Suriye’de Esed rejimini ayakta tutmak adına sürdürülen yıkım ve katliamlarda İran’dan daha çok pay sahibi olan bir ülke daha var mı? İran’ın Suriye’deki askeri varlığına paralel bir biçimde işleyen Hizbullah ve bölge ülkelerinden toparlanıp getirilen Şii milislerin derinleşen işgali anlaşılan hiç kimseyi rahatsız etmiyor. İran’ın küresel sistemin dışında olduğu, anti-emperyalist bir çizgiyi temsil ettiği masalı kimilerince anlatılsa da Suriye’deki İran askeri varlığı hemen hepsini şiddetle yalanlıyor.
AB ve ABD işlediği bütün suçlara rağmen Suriye’de Esed rejiminin devamından yana politika izliyor. P5+1’in İran’la devam eden nükleer müzakereleri Afganistan ve Irak’tan sonra Suriye’de de Batı-İran ortak paydasını teyit ediyor. Mezhepçi ve etnik temelde tırmandırılan İran dış politikası Batı’yı tedirgin etmek bir tarafa güven telkin ediyor.
AB ve ABD, İran’ın Suriye ve Irak’taki askeri varlığından, Sünni topluma karşı rejimle birlikte giriştiği katliamlardan, işkence ve tehcir politikalarından son derece memnun. Memnun çünkü İran, İslam coğrafyasında hem Sünni-İslamcı başkaldırının önünü kesiyor hem de Türkiye’nin Batı’dan bağımsızlaşan siyasetini bloke edip abluka altına almaya çalışıyor.
NATO’nun Eski Dostu, Yeni Düşmanı
Suriye’deki katliamları engellemek, harabeye çevrilen şehirleri korumak, giderek büyüyen mülteci problemini gidermek için AB ve ABD’nin ortak askeri gücü NATO’nun elbette hiçbir teklifi yok. Aksine Türkiye’nin öteden beri uçuşa yasak bölge oluşturulması ve tampon bölge kurulması yönündeki bütün teklifleri boşa çıkarıldı. AB başından beri Esed muhaliflerine silah ambargosu uyguluyor.
Mesela İngiltere gelecek üç yıl içinde sadece ve sadece Suriyeli 800 mülteciyi kabul edebileceğini vaat ediyor. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın ifadesiyle “Suriye ve Irak gibi çatışma bölgelerinden kaçarak AB dışındaki ülkelere giden maksimum 20 bin göçmenin kabul edilebileceği” tartışılıyor. Kullanıma uygun olmadığında Batı ne katliamlarla ne de tehcir politikalarıyla ilgileniyor. Türkiye’nin güvenli bölge oluşturma yönündeki bütün talepleri kimi umursamaz söylemlerle kimi de açık-örtük tehditlerle boşa çıkarılıyor. Bu şekilde altından kalkılması mümkün olmayan insani ve mali faturayı kabarttıkça kabartmaktadır Batı.
Suriye’de güvenli bölge kurulması gündemi bakın AB’nin eski Ankara Temsilcisi Büyükelçi Marc Pierini’in cümleleriyle Batı’da nasıl yankı buluyor: “Türkiye provokasyon olmadan Suriye’de bir müdahalede bulunursa eğer bu Esad, İran ve Rusya tarafından tek taraflı bir saldırı olarak nitelenir. Uluslararası hukuk Esad’a misilleme hakkı verir.”
ABD’nin tavrı da farklı değil. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby’nin “Pentagon, ABD ordusu veya koalisyon açısından şu anda buna (güvenli bölgeye) ihtiyaç duyulmuyor ve bunun zorlukları bulunuyor.”
Batı ittifakı çok net olarak görüldüğü üzere Suriye’de güvenli bölge oluşturmaya yönelik hiçbir girişime destek vermiyor. Bunun yakın planda üç sebebi var. Birinci olarak Suriye’de Esed rejiminin dışındaki iktidar alternatifinin İslamcı bir karakter arz etmesi. İkinci olarak Kuzey’de PYD/PKK hegemonyasında oluşturulacak bir koridor devletçikle Türkiye’yi hem içeride hem de bölgede rehin tutacak bir siyasi oluşuma hayat kazandırmak istiyorlar. Üçüncüsü ise İran’ın Şahlık döneminde olduğu gibi Batı adına bölgede oynayacağı jandarma rolünün önünü açmak derdindeler.
Kantonlar Koridora, Koridorlar Kuşatmaya
Gerek AB gerekse ABD açısından Suriye politikası şöyle özetlenebilir: Türkiye, şu veya bu şekilde Suriye’ye girmesin ama İran da şu veya bu gerekçe gösterilerek Suriye’den çıkarılmasın. İran’ın Suriye’deki askeri varlığı Batı hatta İsrail açısından teminat kabul ediliyorken tersine Türkiye’nin askeri varlığı değil siyasi ve insani desteği dahi ölümcül düzeyde tehdit olarak algılanıyor.
ABD ve müttefiklerinin Suriye ve Irak’ta gördükleri tek şey IŞİD tehdidi. Şimdi İncirlik askeri üssünü operasyonlar için açtırmak ve Türkiye’yi de IŞİD’e karşı operasyonların bileşeni yapmak üzere baskılar yine yoğunlaştı. ABD ve müttefiklerinin Suriye’de gerçekleştirdiği 2000’in üzerindeki hava saldırısının amacı besbelli. Esed rejiminin düşmanlarını yok edip ona zaman kazandırmak ve PYD/PKK’ya alan açarak Türkiye’ye yönelik kuşatmayı sıkılaştırmak.
AB ve ABD’nin Esed rejimi diye bir derdi yok. Suriye’nin harabeye dönüşmesinden de asla rahatsız değiller. “IŞİD’e karşı mücadele etmemek” suçuyla Türkiye’yi köşeye sıkıştırarak varılmak istenen taktik ve stratejik hedefler aşikârdır. Türkiye, AB ve ABD’nin baskılarına boyun eğmemeli, İncirlik üssünü açmamalı, IŞİD ve Esed rejimine karşı ortak hareket edilecek aldatmacasına prim vermemelidir.
Kantonları koridora, koridoru kuşatmaya dönüştürme noktasında İran ve ABD arasında güçlü bir ittifak var. Türkiye kendi müttefiklerine daha güçlü askeri ve siyasi destek vermekte geciktiği oranda ABD ve İran kuşatmasına maruz kalacaktır. Suriye’ye dair siyasi-askeri yol haritasında ABD ve İran’ı tümden tasfiye etmekten başka çare bulunmuyor.