Mehmet Garip Tanyıldızı / Akşam
Bir dizi manipülasyonun kızıl şafağında…
Hayatın merkezine dini yerleştirmeyi tercih edenlerle sekülerizmi her anlamda benimseyenler arasında yaşam tarzı bakımından bir ayrışma ve kimi zaman da bir karşıtlık söz konusu olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Bu ayrışma ve karşıtlık konusu hem karşılıklı ilişkiler hukukunun belirlenmesi hem de çatışma alanları bağlamlarında, sağlıklı zemin ve şartlarda olmak şartıyla ele alınabilir ve değerlendirilebilir.
İnsanları ya da toplumun kesimlerini dindar, laik, seküler, muhafazakar olarak tanımlayan şablonların olanı doğru bir şekilde ifade etmediğinin, çoğunlukla eksik veya yanlış kategorize ettiğinin altını çizerek bu tanımlamaları yaygınlığından dolayı kullandığımızı belirtelim.
Bu tanımlamalar, o kesimleri sosyolojinin bir nesnesi haline getirerek değersizleştiriyor. Anlamlı bir canlılık arz edenin nesneleştirilmesi ve "kesim" olarak ifade edilmesi bizatihi o kesimde bir anlam kaybı ve yabancılaşmaya sebep oluyor.
Son dönemde, bu tanımlamaları merkeze alarak sözünü ettiğimiz yabancılaşmaya hizmet eden bir dizi furyası başladı. Dizi sektöründe, zengin kız fakir erkek ile fakir kız zengin erkek sarmalının yerine muhafazakar erkek seküler kız ile muhafazakar kız seküler erkek senaryoları moda oldu.
Yeşilçam'daki şeytanlaştırılarak karikatürize edilen Müslüman imajına taş çıkartan bir banallikte ekrana yansıyan karakterler ve sahnelerle toplumun sinir uçlarına dokunuluyor.
Sinir uçlarına temas edilen toplum/toplumsal kesimler rahatsızlıklarını dile getirip tepki gösterdiğinde de ya bunun "tamamen hayal ürünü bir kurgu" olduğu savunması ya da "gerçekleri görmeye dayanamıyorsunuz" saldırganlığı ile karşı karşıya kalıyoruz.
Öncelikle, dizilerin, üstelik bu kadar hassas konuları ele alan dizilerin, boşlukta asılı duran bir kurgudan ibaret olmadığını çünkü bir mesaj taşıdığını ifade etmek gerekiyor. Yapım şirketlerinin "kurgu" bahanesinin hiçbir inandırıcılığı olmayan zırvadan başka bir şey olmadığını söyleyebiliriz.
Toplumsal rahatsızlığa karşı "gerçekleri görmeye dayanamıyorsunuz" saldırganlığı tam bir pişkinlik ve "yavuz hırsız" örneği teşkil ediyor. Hem bir toplumsal kesimi gerçekte olmadığı gibi yansıtarak hedef alacaksınız, kendi gördüğünüz veya görmek istediğiniz gibi lanse edeceksiniz hem de buna itiraz geldiğinde "gerçeği kabullenemiyorsunuz" diyeceksiniz! Rahatsızlığın sebebi zaten gerçekdışı yansıtmanın ta kendisi.
Üstelik, bu gerçekdışılık sadece kimliklerin yansıtılmasında değil ritüellerin kullanılışında da ortaya çıkıyor. Senaristiyle, yönetmeniyle, oyuncusuyla tanımadıkları ama tanımladıkları kesime dair acemilikler söz konusu dizilerin gerçekten ne kadar uzak olduğunun en bariz göstergesi.
Tepkilere karşı, dizinin bir "belgesel veya haber dosyası" olmadığı dile getiriliyor. Oysa kitle iletişim araçlarının ve aygıtlarının toplumsal manipülasyon potansiyelini, bu dizileri yapan iletişimcilerin bilmiyor olmaları mümkün değil.
Bir diziyle, manipülasyon da yapılır, ajitasyon da provokasyon da hatta dezenformasyon da...
Diziler, günümüzde birer algı operasyonu merkezleridir.
Ancak, "Toplumun farklı kesimlerinin bir arada yaşamayı başarmasına ayna tutuyoruz" perdesinin arkasına saklanarak uygulanan bu pazarlama teknikleri zaman zaman, ne yazık ki, başarıya ulaşıyor. Bu diziler, nesneleştirilen kesimlerin bazı bireyleri tarafından da "sosyal yapıyı analiz ediyor" veya "sosyolojik gerçeklik" safdilliğinde savunuluyor.
Bu dizilere yönelik "başörtüsü reyting için malzeme yapılıyor" eleştirileri de gerçeği ıskalayan bir naiflik barındırıyor. Çünkü mesele reyting veya reklam meselesi değil.
Kadın ve mahremiyeti merkeze alınarak bilinçli bir şekilde kurgulanan bu diziler, ideolojik bir amaca hizmet ediyor.
Bir dizi manipülasyonun kızıl şafağındayız...