Doğu Türkistan'ı unutma!

Ahmet Varol, Urumçi katliamının yıl dönümünde Doğu Türkistan'ı akıldan çıkartmama çağrısında bulunuyor.

Ahmet Varol / Yeni Akit

Urumçi katliamı ve kapanmayan Doğu Türkistan yarası

5 Temmuz, Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’de 2009’da gerçekleştirilen katliamın yıl dönümüdür. Bu vesileyle hem bu olayı hatırlamakta hem de Doğu Türkistan yaramızın kapanmadığına, oradaki Çin zulmünün, baskısının devam ettiğine dikkat çekmekte yarar görüyoruz. 

Çin işgali Doğu Türkistan’da her zaman acı ve ızdırabın kaynağı olmuştur. Bu yüzden oranın özgürlüğe susamış halkı işgali hiç içine sindiremedi. Zaman zaman tepkisini ortaya koydu. Bazı tepkiler geniş çaplı ve sarsıcı oldu. Ama işgalci Çin her zaman şiddeti, devlet terörünü ölçüsüzce kullanarak, zulümde sınır tanımayarak kanlı bir şekilde tepkileri bastırdı, insanları susturdu.

5 Temmuz 2009’da yaşanan olayların sebeplerine ve gelişmesine baktığınızda ayrıntısına dair muhtelif bilgiler karşınıza çıkacaktır. Örneğin Han Çinlilerinin fabrikada Uygur işçilerle çatışmaları ve iki Uygur işçinin öldürülmesi, katillerin cezalandırılması için Uygurlar tarafından gösteri yapılması, Çin polislerinin bu gösterilere karşı şiddet kullanması ve Han Çinlilerinin de polislerin himayesi altında göstericilerle çatışmaya girmesi, sonra olayların büyümesi ve Çin yönetiminin aşırı şiddet kullanması sebebiyle çok sayıda Müslümanın öldürülmesi, binlercesinin yaralanması ve bir o kadarının da güvenlik güçleri tarafından tutuklanması gibi. Bu ayrıntılar elbette basite alınamayacak ve yaşanan olayların mahiyetini, zulmün boyutunu ortaya koyan önemli bilgilerdir. Fakat meselenin özüne indiğimizde, bize gerek bu olayların gerekse bundan önceki ve sonraki özgürlük hareketlerinde yaşananların izahını sağlayacak bazı genel tespitlerin ortak olduğunu görürüz.

Bunları da özetle şöyle sıralayabiliriz:

Her şeyden önce işgal bir zulümdür ve bölge üzerinde her ne şekilde olursa olsun hukuka dayalı meşru yönetimi ifade etmez. Bu yönetimin her ne kadar kendine göre bir yasal sistemi olsa ve güvenlik güçleri bu sisteme göre hareket ediyor olsalar da.

İşgal yönetimi işgal altında tuttuğu toprakların insanına değil servetine taliptir. Bu yüzden insanlarını kendi vatandaşlarıyla aynı düzeyde tutmaz, onları aynı haklardan yararlandırmaz.

İşgal yönetimi işgal altında tuttuğu toprakların insanlarını sırtında bir yük olarak gördüğünden tehcir yoluyla onları atmak ve yerlerini kendi göçmenleriyle doldurmak ister. Bu politikasının başarılı olması için haksızlık da etseler göçmenlerine sahip çıkar, onların cinayetlerine, şiddet uygulamalarına, terör estirme faaliyetlerine sadece sessiz kalmaz aynı zamanda destek verir.

İşgalin güçlü olması sebebiyle hâkimiyeti elinde bulundurması meşru olduğunu göstermez.

Yurtları işgal edilen ve özgürlükleri ellerinden alınan insanlar asimile edilmedikleri sürece yeniden bağımsızlık ve özgürlüklerine kavuşma ideallerini kaybetmezler. Bu yüzden işgalci tehcir edemediklerini asimile etmeye asimile edemediklerini de imha etmeye çalışır.

Bağımsızlık ve özgürlük idealini kaybetmeyen halkın direniş azminin yok edilmesi kolay değildir. Aradan ne kadar zaman geçse de bu idealini bir şekilde gerçekleştirmenin mücadelesini vermeye devam eder.

Doğu Türkistan’da yaşananlara baktığımızda karşımıza çıkan bu gerçeklerin Filistin’de yaşananları incelediğimizde de aynen karşımıza çıktığını görürüz.

Bu itibarla Filistin halkı siyonist işgal karşısında nasıl haklı ve meşru bir mücadele içindeyse, siyonist işgal ise gayri meşru bir zulüm ise aynı şekilde Doğu Türkistan halkının özgürlük mücadelesi de haklı ve meşru, Çin’in onların toprakları üzerindeki egemenliği de gayri meşru işgaldir. dolayısıyla Çin’in Filistin konusunda, zaman zaman siyonist işgale karşı sergilediği tavırları insani ve ahlaki değerler açısından samimi bulmuyor, sadece siyasi hesaplarla ilgili olduğunu düşünüyoruz. Ancak ABD güdümündeki Batı emperyalizminin ve küresel güçlerin tam destek verdiği siyonist vahşet karşısında büyük bir insani kriz yaşayan Filistin halkının, bu zulme ve vahşete itiraz anlamına gelen her çıkışı “olumlu” karşılamasında da yadırganacak bir durum yoktur.

Yorum Analiz Haberleri

“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”
Esed sonrası Suriye: Katar-Türkiye Doğal Gaz Hattı artık hayal değil
Esed'in müftüsü Ahmed Hassûn şimdi ne yapıyor?
“Suriyeli mülteci” etiketi ve toplumsal imtihanımız
Kemalistlerin 94 yıldır üzerinde tepindiği Menemen’de ne oldu?