edilince askeri vesayeti, Kemalist oligarşiyi, MGK tasallutunu, darbe anayasalarını konuşma zemini mi kalır geriye? FETÖ’den ibaret, askeri darbeler başta olmak üzere halka karşı işlenen bütün suçları Fethullahçı çeteye hamlederek yeni, yepyeni bir tarih kurgulanmayacaksa eğer hiçbir şey olmamış gibi Ergenekon ve Balyoz süreçlerini sessizce izlemek doğru değildir.
Bu süreçten bağımsız olmaksızın dikkat çekici bir biçimde Suriyeli muhacirlere yönelik nefret ve düşmanlık dalgası yükseltiliyor. Suriyeli muhacirlere yönelik nefret ve düşmanlık dalgası basit ve kolayca önü alınabilecek provokasyondan ibaret görülmemeli. Bir taraftan açıkça ırkçı-ayrımcı siyasal ideoloji kitleleşme imkânı bulurken diğer taraftan Baas rejimi başta olmak üzere despotik rejimlere yönelik sempati oluşturacak söylemler üretiliyor.
Bu dalga İslam kardeşliğini, Ümmet dayanışmasını hedef alırken Esed ve Sisi gibi askeri cuntaları, bu cuntaları besleyip büyüten Rusya ve Çin gibi emperyalist devletleri güya emperyalizm karşıtlığıyla meşrulaştırmaya girişiyor. CHP ve İYİ Parti bloğu Ata/Türkçülük ortak paydasında küçük fakat operasyonel propaganda birimleriyle bu işi rahatça kotarabiliyor.
Yükselen Yeni Dalgalar Tsunamiye Dönüşmesin
AK Parti Hükümeti kamuoyu oluşturma konusunda hem zayıf kalıyor hem de giderek daha fazla yalpalıyor, çelişik tavırlar sergiliyor. MHP aleyhte bir tutum takınmamasına rağmen Suriyeli muhacirler hususunda AK Parti’ye ciddi bir destek de sunmuyor. Peki, bu ırkçı-ayrımcı dalga nasıl önlenecek, kardeşlik ve toplumsal dayanışma nasıl temin edilecek? Bu konuya iyi çalışılmıyor, toplumun nabzı iyi tutulamıyor. Meselenin yapılan yardımlardan ibaret olmadığı izah edilemiyor, muhacirlerin çalışma şartları ve katma değerleri hususunda doğru düzgün bir kamu spotu bile devreye sokulamıyor hala!
Suriyeli muhacirlere yönelik beslenen düşmanlıkla at başı giden diğer bir sıkıntılı alansa cinsel sapkınlıkların yaygınlaştırılmasında yaşanıyor. Suriye, Afganistan veya başka bir ülkeden gelen muhacirlere düşmanlık pompalayan Ata/Türkçü partiler kadın-erkek demeden bütün toplumu nonoşlaştırmak üzere seferberlik ilan ediyorlar. CHP ve HDP yönetimindeki belediye imkânları çağdaşlaşma hedefi doğrultusunda sadece çıplaklık, eğlence kültürü, alkol ve fuhşa değil daha fazlasıyla en azgın cinsel sapkınlıkları birer toplumsal kimliğe dönüştürmek üzere tahsis ediliyor. Irkçılığı ve cinsel sapkınlığı yaygınlaştırmanın en kestirme ve garantili yolu elbette İslami değerlere karşı kirli bir savaş yürütmekten geçiyor.
İyi ama 17 yıl gibi uzun bir zaman güçlü bir biçimde iktidar olmuş Ak Parti Hükümetleri’nin gelinen bu noktada ne kadar eksiği, yanlışı, günahı olduğunu hiç mi konuşmayalım? Ters giden hiçbir şey yokmuş gibi, Başkanlık Sistemi’yle cennetin neredeyse yeryüzüne ineceği gibi, Reis kültü inşa ederek gençleri kuşatmak en kolay işmiş gibi daha bir dizi kurguyla hemen hiçbir sorumluluk alanıyla doğrudan, gerçekçi ve çözüm odaklı temaslar kurulmadı. Basit ve geçici propaganda metinleri, mecbur kılınıp bir araya getirilmiş kitlelerle verilen sözde görkemli resimlerle, futbol sektörüne yapılan fakat özde kara paraları aklamaktan başkaca bir işe yaramayan yatırımlarla varılacak menzil başkası değil anca burası olurdu.
Doların pek yakında çökeceğini müjdeleyen, muhalefetin dağılıp birbirini yiyeceği günlerin tarihini veren, Putin ve Trump başta olmak üzere bütün dünya liderlerini hizaya çeken Reis kültünü üreten, patates ve soğan mafyasına karşı Mehter Marşı’yla mücadele veren mantık ve aktörlere güvenmek kadar büyük bir yanlışlık olamazdı. İyice anlaşılmış olmalı ki; ne medyadaki hâkimiyet ne bürokrasideki tartışmasız belirleyicilik ne de sermaye piyasalarına dilediği gibi hükmetme görüntüsü siyaseti güçlü kılıyor. Adalet duygusu fazlasıyla örselenmişken, muhafazakâr-dindar kitlelerle temsilcisi olma iddiasındaki siyasal ve bürokratik kadrolar arasındaki makas bu kadar açılmışken hala adam ekşitmeyi, trenden adam indirmeyi, eski dostları karşı cepheye iteklemeyi, eşe-dosta-akrabaya, Bahçeli’ye, sermaye büyüten devşirme trollere güvenerek zaferden zafere koşulacağını sanmak hiç de aklı karı değil.
Yeni Akit