Yetim Vakfı Başkanı Murat Yılmaz ile Haksöz Dergisinin 356. sayısında gerçekleştirdiği röportajı iktibas ediyoruz:
İHH Mütevelli Heyeti Üyesi Murat Yılmaz, Doğu Türkistan’daki toplama kamplarını titiz bir inceleme sonrasında raporlaştırdı. İHH İnsani Yardım Vakfı bünyesinde kurulmuş olan araştırma merkezi İNSAMER tarafından “Adım Adım Soykırım” adıyla sunulan rapordan hareketle Çin’in toplama kamplarını Murat Yılmaz’la konuştuk.
Röportaj: Mehmet Ali Aslan
- Doğu Türkistan toplama kampları hakkında hazırladığınız ve oldukça detaylı raporunuz, toplama kamplarında kalmış eski bir tutuklunun “Bayılmadan önce duyduğum son söz Uygur olmamın bir suç olduğuydu.” sözleriyle başlıyor. Bu sözle başlayarak ne anlatmak istediniz?
Şunu söyleyebilirim ki bu sözlerin sahibi olan kardeşimiz binlerce sayfa kitabın özeti olan bir cümle sarf etmiş. Çin’in farklı ırk ve inançlara olan mensubiyetleri kabahat olarak kabul etmesi 2700 sene önceki Zhou-Çin Hanedanlığı ve Li öğretisine dayanır. Li kural, kaide ve töre demektir. Li’yi kabul eden ‘Huaxia’ya dönüşür yani Çinlileşir, medeni(!) olurdu. Bunun dışındaki kavim ve topluluklar barbardı. Yani eğer Çinlileşmez, ‘medeni’ hale gelmeyi reddederseniz sizin varlığınızın hiçbir kıymeti yoktur. Hatta var olmamanız olmanızdan daha iyidir.
Burada seçkinci bir topluluk anlayışıyla karşılaşıyoruz. Benzer durumu aslında Siyonistlerde de görmekteyiz. Onlar da kendilerini dünyanın efendileri, diğerlerini kendilerine hizmet etmesi gereken canlılar olarak görürler. Tek kural kendi koyduklarıdır. Bunun dışında kural, kaide de tanımazlar. Anlaşılacağı üzere köklü bir Han milliyetçiliği hastalığıyla karşı karşıyayız. Ben de bu sebeple bu cümlelerle başlamak istedim raporuma. Ülkenizi en zalimane bir şekilde işgal etmiş, sonra dininize, kültür ve yaşantınıza en galiz müdahalelerde bulunmuş, yetmemiş mahremiyetinizi de yerle bir ederek evlerinize kadar girmiş bir rejimden bahsediyoruz. Tüm bunları birleştirdiğimizde pratikte bugün dünya üzerinde yaşamanın en zor olduğu coğrafyanın Doğu Türkistan olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü burada can, din, mal, nesil ve akıl haklarına sahip değilsiniz ve hemenhiçbir konuda kendinizi güvende hissedemezsiniz.
- Nedir Doğu Türkistan sorunu?
Doğu Türkistan ilk defa 1758 senesinde Çin Mançu istilasına uğramış, 1884’te artan Rus etkisinden çekinen Mançular, Doğu Türkistan’ı Sinjang (Xinjiang - Yeni Toprak) ismiyle ilhak ederek Mançu Hanedanlığının 19. eyaleti ilan etmiştir. 1911 yılında hanedanlığın çökmesiyle Milliyetçi Çin devletine (Komuntang) bağlanan Doğu Türkistan, 1949 yılında Çin Halk Cumhuriyeti’nin bir parçası yapılmış, 1 Ekim 1955’te eyalet statüsünden çıkarılarak özerk bölge ilan edilmiştir.
Tüm bu süreçler boyunca Uygur Müslümanlar gerek kurdukları devletler gerekse ilhak ve işgal süreçlerinde gerçekleştirdikleri isyanlarla varlık mücadelelerini devam ettirmişlerdir. Çin Doğu Türkistan’a temelde dört nedenle sahip olmak ve tam bir kontrol sağlamak istemektedir:
1) Başlangıçta zikrettiğimiz Han milliyetçiliğinin katı ve tavizsiz yapısı.
2) Doğu Türkistan halkının din, inanç ve kültürlerine bağlı yapısıyla hürriyetine olan düşkünlüğü.
3) Doğu Türkistan’ın yeraltı kaynaklarının inanılmaz zenginliği.
4) 2013 yılında ilan edilen “Bir Kuşak Bir Yol” projesiyle dünyaya sunulacak mal ve değerli maden sevkiyatları için Doğu Türkistan’ın vazgeçilmez konumu.
Bahsedilen dört özellik Çin’in Doğu Türkistan ilgi ve ısrarını oluşturmaktadır. Her bir madde kendi içerisinde uzunca anlatılabilir fakat şu kadarını ifade edelim ki günümüz Çin’ini oluşturan 56 milletten birisi olan Uygur Müslümanları bizzat devlet başkanı XiJinping tarafından şu şekilde tarif ediliyor: “Çürümüş olanlarla devam etmemeliyiz, cürufu atmalı ve özü seçmeliyiz; yeni kökler için samanı ayıklamalıyız.” Yani başta Uygurlar olmak üzere Doğu Türkistan’da yaşayan Kazak, Kırgız ve Hui Müslümanlar çürümüş, cüruf ve ayıklanıp atılması gereken saman olarak görülmektedir. Amaç bu kadar kati ve keskin olunca da Doğu Türkistan’da yaşananlar dünya tarihinin gördüğü en hazin hadiselere dönüşmüş, insanlık dışı bir hal almış oluyor.
- Çin’in insan hakları ihlalleri ve soykırım içeren uygulamalarına son yıllarda toplama kampları eklendi. Toplama kamplarına alınan Uygurlara neler yapıldığı, alınanların sayısı, neden alındıkları, kamplardaki ‘yaşam’ koşulları ve Çin’in amacı konusunda karşılıklı iddialar var. Siz raporunuzda özellikle bu konuyu incelediniz. Toplama kampları hakkında neler söylemek istersiniz?
Raporumuzun da konusu olduğundan müsaadenizle bu kısmı iyi anlaşılabilmesi adına biraz geniş tutacağım. 11 Eylül 2001’de ABD’de ikiz kulelere yapılan saldırılar Çin için bulunmaz bir fırsat oldu ve zaten devam edegelen hak ihlalleri “terör” bahanesiyle birkaç kat artırıldı. Sonrasında 5 Temmuz 2009 Urumçi olaylarında tam bir provokasyon ile 1000-3000 arası Müslüman katledildi, 4000’den fazla insan tutuklandı. Ardından 2012 yılında Xi Jinping’in Çin devlet başkanı seçilmesiyle Mao dönemi uygulamalarıyla benzer bir süreç işlemeye başladı. 2013 ve 2014 yıllarında Pekin ve Doğu Türkistan’da Uygurların gerçekleştirdiği birkaç saldırı neticesinde hayatını kaybedenler oldu ve bunlar bahane edilerek ayrımcılık, aşırılık ve terörü durdurmak sloganıyla Doğu Türkistan adeta cehenneme çevrildi.
2016 Ağustos ayından bu yana Sincan Uygur Özerk Bölgesi Parti Sekreteri olan Chen Quanguo’nun Çin Devlet Başkanı Xi Jinping’in emriyle 2017 Nisan ayından itibaren Doğu Türkistan’daki Uygur, Kazak, Kırgız ve Hui Müslümanlar toplama kamplarına veya Çin’in resmî söylemiyle zorunlu “Mesleki Eğitim ve Öğretim Merkezleri”ne gönderilmeye başlandı. Aslında bu süreç 2014’te başlamıştı ama 2017’de daha kitlesel bir hale getirildi. Toplama kampları o kadar geniş bir biçimde kurulmuştur ki belgeler II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk defa bir etnik-dinî azınlığın bu kadar geniş bir şekilde kitlesel olarak hapsedildiğini teyit etmektedir. Herhangi bir mahkemede yargılanmayan ve kendilerine bir suç isnat edilmeyen masum insanlar için inşa edilen ve her geçen gün genişletilen bu kamplar, Nazi toplama kampları ya da Sovyet Gulaglarını hatırlatmaktadır. Evlerinden, yurtlarından, eş ve çocuklarından zorla koparılan insanların sayısı her geçen gün artarken uygulanan işkence, organ ticaretive zulümler neticesinde de binlerce insanın hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir.
Çin, tutuklamaları suçu önceden önleme prensibi(!) çerçevesinde gerçekleştirdiğini söylerken, toplama kamplarına alınan Uygurların tamamına yakınının aslında hiçbir suç işlemediği anlaşılmaktadır. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, 2014’te “aşırı dincilik zehrinin” ortadan kaldırılması için baskı siyasetinin uygulanması gerektiğini savunarak keyfî tutuklamalara zemin hazırlamıştır. Mayıs 2014’te “Teröre Karşı Sert Darbe Kampanyası” başlatılmış, yayımlanan “75 aşırılık belirtisi” gösterenlerin ihbar edilmeleri istenmiştir. 2015’te ÇKP Sekreteri Zhang Chunxian’ın, “vuran elin ve eğitim elinin sert olması gerektiği” şeklindeki sözleri, kamplarının temel mantığını oluşturmuştur.
1 Ocak 2016 Terörle Mücadele Yasası ve 29 Mart 2017 Sincan’daki Aşırılığı Yok Etme Yönetmelikleri’nin yürürlüğe girmesi ile ilgili hükümet birimlerine sadece silahlı operasyonları değil, eğitim ve propaganda çalışmaları konusunda da faaliyetleri artırmadirektifi verilmiştir. Böylelikle Doğu Türkistan’daki her olay terörle irtibatlandırılarak cezalandırılabilir, olaylara müdahale sırasında polisler serbestçe ateş edebilir, gece baskınlarıyla tutuklama yapabilir, mahkeme kararı olmadan hapsedebilir hale gelmiştir. Bu süreçte Doğu Türkistanlılar açık hedef yapılırken Müslüman halka topyekûn ‘terörist’ muamelesi yapılmaya başlanmış, 2016 yılı Ağustos ayı ile 2017 Temmuzuna kadar90.866 yeni polisalımı yapılmıştır.
Burada toplama kamplarına alınma sebeplerinin de oldukça ilginç olduğunu görüyoruz: Bir çadıra ya da pusulaya sahip olmak, mutfağında birden fazla bıçağı olmak, pasaportu olmak, yurt dışına çıkmak ya da yurt dışına çıkan birisiyle konuşmak, başkalarına günah işlememesini söylemek, fazladan yiyeceğe sahip olmak, kahvaltıyı güneş doğmadan önce yapmak, alkol ve sigara kullanmaktan kaçınmak, sakallı olmak ya da başörtüsü takmak, camiye gitmek, namaz kılmak, oruç tutmak, DNA örneği alınmasına izin vermemek, bazı sosyal medya uygulamaları kullanmak, okulda ve resmî dairelerde anadili kullanmak, üzerinde ay yıldız olan tişört giyinmek ya da bu sembolleri bir şekilde kullanmak bir kişinin toplama kamplarına alınması için yeterli sebep olarak görülmektedir.
Kamplarda hemen her iş ve meslek grubundan insanın bulunduğu bilinmektedir: Öğrenci, çiftçi, esnaf, iş adamı, âlim, din adamı, akademisyen, yerel yönetim çalışanları, memurlar, işçiler, sanatçı ve sporcular; kadın, erkek, çocuk, genç ve yaşlılar.Uygur, Kazak ve Kırgız Müslümanlar, olabilecek en geniş şekilde kamplara alınmıştır.
Toplama kampları Doğu Türkistan’ın tamamına yayılmıştır. İnsanlar kendilerine isnat edilen suçların yazıldığı bir itirafnameye imza atmaya zorlanmakta, sonrasında mahkeme kararı olmaksızın süreç yasallaşmaktadır! Hatta bazılarına uzun bir suç listesi verilerek “kendilerine suç beğenmeleri” istenmektedir!
Bir kamp toplamda 1.000-1.200 civarında koğuş ve 60’tan fazla binadan oluşmakta ve 16 m2.lik bir koğuşa 20 insan sığdırılmaktadır. Kamplar dikenli tellerle çevrili, kat kat güvenlik sistemleriyle güçlendirilmiş duvarlarla örülü olup izleme kuleleri ile onlarca polis ve asker tarafından korunmaktadır ve insanlar bu işkencehanelerden asla ne zaman çıkacaklarını bilememektedir. İnsanlar ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite gibi eğitim merkezlerinde, hastane, depo, hangar, gar ve fabrikalarda, yeraltı zindanlarında ve bazen çöllerde bazen mahallelerde kurulan toplama kamplarında tutulmaktadır ve bu kamplar sürekli olarak genişletilmektedir. Zoraki mahkûmlaraişkence ve asimilasyon programları uygulanmakta, bu kişilerin haklarının yakınları tarafından takibine dahi izin verilmemekte, nerede tutuldukları bildirilmemekte, hatta çoğu zaman yaşayıp yaşamadıkları bilgisi bile verilmemektedir. Nitekim 4 yıldır aileleriyle görüşemeyen insanlar bulunmaktadır.
- Kamplarda işkencenin de rutin bir hal aldığını belirtiyorsunuz raporda. Kampın kendisi başlı başına bir işkencedir elbette. Bununla birlikte kamplara götürülenler fiziki olarak ne tür muamelelere maruz kalıyor?
Tanıkların ifadelerine göre toplama kamplarında yapılan işkenceler şu şekildedir: Yaz aylarında sadece iç çamaşırıyla sıcak taş üzerinde; kış aylarında da çıplak ayak buz üzerinde bekletme, dayak, elektrik şoku verme, hastalık durumlarında müdahale etmeme, uykusuz bırakma, uzun süre hücre hapsinde tutma, uzun süre kelepçe ile bırakma, uzun süre kafasında siyah çuval olduğu hâlde bekletme, tuvalet ihtiyaçlarının giderilmesini kısıtlama, aşırı kalabalık odalarda tutma, aç ve susuz bırakma ya da yeterli yiyecek vermeme, su tanklarına daldırma ya da soğukta üzerine soğuk su dökme, kadın tutukluların yüzlerinde ve vücutlarında sigara söndürme, bileklerinden asılan tutukluları bu hâldeyken copla dövme, elektrik verme, değişik acı verici nesnelerle dövme ve eziyet etme, yoğun ve parlak ışıkla körleştirme, uzun süre gergin pozisyonda tutma, günlerce hareketsiz bir şekilde kaplan koltuğu denen koltuklarda oturtma, elleri kelepçeli ve ayakları prangalı olarak dolaştırılma, düzenli olarak verilen içeriği bilinmeyen ilaçlarla güçten düşürme ve itaate zorlama, zoraki kürtaj ve doğum kontrol uygulamaları, erkeklerin kısırlaştırılması, tecavüze uğrayan birini izlemeye zorlama ve toplu tecavüz…
- Toplama kamplarının Uygur yurdunun demografik olarak Han Çinlileştirilmesi politikasını hızlandırdığı söylenebilir. Yanı sıra Uygur bölgesinde uzun süredir devam eden ve Uygur nüfusunu eritmeye, asimile etmeye dönük uygulamalar da söz konusu. Bunlardan bahseder misiniz?
Doğu Türkistan’da nüfus meselesi başlı başına bir sorundur. Tarihî kaynaklarda 1954 yılında 9 milyon, 1959 yılında ise 13 milyon nüfusa sahip olduğu belirtilen Doğu Türkistan Müslümanlarının nüfusu bugün Çin makamlarınca 10 milyonun altında gösterilmekte! Fakat normal bir nüfus artışı düşünüldüğünde bugün Doğu Türkistan’da 35 milyon civarı Müslüman olduğu tahmin edilmektedir. Bunu ispatlamak elbette mümkün değildir.
Doğu Türkistan’da Çin tarafından keskin bir yok etme politikası uygulanmaktadır. Bunu Çin birkaç şekilde yapmaktadır. Çok uzun yıllardır devam edegelen kısırlaştırma, zorunlu kürtaj ve çocuk kotası uygulamaları bunun başında gelmektedir. Yapılan araştırmalarda kadınlara uygulanan zorunlu doğum kontrol yöntemleriyle sadece 2015-2018 arası dönemde doğurganlığın %84 oranında azaldığı tespit edilmiştir.
Elde edilen son bilgiler ışığında toplama kamplarına alınan insan sayısının 3-8 milyonu bulabileceği ifade edilmektedir ki kamplarda kadın-erkek insanların iğne ve haplarla kısırlaştırıldıkları artık ispatlanmış bir gerçekliktir.
Bunun yanı sıra çocuk kampları olarak niteleyebileceğimiz kreş ve yatılı okullarda bulunan ve sayılarının 2,5 milyonu aştığı belirtilen sözüm ona eğitim merkezlerinde bulunan çocuklara da benzer kısırlaştırma uygulamalarının yapıldığına dair güçlü deliller bulunmaktadır. Basına da yansıdığı üzere çocuklara her sabah ne olduğunu bilmediğimiz sıvı gıdalar verilmekte ve içildiğinden emin olunması adına bu işlem görevliler nezaretinde yapılmaktadır. Tüm bu soykırım delilleri de olan uygulamalara Çin içlerine çalışmak için gönderilen ve geri dönmeleri yasak olan 2,8 milyon Doğu Türkistanlı Müslümanı eklediğimizde Çin’in emelleriyle ilgili tablo daha da netleşiyor. Bu kara tabloyu ise her yıl Çin’den Doğu Türkistan’a garanti iş ve ev imkânları ile getirilen ve boşaltılan Doğu Türkistan kasaba ve kentlerine yerleştirilen Han Çinliler tamamlıyor. Yani çok yönlü olarak bölge, Müslümanlardan arındırılmaya, açıkçası etnik temizlik yapılmaya ve toplama kamplarında uygulanan Mankurtlaştırma ve beyin yıkama operasyonlarıyla da insanlar Çinlileştirilmeye çalışılıyor.
- Yaşananların bir soykırım olduğunu ifade ediyor ve kanıtlardan bahsediyorsunuz. Mevcut deliller hakkında bilgi verir misiniz?
Doğu Türkistan’da yaşananların bir soykırım olduğuyla ilgili hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Fakat soykırımın ispatlanması gerekmektedir ki bunun için BM İnsan Hakları Komisyonu ve Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından soruşturmaların başlatılması gerekmektedir. Bu kadar tanıklık ve deliller bulunurken bu soruşturmaların başlatılmaması da ayrıca bir muammadır!
BM Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesine göre soykırım; millî, etnik, ırki veya dinî bir grubu, sırf bu niteliği nedeniyle kısmen veya tamamen yok etmek kastıyla aşağıda sayılan fiillerin işlenmesidir:
- Grup üyelerini öldürmek.
- Grup üyelerine ciddi biçimde bedensel veya zihinsel zarar vermek.
- Grubun fiziksel varlığını tamamen veya kısmen ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasıtlı olarak değiştirmek.
- Grup içinde doğumları bilinçli olarak önlemeye yönelik tedbirler dayatmak.
- Gruba ait çocukları bir başka gruba zorla nakletmek.
Çin sayılan maddelerin tamamıyla ilgili şaibelidir ve özellikle dört ve beşinci maddeler çerçevesinde ise soykırım suçlusudur.
Doğu Türkistan’da ayrıca ‘kültürel soykırım’ kapsamına giren onlarca fiil bulunmaktadır. “Bulaşıcı bir hastalık” olarak görülen dinî değerlerin tamamına yönelik saldırılar, cami, medrese ve İslam kültür öğesi eserlerin yıkılması ya da ahır, diskotek ve bar olarak amaç dışı kullanımları dâhil olmak üzere yapılan saldırılar, “Bir Kuşak Bir Yol” projesi güzergâhında bulunan Müslümanlara ait köy ve kasabaların tüm kültürel ve tarihî dokularıyla birlikte yerle bir edilmesi ve bu yerlerin ahalisinin farklı bölgelere sürgün edilmesi, 18 yaşından küçüklerin, memur, işçi, öğrenci, emekli ve kadınların ibadet yerlerine girmesi ve ibadet etmesinin yasaklanması, Ramazan ayında oruç tutmanın yasaklanması, Müslümanlara ait mezarlıkların yok edilmesi ya da taşınması, Müslüman ahaliye domuz eti yedirme ve alkol kullandırma, çocukların sünnet ettirilmesinin yasaklanması, evlilik ve cenaze törenlerinin örfe uygun yapılmasının yasaklanması, Türk kızlarının zorunlu olarak Çinli erkeklerle evlendirilmesi, toplumun lider ve aydınlarının, akademisyenlerin toplama kamplarına kapatılmak suretiyle topluma yön verecek isimlerden toplumun mahrum bırakılması, dinî ve millî bayramların yasaklanması, ürünlerin “helal” olarak etiketlenmesinin yasaklanması ve helal etin Müslümanların yemesi haram olan domuz etiyle birlikte satılması, Uygurlara verilmiş anadilde eğitim hakkının yasaklanması ve Çincenin tüm okullarda zorunlu dil hâline getirilmesi, Uygurca dinî ve millî eserlerin, Kur’an-ı Kerimlerin toplanarak yakılması, bu eserleri okumanın ve bulundurmanın yasaklanması, buna mugayir davrananların hapis cezasına çarptırılması bunlardan bazılarıdır.
- Müslüman Uygurların yaşananlara yönelik verdiği mücadele hakkında konuşalım. Dün ve bugün içinde zikredilmeye değer bir direniş yaşandı mı? Belki direniş imkânları nedir diye sormak daha doğru olacaktır. Bununla birlikte Çin’in uluslararası meşruiyet devşirmek için başvurduğu bir “terör edebiyatı” söz konusu. Çin’in “terörizm” ithamının bir karşılığı var mı?
Doğu Türkistan’ın neredeyse topyekûn toplama kampına çevrilmesinin arkasındaki en önemli nedenlerden birisi, Uygur Müslümanların din, kültür ve geleneklerine bağlı, direnç gösteren bir millet olmasıdır. Tarihte Karahanlı Devleti, Koçu Uygur Kağanlığı, Seidiye Hanlığı, Yakuphan Devleti, Şarki Türkistan İslam Cumhuriyeti ve Şarki Türkistan Cumhuriyeti isimli devletler kuran Doğu Türkistan Müslümanları; Büyük Hocalar İsyanı (1757-1759), Uçturfan İğde İsyanı (1765), Ziyauddin Hoca İsyanı (1847), Veli Han Töre İsyanı (1857), Kuça İsyanı (1862) gibi çok sayıda bağımsızlık girişiminde de bulunmuşlardır.
Çin’in terör ithamları oldukça zorlamadır ve önceden planlanarak hazırlanmış olduğu aşikârdır. Pekin ve Doğu Türkistan’da gerçekleşen insanların üzerine araç sürme ve bıçaklı saldırı olayları bahane edilerek bütün bir bölgeyi hapishaneye çevirmek akıl kârı değildir. XiJinping, haleflerinin ekonomik rahatlama ile insanları değiştirebilecekleri tezini başarısız bularak soykırıma varan hak ihlalleri uygulamalarını daha sonuç alınabilir olarak görmüş ve bunu da uygulamak için Çin başkanlığına getirildiği andan itibaren planını uygulamaya koymuştur. Geldiğimiz noktada deliller de ortaya koymaktadır ki bölgede eğer aşırıcılık, ayrımcılık ve terör varsa bu açıkça Çin yönetimi tarafından uygulanmaktadır.
- Dinin Doğu Türkistan toplumsal hayatında belirleyici bir gücü var. Çin’in uzun zamandır devam eden asimile ve baskı politikalarına rağmen Uygurların dindar kimliğini ezemediği söylenebilir mi?
Kesinlikle. Bilakis insanlar baskının nedenini çok iyi bildiklerinden dolayı dine çok daha meyyaller. Fakat şunu da ifade etmek gerekir ki 18 yaşından küçüklerin, kadınların, öğrenci ve emeklilerin camiye girmelerinin yasak olduğu; oruç tutmanın, hac ve umreye gitmenin, cenaze ve düğün törenlerinin yine yasaklandığı; Kur’an, dinî kitap ve hatta Uygurca kitap bulundurmanın, bayram kutlamalarının da yine toplama kamplarına alınma sebebi olarak sayıldığını; “aile olmak” projesiyle her evde ÇKP üyesi bir Çinlinin tüm bu absürt yasakların uygulanmasını kontrol için bulunduğunu, dijital gözetleme sistemiyle sadece internet ve telefonlarınızın değil sizin de evinizin içine kadar takip edildiğinizi düşündüğünüzde dini yaşamanın neredeyse imkânsıza yakın olduğu gerçeğini de göz ardı etmemek gerekiyor. Bunlara ilave olarak Çin’in Doğu Türkistan’da bulunan 24 bin camiden 8.500’ünü tamamen yıktığını, 7.500’ünü kullanılmaz hale getirdiğini de ifade edelim. Yani her gün onlarca caminin yıkıldığı bir coğrafyada insanların din ve kültürlerini yaşamaya gayret etmeleri intihar anlamına geliyor.
- Raporda bütün dünyanın gözleri önünde yaşanan hak-hukuk ihlallerine resmî-sivil kurum ve kuruluşların kör, sağır ve dilsiz kesilmesine bir isyan da var. Belli aralıklarla kimi Batı ülkelerinden toplama kamplarına yönelik eleştirilerin geldiği söylenebilir olmakla birlikte özellikle Asya ve Ortadoğu devletlerinin Çin ile ilişkileri bozmayı göze alamadıkları görülüyor. Çin devletinin zulümlerine kayıtsız kalınmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Doğu Türkistan için gösterilen ilgi ve destek maalesef yeterli değil. Yeterli olsa zaten o kampların tamamı kapatılmış, insanlar ailelerine kavuşmuş olurdu. 1200’ü aşkın kampta 3-8 milyon insan fiziksel ve psikolojik işkenceler altında olmasına rağmen gerek Türkiye ve İslam dünyasından gerekse dünyanın kalan kısmından beklenen ilgi ve desteği görememiştir Doğu Türkistan.
Dünyanın sessizliğinde Çin’in BM içindeki güçlü konumunun ve ekonomik gücününelbette ciddi etkisi bulunmaktadır. Çin’in BMGK’de veto yetkisi olması, başta İslam ülkeleri olmak üzere verdiği kredi ve ekonomik sarmalamalar, Çin’e karşı adım atılmasını engellemektedir. Uluslararası konumunu, bu hukuksuzluklarını kapatmak için kullanan ve bugün BM’nin 15 ajansından dördüne başkanlık eden Çin, 1.115 görevli ile BM’de en çok istihdam sağlayan ülke konumundadır. Dolayısıyla meseleyle ilgili alınacak her karar Çinli diplomatlarca manipüle edilmekte ve aleyhte karar çıkartılmamaktadır.
Şunu da ifade etmek gerekir ki dünya, Çin’in Doğu Türkistan’da işlediği hak ihlalleri konusunda tamamen sessiz değildir. Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu, BM İnsan Hakları Komisyonu gibi çatı kurumlardan, HRW ve Amnesty International gibi STK’lardan, ABD ve bazı Batı ülkelerinden toplama kamplarının derhal kapatılmasına yönelikçağrılar gelmektedir. Mesela 8 Temmuz 2019 tarihinde çoğu Batılı 22 ülke kampların derhal kapatılması ile ilgili BM insan Hakları Komisyonuna bir mektup göndermiştir. Bu sayı 7 Ekim 2020 tarihinde 39’a çıkmıştır ve sevindirici olan iki Müslüman ülkenin de (Bosna-Hersek ve Arnavutluk) bu listeye eklenmesidir. ABD Senatosu, Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Uygur Türklerine yönelik baskı politikalarından dolayı Çinli yetkililere yaptırım uygulanmasını öngören yasa tasarısını 14 Mayıs 2020 tarihinde onaylamıştır. Çin’in adeta köle haline getirdiği Doğu Türkistanlı işçilerce üretilmiş ürünlerin ABD’ye girmemesi için firmalardan yeni şartlar talep edilmektedir.
- Bu noktada ülkemizde ekranlarda sıklıkla kendilerine söz verilen Çin muhiplerinin, Çin devletinin Doğu Türkistan’da herhangi bir sorun olmadığı ve sorunu ABD ve Batılı emperyalistlerin kaşıdığına yönelik tezini ölesiye bir aşk ile savunmalarına ne dersiniz?
Böyle bir durum da var. Ülkemizde Çin’i kayıtsız ve şartsız destekleyen siyasi ve medya oluşumları ve kişiler mevcut maalesef. Bu kurum ve kişiler vicdanlarını da kiraya vererek ya da gerçekten bu şekilde olması gerektiğini düşünerek bu zulme ortaklık etmektedirler. Bunu bir kenarda tutarsak bundan daha kötüsü bazı muhafazakâr düşünce sahiplerinin üç maymunu oynamalarıdır. Bu insanlara ne kadar delil gösterseniz de bunun bir Amerika ve Batı oyunu olduğunu savunmaktadırlar. Bu insanlar iki kez kabahatliler; hem kardeşlerine yıllar yılı sahip çıkmayarak yalnız bıraktıkları hem de sahip çıkmaya çalışanları Amerikan muhipliği ile suçladıkları için.
Medyaya ayrı bir parantez açmak isterim. Türkiye’de enteresan bir biçimde medya organları Doğu Türkistan meselesine soğuk duruyorlar. Bir iki kurum dışında neredeyse toplama kamplarından ve soykırıma varan zulümlerden bahseden yok. Bu durum Çin’in medya üzerinde de tesirli olduğunu göstermekte. Tüm medya organlarının ve burada görev yapmakta olan yazar ve programcıların Doğu Türkistan konusuna ilgi göstermeleri gerekmektedir.
- Türkiye’de yaşayan Müslüman Uygurlar zaman zaman seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Örgütlü ve disiplinli yapıları dikkat çekmekle birlikte seslerini arzuladıkları düzeyde duyuramadıkları görülüyor. Bunu neye bağlıyorsunuz? Türkiye’nin Çin ile ilişkilerini de bu çerçevede nasıl değerlendirdiğinizi öğrenmek isteriz.
Ülkemizde 30 civarı Doğu Türkistan kökenli STK bulunuyor. Geçmişe nazaran bu kurumların ideolojik farklılıkları da bir kenara bırakarak daha derli toplu ve sonuç veren çalışmalar gerçekleştirdiklerine şahitlik ediyoruz. İnşallah daha da güzel faaliyetler ortaya koyacaklar. Ama bunun zaman alacağı da muhakkak. Sabırla bu kurumlarımızı desteklemeye devam etmeli ve Doğu Türkistan davasını sadece bu kardeşlerimizin omuzlarına yüklememeliyiz. Doğu Türkistan tıpkı Filistin, Suriye, Azerbaycan, Arakan, Keşmir, Bosna ya da Moro gibi ümmeti Muhammed’in bir sorunudur ve ancak İslam dünyasının potansiyelini bir araya getirmesi ile çözülebilir.
Türkiye’ye bir parantez açmak gerekirse İslam dünyasının lider ülkelerinden olmasına rağmen maalesef Türkiye’den de beklenen tepki gelebilmiş değildir. BM Genel Kurulunda 7 Ekim 2020 tarihinde yapılan açıklama sevindirici olsa da yeterli değildir. Burada iki şeyi ayırmakta fayda görüyorum. Türkiye sayıları 45-50 bini bulan Uygur Müslümana kucak açmış ve onlar için elinden gelen gayreti göstermektedir. Fakat burada konumuz Çin’in pervasızca açtığı ve tüm dünyadan saklamaya çalıştığı toplama kampları gerçeğidir. Toplama kamplarının kapatılması, -Çin’le ilişkiler ne düzeyde olursa olsun- Doğu Türkistan’da hayatın her alanındaki hak ihlallerinin son bulması ile ilgiliTürkiye’nin daha fazla çaba sarf etmesi gerektiği ortadadır. Bu konuda elbette atılan bazı adımlar bulunmaktadır. Mesela Tayland’ın başkenti Bangkok’ta 30 Temmuz 2019 tarihinde yapılan 52. Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) Dışişleri Bakanları Toplantısına katılan Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ile bir araya gelmiş ve toplama kamplarının gözlemlenmesi ile ilgili bir ziyaret kararında mutabık kalınmıştır. Fakat bir buçuk seneye yaklaşmasına rağmen bu ziyaret hâlâ gerçekleştirilememiştir.
Nihai olarak mevcut uluslararası ilişkilerde ülkelerin rasyonel davranmaları ve reel-politikle hareket etmeleri beklense de Türkiye’nin İslam dünyasını da harekete geçirmek suretiyle, kendisiyle aynı inancı paylaşan ve akrabalık bağları bulunan Doğu Türkistan ile ilgili sınırları daha zorlayıcı faaliyet içerisinde bulunması beklenmektedir. Umudumuz dünyanın hemen her yerindeki mazlumlar için harekete geçen ve acıları elinden gelen her imkânla dindirmeye çalışan ve bu yönüyle dünyanın vicdanı olarak değerlendirilen ülkemizin Doğu Türkistan için de daha sonuç odaklı faaliyetler göstermesidir.
- Son olarak geçtiğimiz günlerde yaşanan bir gelişmeyi soralım. Suriye’de Rusya’nın, Doğu Türkistan’da Çin’in bunca hak ihlaline; Nazi Almanya’sının toplama kampları, Sovyet Gulagları, PolPot’un ölüm tarlaları ve Bosna soykırımını anımsatan uygulamalarına rağmen BM İnsan Hakları Konseyi üyesi olarak seçilmelerini nasıl yorumlarsınız?
Bu gerçekten trajikomik bir durum. Soykırımla suçlanan bir ülke, hâlihazırda 8 milyona kadar masum insanı hiçbir suç isnat edilmeden ve hiçbir mahkeme süreci yaşanmadan açtığı toplama kamplarında tutuyorsa, bu insanlardan 80-500 bin arası kişiyi köle işçiler olarak çalıştırıyorsa, her sene 90-100 bine yakın insanların istemleri dışında organlarını satıyorsa ve bu eylemleri işleyen aynı ülke BM İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak diğer ülkeler tarafından seçiliyorsa bu tam bir akıl tutulmasının ya da tuzun da koktuğunun resmidir! Çin sadece Doğu Türkistan’daki ihlallerle gündemde değil, aynı zamanda Tibet, İç Moğolistan, Hong Kong bölgelerinde de ciddi hak ihlalleri işlemekte. Ayrıca Çin kökenli Hui Müslümanlara ve yine milyonlarca üyesi bulunan Falun Gong tarikatı üyelerine de ülkenin tamamında hak ihlalleri gerçekleştirmektedir. Sözlerimi ben de bu haber kadar tuhaf bir öneri ile bitireyim: Madem Çin BM İnsan Hakları Komisyonu üyesi oldu, ilk icraat olarak Doğu Türkistan’daki soykırım merkezleri olan toplama kamplarının kapatılmasına ön ayak olsun!