“Doğu Kudüs” Diyenler Kudüs’ün Geri Kalanını Gözden mi Çıkarıyor?

Hakan Albayrak, İİT zirvesinde öne çıkan “Doğu Kudüs” vurgusu üzerine çıkan tartışmaları konu edindiği yazısında, bunun Kudüs’ün geriye kalan kısmını gözden çıkarmak anlamına gelip gelmeyeceğini sorgulamış.

Hakan Albayrak’ın konuyla ilgili bugünkü Karar’da (16 Aralık 2017) yayınlanan “Erdoğan ve Doğu Kudüs” başlıklı yazısı şöyle:

Bir görüşe göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İslam İşbirliği Teşkilatı, “Filistin Devleti’nin başkenti Doğu Kudüs” demekle hata etti.

“Niye ‘Kudüs’ değil de ‘Doğu Kudüs’ diyorsunuz? Kudüs’ün batısını İsrail’e mi bıraktınız?” diye soruluyor.

Ve ekleniyor: “Sadece Kudüs’ün tamamı değil, bütün Filistin toprakları Filistinlilere aittir. 1967’de işgal edilen Doğu Kudüs ve Batı Şeria’nın kurtarılması yetmez. 1948-49’da işgal edilen Filistin topraklarının da kurtarılması gerekir. 1967 Savaşı’ndan önce ve sonra diye ayrım yapmak, öncesini İsrail’in müktesep hakkı gibi göstermektir. Siyonist işgale prim vermektir. Bir işgal devleti olan İsrail’e meşruiyet atfetmektir.”

Doğru bir argüman.

Keşke mevcut şartlar bu argümanın gereğinin yapılmasına el verse.

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) on yıllarca süren bir silahlı mücadeleden sonra, ‘El vermiyor’ deyip, hiç değilse 1967’deki “Altı Gün Savaşı”nda işgal edilen toprakları kurtarmak ümidiyle İsrail’le müzakere masasına oturdu ve böyle bir perspektifin oluştuğuna kanaat getirdiği yerde “İsrail Devleti’nin barış ve güvenlik içinde var olma hakkını” tanıdığını, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin -1967 Savaşı’ndan önceki sınırlara dönmeyi vazeden- 242 ve 338 sayılı kararlarını da kabul ettiğini ilan etti. (Eylül 1993)

Hamas da, İsrail’i tanımayı reddetmekle beraber, “4 Haziran 1967 sınırları içinde başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti” formülüne -herhalde ‘tedricî çözüm’ anlayışı çerçevesinde- yeşil ışık yaktı. (Mayıs 2017)

“Bütün Hamas liderlerinin ve bütün Hamas kurumlarının ortak görüşü”nü yansıtan “Yeni Siyaset Belgesi”ndeki ilgili madde şöyle: “Hamas, Filistin toprağının hiçbir parçasından vazgeçmemekle beraber, 4 Haziran 1967 sınırları içinde başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını -hicrete zorlanan Filistinlilerin geri dönüş hakkının teslim edilmesi şartıyla- millî mutabakat formülü olarak görmektedir (Bu hususta Mahmud Abbas liderliğindeki Fetih Hareketi ile ayrı düşmeyecektir – HA). Bu durum kesinlikle Siyonist oluşumun tanınması ve Filistin’in haklarından ödün verilmesi anlamına gelmemektedir.”

İsrail, Kudüs’ün batısını 1949’dan beri elinde tutuyor. 4 Haziran 1967’de de (“Altı Gün Savaşı” o gün başladı) Kudüs’ün batısı İsrail’in elindeydi. Demek ki Hamas, “4 Haziran 1967 sınırları içinde başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti” derken Doğu Kudüs’ü kast ediyor.

Binaenaleyh; Erdoğan ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın tavrı, Filistin halkının temsilcilerinin takip ettiği çizgiyi müdafaadan ibarettir.

Yadırganmamalı.

***

2007’nin Mart ayında, Hamas ve Fetih’in kurduğu milli birlik hükümetinin programında yer alan “uluslararası kararlara ve FKÖ tarafından imzalanan anlaşmalara sadakat” maddesinden ötürü Hamas’ı ihanetle suçlayanlar olmuştu.

O günlerde yazdığım şu satırları da bilvesile dikkatinize sunarım:

Siyonistlerin 1967’den önce işgal ettiği Filistin topraklarını unutalım mı?

Unutmayalım.

Ama bütün işgal topraklarını kurtarmak kısa ve orta vadede mümkün görünmediği için, şimdi, bağımsız Filistin devletine ait olması BM tarafından da kabul edilen Gazze ve Batı Şeria’ya (Doğu Kudüs / Mescid-i Aksa dahil) kilitlenmek gerektiğini, bu aşamada diğer topraklarla ilgili meselenin muallakta bırakılmasında fayda olduğunu kabul edelim.

Bunun, Filistin’de iç barışı sağlamak ve muhafaza etmek için de elzem olduğunu görelim.

“1967’de işgal edilen tüm Filistin toprakları üzerinde bağımsız Filistin devletinin kurulmasını sağlayacağız” diyen İsmail Heniye’ye 1948’’i hatırlatarak, tereciye tere satma durumundan daha komik bir duruma düşmeyelim.

HAMAS’ı davadan dönmekle suçlayan ‘’El-Kaide Eşbaşkanı’’ Eymen Zevahiri yanılıyor; iç savaş fitnesinin önüne geçmek amacıyla Fetih’le uzlaşan ve örgüt olarak değil ama hükümet ortağı olarak 1967 retoriğini benimseyen HAMAS, ‘’ya hep ya hiç’’ siyasetinin tıkandığı yerde tedrici metoda müracaat ederek yeni bir açılım sağlamış, davaya mevzi kazandırmıştır.

(Filistin 1967, 1987, 2007 / Yeni Şafak, 19 Mart 2007)

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!