Dizilerin diliyle Güneydoğu!

Ali Bulaç

Töre cinayetlerinin işlendiği "Yaralı Yürek" adlı dizi yayınlandığında yöre halkı tarafından tepki görmüş, hatta Şubat 2007'de çekim sırasında ekip saldırıya uğramıştı.

Tepkinin sebebi sadece dizide töre baskısı dolayısıyla intihar eden bir kıza özenen 12 yaşındaki Hatice Demir'in intiharı değil, bölge halkının tarih öncesi çağlarda yaşayan vahşi insanlar güruhu olarak anlatılmasıydı. Ölen küçük Hatice'nin amcası Cuma Demir, "Devamlı dizilerde Güneydoğu suçlanıyor, töre cinayetleriyle aşağılanıyoruz" diyordu.

Mardin-Midyat yöresinde çevrilen diziler de öyle. Özellikle geniş bir kitle tarafından izlenen "Aşka Sürgün" ve "Sıla" adlı diziler, işin tadını kaçırdılar. "Sıla" dizisinin yönetmeni ve fikir annesi Gül Oğuz, "feminist" olmayıp "hümanist" olduğunu söylüyor, ama gerektiğinde hakikati tahrif ve suistimal etmekten çekinmediğini de belirtiyor. Hanımefendi, bu tür dizilere "Demek töre işi tutuyor diye başlıyor herkes" diyor. (Günaydın, 25 Mart 2007)

Mesela, ailesinin vermek istemediği erkek, kızı telefonla arar ve kız o esnada "suçüstü" yakalanır, sırf bu "suç"tan dolayı aile (kabile-aşiret) meclisinin kararıyla -ve elbette töre gereği- kızın öldürülmesi hükme bağlanır, zavallı kızcağız ağabeyleri tarafından hunharca öldürülür.

Sizce bu kararı veren ve infaz edenler "insan" olabilir mi? Bunu sahiden emreden bir töre, din, gelenek, âdet, vicdan, örf, teamül var mı? Böyle şey olabilir mi? Ama dizide oluyor. Oluyorsa, bunun anlamı şudur: Güneydoğu'da yaşayan insanlar (elbette Kürtler ve Araplar) tarih-öncesi (Pre-historik) zamanlarda yaşıyor. Töre cinayetleri kaba, baskıcı, kadın düşmanı, ataerkil, vahşi/geri bir kültürün 21. yüzyılın kalbinde devam eden tezahürleri. Bu insan güruhu bir "toplum" değil, vahşiler-barbarlar sürüsü, bunlar insan olamazlar. Anlaşılan bunlar medenileşemiyorlar, insan olamıyorlar, çünkü bu hordalarda genetik bir sorun var. O halde kafalarına vura vura modernleştirmek lazım. Bunlar kültürden, şehirden, demokrasiden ne anlar! Ne demişti şarkıcı Demet Akalın, bütün Diyarbakırlılara "Dağdan mı geldiniz, Diyarbakır'dan mı? Moron moron bakıyorsunuz!". Pekiyi bu insanların siyasi tercihleri, oyları bir kıymet ifade eder mi? Etmez. O halde demokrasi de gerekmez!

İkinci tür diziler "siyasi-güvenlik temalı" olanlar. Bu dizilerde yine "uyuşturucu, silah kaçakçılığı, yasadışı faaliyetler, terör, PKK eylemleri, devlet içi çatışmalar, Kürt sorunu, Güneydoğu'nun ekonomik yoksulluğu" konuları üzerinden şu mesajlar veriliyor: Bu bölgede vahşi insanlar yaşıyor. Para veya örgüt bağlantısı dolayısıyla, mesela sekiz aylık hamile bir kadını sadece Türk olduğu için vahşice öldürüyorlar. Örgütle ilişkili bir Kürt doktor, Türk hastasını zehirleyebiliyor. Bir köyün imamı da muhtarı da gizli örgüt elemanı, bölgeyi aydınlatmak üzere oraya giden öğretmenleri, doktorları acımasızca katlediyorlar. Bu tiplerin ne insafı var ne ruhi hassasiyetleri. Münferit olaylar bölge halkına genelleştiriliyor.

Tabii ki, hikâyenin tek bir anlatımı veriliyor. Yakılan ve boşaltılan köyler, dışkı yedirilen insanlar, tecavüze uğrayan insanlar, ani gece baskınları, yüz binlerce insanın maruz kaldığı işkence olayları, Diyarbakır Cezaevi, sefalet, üç milyon insanın göçe zorlanması, şehrin varoşlarında 70 metrekarelik evlerde 7 ailenin balık istifi yaşamaya zorlanması anlatılmıyor. Bu tür dizilerde de Kürt sorunu; "terör, uyuşturucu, kaçakçılık, uluslararası servisler ve vahşet"le özdeşleştirilerek anlatılıyor ki, dolaylı olarak seyircilerin, yani Türk kamuoyunun bilinç altına maalesef nefret, ötekileştirme ve ırkçılık zerkediliyor.

Oysa 17. Abant Toplantısı'nda meselenin hiç de öyle olmadığı açıkça ortaya kondu. Bir de bölgeden anlatılan hikâyeleri dinleyenler gözyaşlarını tutamadı ve Sonuç Bildirisi'nde "Çözüm dilinin oluşmasında medyanın sorumluluğu, hassasiyeti ve üslubu çok önemli katkı sağlayacaktır" ifadesine yer verildi. İnşallah dizi yapımcıları ve TV yöneticileri bölgeyi maruz bıraktıkları bu oryantalist saldırılara bir son verirler.

ZAMAN