Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra Batı ve Müslüman dünya arasında güven bunalımını tetikleyen birçok travmatik olaylar silsilesi meydana geldi.
Yaşanan güven bunalımının derinliğine işaret edebilmek için bunlardan bazısının altını çizelim.
Öncelikle Batı dünyasını sarsan bazı önemli olaylardan başlayalım: Benim izleyebildiğim kadarıyla, geniş çaplı ilk kırılma hamlesi, Dünya Ticaret Merkezi’ne yönelik gerçekleştirilen ilk bombalı saldırıyla yaşandı. 1993’te Arap ve Pakistan kökenli eylemciler tarafından gerçekleştirilen ve 6 kişinin ölümüne ve yüzlerce kişinin yaralanmasına neden olan bu saldırı; dünyanın tek süper gücünün kendi evinde ve sivillere yönelik bir saldırıyla muhatap olması anlamında bir ilkti.
Burası dünya barışını da sembolize ettiğinden, bu eylemin etkisi bütün dünyada yankı bulacaktı. Saldırıyı planlayanların Mısır Cemaati İslâmî’nin içine sızmış Mısır istihbaratı ve CIA adına çalışan İmad Sâlim isimli Mısırlı bir subayın etkisiyle hareket etmeleri, olayın komplo boyutuna işaret eder. ABD’de yapılan mahkemede Şeyh Ömer Abdurrahman aleyhine tanıklık etmesi de bunun bir kanıtıdır.
Batı ve Müslümanlar arasındaki ilişkilerde kırılmanın dönüm noktasını ise 11 Eylül 2001 yılında Amerika’nın ekonomik merkezi ikiz kulelere ve güvenlik merkezi Pentagon’a yapılan saldırılar oluşturmaktadır.
Bu eylemi El Kaide örgütü üstlendi. Örgütün lideri Usame Bin Ladin’in, el-Cezire televizyon kanalında eylemleri gerçekleştiren gençlerden bazılarıyla yan yana video çekimleri defaatle yayımlandı. Bin Ladin, gençleri nasıl eyleme hazırladıklarını ve yapılan eylemlerin kendine göre meşru gerekçelerini bir zafer müjdesi eşliğinde bütün dünyaya ilan ediyordu. Arapça yayımlanan bu görüntüler ânında bütün dünya televizyonlarında veriliyordu.
El Kaide’nin eylemleri üstlenmesine rağmen olayın sırrı hâlâ tam çözülebilmiş değildir. The Independent gazetesinin dünyaca meşhur Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, 25 Ağustos 2007 tarihinde; “11 Eylül ‘gerçeği’ni dahi sorguluyorum” (Even I question the ‘truth’ about 9/11) başlıklı bir yazıyla, cevaplanması gereken soruları gündeme getirmiş, kendisinin komplo teorileriyle işinin olamayacağını belirttikten sonra, sorduğu sorularla, bize gösterilen fotoğrafların uyuşmadığını göstermişti.
Batı ve Müslümanlar arasında ilişkileri zehirleyen bu büyük eylemin nasıl ve kimler tarafından planlandığından çok sokaktaki insan tarafından nasıl algılandığı önemlidir. Sonrasında yine sivilleri ve Batılı şirketleri hedef alan Bali, İstanbul, Madrid, Kazablanka ve Londra bombalamaları İslâmofobiyayı daha da büyüten birer etmen oldu.
Güven bunalımı kuşkusuz paralel yaşanıyordu. 11 Eylül eylemi Irak ve Afganistan’ın işgali için gerekçe gösterilmişti. İşgalle beraber bu iki ülkede yüzbinlerce sivil öldürüldü, toplumsal barış yok edildi. Batı’nın Filistin meselesinde İsrail yanlısı tutumu sokaktaki insanın da Batı’nın Müslümanlara karşı âdil olmadığı inancını pekiştirmiştir.
Batı’da Müslümanlara karşı gösterilen ayrımcılık, üst üste kutsallar üzerinden sergilenen kışkırtıcı olaylar; karikatür ve minare krizi, İngiltere’de İslâm’a hakaretleriyle ün kazanan Selman Rüşdi’ye verilen şövalyelik nişanı, 2007 yılında 8 Mart-1 Nisan arası Fransa’nın başkenti Paris’te açılan bir sergide sanat adına Kâbe’nin maketi, bir genelevi dizaynında; içine yerleştirilen pembe yatak ve üzerindeki kadın iç çamaşırları ile “helal” ışıklı bir yazıyla gösterime açılması gibi bir çırpıda aklıma gelen onlarca hâdise, toplumsal beraber yaşama iradesini zayıflatmıştır.
Bütün bu gelişmeler Batı Avrupa’da moderniteyle beraber azalan ama hiçbir zaman yok olmayan tarihi İslâm korkusunu büyüttü. Bu korkunun ne kadar derinlerde olduğunu anlamak için Viyana’yı gezmeniz bile yeter.
Osmanlı’nın İkinci Viyana kuşatmasının üzerinden 383 sene geçmesine rağmen Avrupa’nın İslâmlaşma korkusu bu kuşatma üzerinden her cadde başında, şehrin en işlek merkezlerinde, müzelerde, kiliselerde; resimlerle, heykellerle ve kabartma yazılarla, örgün eğitim sisteminde ders müfredatlarıyla vs. hâlâ bütün canlılığıyla yaşatılıyor.
İşçi olarak giden Müslüman nüfus kültürel anlamda kendi kültürüyle Avrupalı kültür arasında bir senteze giderek dinî ve kültürel aslına tamamen yabancılaşmaya karşı direnç sergilediğinden hemojen bir kültürel birlik mitosuna inanan Avrupalıları; “Müslümanlar entegre olmuyor!” diye ürkütmektedir.
Tüm bunlar maalesef karşılıklı güven bunalımını büyütmektedir..
VAKİT