Mustafa Çağrıcı tarafından kaleme alınan ve bugün Karar gazetesinde “Tartışma ve Sorgulama Kültürü” başlıklı yazıyı ilgilerinize sunuyoruz:
Vakit buldukça bazı köşe yazılarını okurum ve çoğunlukla yorumlara da göz atarım. Çünkü toplumun bilgi, düşünce, ahlak, hatta dindarlık kalitesini anlamak için bu yorumların, her Allah’ın günü yenilerinin önümüze geldiği çok önemli bir veri oluşturduğunu düşünüyorum. Bence toplumumuzla ilgili sosyoloji, sosyal psikoloji, ahlâk, ilâhiyat gibi alanlarda akademik tez çalışması yapmak isteyenler, bu yorumlarda ve genel olarak sosyal medya denilen alanda zengin malzeme bulabilirler. Söz gelimi “Kur’an ve Sünnet rehberliğinde şeytanla mücadele edecek insan eğitimi” türünden konularda tez yaptıran bizim ilahiyat hocalarının veya kadro ilanına -tesadüfe bakın ki- tam da bu konuda çalışma yapmış olma şartını koyan üniversite yöneticilerimizin biraz da bahsettiğim verileri değerlendirmelerinin faydalı olacağında kuşku yoktur. Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi örgün ve yaygın eğitimden sorumlu kurumların da bu verileri izlemelerinin önemli olduğu kanaatindeyim.
***
Takip edebildiğim kadarıyla köşe yazıları üzerine seviyeli, terbiyeli ve zaman zaman güçlü fikirler içeren yorumlar yazılmakta, eleştiriler yapılmaktadır. Eleştirici yorumların önemlice bir kısmında ise “Yani şunu mu demek istiyorsun!” tarzı haksız çıkarımlarla -İslâmî tabiriyle- suizanna dayalı -bazen hakarete varan- ifadeler kullanılmaktadır.
450-500 kelimelik bir yazıda iki de bir “Yanlış anlaşılmasın, şunu demek istiyorum; şunu kastetmiyorum” gibi laflara yer kalmaz ve esasen -çok kritik olmadıkça- böyle tedbirli sözlere de gerek yoktur. Çünkü -okuyucularımı tenzih ederim- “Lafın tamamı aptala söylenir” derler. Bir insan, iyi niyetliyse ve ortalama bir akla sahipse, söylenen sözün anlamına, bağlamına, önüne-arkasına, bakar ve o sözde ne denmek istediğini anlar; sonra da onun neresine neden katıldığını veya katılmadığını lisan-ı münasiple belirtir.
Entelektüel, ahlâkî, hatta dinî bakımdan gelişmiş bir toplumda bir yazar, bir bilim insanı, âlim ve düşünür yalnız ve yalnız söylediğinin hak mı bâtıl mı olduğunun hesabını yaparak konuşur ve yazar. Peygamber efendimizin doğruyu bilip de konuşmayanı “dilsiz şeytan” olarak nitelemesi bundan dolayıdır. Bir toplumda ilim, fikir ve din adamının söylediklerinin, yazdıklarının hakikat olmasının dışında başka kaygılar taşıması, o toplumun hem zihnen hem de ahlaken gelişmemiş olduğunu gösterir.
***
Özellikle sorma, sorgulama, eleştiri, tartışma içeren konuşma ve yazıların altında kötü niyet aramak bizim dünyada bazıları için bir refleks, hatta paranoya haline gelmiştir. Oysa bu tür konuşma ve yazıların altında “bir bilgi, düşünce veya inancı yanlış unsurlardan arındırmak için hakikat konusunda bilgilenme / bilgilendirme çabası da yok mudur? İlmî geleneğimizde ana konuları “Ulûhiyyet - Nübüvvet - Ahiret” olan kelâm ilminin esası, belirttiğimiz anlamda tartışma ve sorgulamadır. Bu maksatla sayısız kitap yazılmıştır. İslâm’ın altın çağı denilen, Müslümanların her alanda, özellikle de ilim ve tefekkürde en güçlü oldukları ilk beş altı asır, tartışma ve sorgulamanın da en yoğun olduğu, en özgürce yapıldığı çağdır.
Doğrudur; dinin inandıktan sonra sorgulanamayacak alanları vardır. Ancak neyin din olduğu, neyin din olmadığı, başka bir ifadeyle neyin din ile ilgili ve/veya dine uygun olduğu ya da olmadığı tartışılır.
Şunu düşünüyorum: Herkese her şeyi öğretemeyiz; her öğrettiğimizin doğru olduğuna da güvenemeyiz. Ama herkese doğru bilgi ve kanaate ulaşmanın, doğru sonuçlara varmanın yolunu yordamını öğretebiliriz. Bu yolun esası ise sorma, sorgulama, eleştiri ve tartışmadır. Gerçek şu ki, günümüz İslam toplumları “Din budur” veya “Din böyle istiyor” denerek her önüne konulanı yedikleri için bu haldedirler.