Doğu Türkistan'dan gelen haberler, yaşanan şiddetin katliam boyutuna vardığını gösteriyor. Kısıtlı imkanlarla dış dünyaya yansıyan rakamlar bile Çin yönetiminin baskı politikalarının boyutunu göstermeye yetiyor. Kısa bir süre önce Cumhurbaşkanı Gül'ün gerçekleştirdiği Urumçi ziyareti sırasında çizilen güllük gülistanlık manzara bir anda kana bulandı.
Doğu Türkistan içinde bulunduğu durumun tarihi arkaplanı bilinmeden ve Çin işgal yönetiminin bölgeye yönelik niyetleri hesap edilmeden iyimser beklentiler diplomatik bir fotoğraftan ibaret kalacak demektir. Doğu Türkistan'ı, Çin'in verdiği isimle Sincan olarak bilen Türk entelijansiyasının Müslüman Uygurların içinde bulunduğu durumu kavraması mümkün değildir.
Uygurların göçebe Türk boylarının aksine çok erken dönemden itibaren yerleşik bir medeniyete sahip olmaları İslam dairesi içinde de Türk kültürüne yaptıkları katkı büyüktür. Bu nedenle Uygurların Çin karşısındaki direnişleri de hem kültürel hem de siyasi olarak güçlü olmuştur.
Önümüzdeki dönem Uygur, daha genel anlamda Doğu Türkistan meselesinin dünyayı ilgilendirecek önemli çatışma alanlarından biri olacağını söyleyebiliriz. Çin'in uyguladığı işgal ve asimilasyon politikaları uluslar arası güç dengelerinden bağımsız olmadığı gibi oluşturmak istediği birleşik Çin ulus kimliği ile de yakından alakalıdır.
Bu çerçevede Doğu Türkistan sorununu üç başlık halinde ele alarak bir gelecek perspektifi geliştirilebilir: 1- Uygurların kendi aidiyetlerini nasıl tanımladıkları ve gelecek tasavvurları, 2- Çin'in Müslüman Uygurlara yaklaşımı, 3- Uluslararası güç dengesinin Doğu Türkistan meselesine yaklaşımı
1-Uygur kimliği ve bir azınlık olarak Çin yönetimi altında konumları, siyasal statüleri ne olursa olsun kültürel ve tarihsel konumlarıyla doğrudan ilişkilidir. Bu da Uygurların doğrudan İslam medeniyetine aidiyetleri yani Müslümanlıklarıyla doğrudan ilişki kurmalarını zorunlu kılıyor. Zira, Uygurları Çinlilerden ayıran en önemli faktör Asya'nın merkezinde farklı bir medeniyetin en önemli temsilcileri olmalarıdır.
Buna paralel olarak meselenin Doğu Türkistan'dan bağımsız ele alınması yapılacak en büyük hatadır. Doğu Türkistan coğrafi bir bütünlük olduğu kadar orada yaşayan farklı Müslümanların da yuvasıdır. Kırgız, Kazak gibi Türk kökenlilerin yanısıra Çin asıllı Huyi Müslümanları için de bir sığınaktır.
Doğu Türkistan meselesinin, özellikle Amerika tarafından Çin'e karşı kullanılmak üzere, insan hakları sorununa indirgenmesi mücadelenin güdümlü hale gelmesi riskini doğurur. Müslüman Uygurların dillerini korumaları, geliştirmeleri var olan zengin yazılı kültürü dünya çapında tanıtılmasının yanısıra yeni nesillere aktarılması temel strateji olarak belirlenmelidir. Dil ve dinin korunması Çin politikalarının önünde en önemli direnç kaynağıdır.
2- Çin'in Doğu Türkistan ve Uygurlara yaklaşımı hakim medeniyet olarak eritme politikaların açısından süreklilik arzeder. Şunu hatırlamakta yarar var, Çin kimliği. etnik temelli olmaktan ziyade medeniyet aidiyetine vurgu yapar. Bu nedenle etnosentirik yaklaşımlarla Uygur meselesi anlaşılamaz. Etnik ayrımdan çok Çin medeniyetinin potasında eritilmiş bir ulus oluşturma siyaseti imparatorluk döneminden bugüne süreklilik arzeder. Komünist Çin rejimi Marksist yaklaşımla yapısalcı kimlik tanımın sentezine giderek üretim süreçlerinin kültürel ve sosyal şartlarda şekillendirdiği bir Çin ulusu inşa etmeye çalıştı.
Buna direnen sadece Müslüman kimliği olduğunu söylemeye gerek yok.
Çin'i Doğu Türkistan'daki doğal kaynakları işleme ve stratejik olarak Rusya'ya karşı nüfus ve asker bariyer politkası Uygurların karşı karşıya oldukları en önemli tehlikelerden biridir. Demografik dengenin hızla bozulmaya başlaması kültürel ve sosyoekonomik çözülme ve çatışmayı beraberinde getirmektedir.
3- Uluslararası güç dengelerinin bölgeyle ilişkisi açısından Uygurları bekleyen en büyük açmaz Rus, Çin ve Amerikan rekabeti arasında aktör olmaktan çıkmalarıdır. Bu rekabetin, yükselen Çin'i kuşatmak için Uygur meselesini kullanmak isteyen güçler nezdinde avantaj vaadettiği de açık. Nitekim şimdiden Amerika'nın “insan hakları sorunu” çerçevesinde Uygur diasporasına el atması, hatta kendi kontrolünde bir liderlik oluşturma gayreti dikkatle izlenmelidir. Uygurların Çin baskısına karşı verecekleri mücadele her ne olursa olsun İslam dünyasının dışında şekillenmemelidir. Asya'nın kalbinde verilecek güç mücadelesinin doğuracağı boşluklar iyi değerlendirilirse kendi sesini bulma şansı daha yüksektir. 19. yüzyıldan bu tarafa Doğu Türkistan'a siyasi varlık imkanı tanıyan süreç bu dengeleri değerlendirmesiyle mümkün oldu. Güdümlü bir liderliğin bunu gerçekleştirmesi nerdeyse imkansız gibi.
YENİ ŞAFAK