Yasin Aktay / Yeni Şafak
Diz Çökmeyen Adam, Ramazan Keskin Hoca’ya saygıyla
Malatya’nın mümbit Müslüman toprağını son yıllarda özenle işleyerek nesiller yetiştirmeye, yetiştirirken onlara hayatında, mücadelesinde, söyleminde olabildiğince sahih ve organik duruşuyla bir örneklik oluşturan bir Mümin insan, Ramazan Keskin Hoca. Uzun süredir tedavi görmekte olduğu Malatya’daki Turgut Özal Üniversitesi Hastanesinden geçtiğimiz hafta sonu vefat haberi geldi.
“28 Şubat mağdurlarından” diye verildi bütün ajanslarda vefat haberi, ancak onu bir mağduriyetin sınırlarına hapsetmek, bir alemin tarihinin yazılabileceği hayat hikayesini bir mağduriyete indirgemek kendisine de temsil ettiği çok özel misyona da büyük haksızlık. Nihayetinde mağduriyet vurgusu acımaya, merhamet etmeye bir çağrı.
Oysa Ramazan hocanın duruşunda, alabildiğine renkli ve çeşitli hikayesinde acınası bir durumdan ziyade gıpta edilesi bir asaletin, iddialarına samimiyetle sarılan birinin gururu vardı. Zulmün karşısında diz çökmeyen bir direniş azmi ve kararlığı, tarihinin, coğrafyasının, kültürünün ve benliğinin kısıtlarını aşarak özgür bir Müslüman özne olarak var olma iradesi her halinden okunabiliyordu.
Malatya Türkiye’deki İslami düşünce ve mücadelenin halkla organik bütünleşmesinin çok kendine özgü bir modelini ortaya koymuş bir şehrimizdir. Said Çekmegil ve Said Ertürk’ün başlatmış olduğu ve her biri birer okul, bir tür açık üniversite ortamı sunan terzi dükkanında, esnaf kahveleri ve mekanlarında icra edilen İslam’ın özüne dönüş arzusunun, sorgulayıcı, akılcı ve kitabi İslam hareketine dönüşen arayışları zamanla halkta çok geniş bir taban bulmuştur. Esnaf dükkanlarında başlayan tedrisat zamanla kitabevlerinde ve mescitlerde daha geniş kitlelerle buluşacaktı: Boğaziçi Çayevi, Talebe Kitabevi, Zekeriya Şengöz (namı diğer Zeki Baba), Davut Güler, Ramazan Kayan, Siirt İmam-Hatip Lisesinden tanıdığım değerli dostum, abim, rahmetli Orhan Kenasarı ve diğer bir çok isim…
Bu üniversite ortamında rahle-i tedristen geçenler, bu havayı teneffüs edenlerin etkisi sadece Malatya ile de sınırlı kalmamıştır. Denilebilir ki Türkiye’de, Tevhide, Kitaba, akla, insan iradesine, çalışmaya vurgu yapan İslami hareket söyleminin en güçlü besleyici fikir ve eylem damarlarından birisi Malatya’nın bu açık üniversitesi olmuştur. Bu üniversite ortamını en iyi anlatanlardan birisi, bütün derslerini en iyi şekilde almış ve güçlü edebiyatıyla aktarmaya çalışan değerli fikir adamı Metin Önal Mengüşoğlu’dur. Türkiye’nin 1. Dünya Savaşından sonra maruz kaldığı kendini-sömürgeleştirme sürecine karşı Anadolu’da oluşan ve bu ülkeyi vatan kılan bilinci yeniden diriltme mücadelesinin bir parçasıydı aslında bu.
28 Şubat’ta bu vatanın maruz kaldığı başörtüsü ve katsayı zulmü bir işgalci kafasından sadır olabilirdi ancak ve buna karşı bu bilinci yeterince kuşanmış bir şehrin ahalisinin sessiz kalması düşünülemezdi. Ramazan Keskin Hoca Malatya mektebinde yetişmiş ve kendine özgü kişiliği ve öncülüğüyle o dönemin bir Sütçü İmam’ı gibi bu şuursuzca “kendini-işgal, kendini-sömürgeleştirme” girişimine karşı duruşunu sergilemiştir.
Bu ülkenin değerlerine saygısız, üstten bakan azgın insanların gemi azıya aldıkları bir dönemde bu duruşu sergilemenin bir bedeli olacaktı tabi. Ramazan Hoca ve arkadaşları bu bedeli ödemekten geri durmadılar. İmam-Hatip Liselerinin kapanmasına götürecek kesintisiz eğitim uygulamasına karşı verdiği vaaz dolayasıyla halkı devlete karşı kışkırtmaktan dolayı idamla yargılandı. O günlerde o konuşmasının veya başörtüsü yasağına karşı halkın önünde sergilediği duruşun ulusal medyada onun hakkında nasıl bir karalama kampanyasına dönüştüğünü hala hatırlıyoruz. İşgalci kafa bütün pişkinliğiyle onu bir de suçlu ilan ediyor, Malatya gibi bir yerde sergiledikleri İslam düşmanlığını ulusalcı bir zafer olarak sunabiliyorlardı.
Ramazan Hoca belki o duruşunun gerektirdiği bedeli ödedi, yargılandı, hapis yattı, işkence gördü ve çıktı. Ancak bu yaşadıklarını bir mağduriyet hikayesine indirgemek yersiz. Ne de olsa kendi yaşadıklarını “Kardeşim özgürüz biz, parmaklıkların arkasında olsak da, özgürüz kardeşim bu zincirlerle bağlı olsan da, yalnız Allah’a kul isen, ne zarar verebilir sana kölelerin hileleri?” diye tabir eden bir geleneğe nispet ediyordu.
Belki hayatında onu Türkiye gündemine taşımak gibi önemli bir etkisi olsa da Ramazan hoca bu mücadelede ödemiş olduğu bedelden ibaret biri değildi elbet. Onu 28 Şubat’ta bu ülkede yaşanan bir kötülüğün kötülük olarak en adil şahidi olarak nitelemek bu açıdan çok daha yerinde olur. O şahit oldu, duruşuyla, mücadelesiyle, maruz kaldığı zulüm ve haksızlıklara ve mazlumlara, şahitliğin gerektirdiği doğru yerde durmayı ihmal etmeyerek tabi. Orada durmasaydı şahit de sayılmazdı.
Çocukluğundan itibaren yaşadıklarıyla, eğitimiyle, dostluklarıyla, husumetleriyle geçtiği en sıradan hayat yolundan bir Müslüman öznenin her durumda nasıl inşa olunabildiğini gösteren mükemmel bir örnek olmuştur.
Bir yazı adamı değildi. Hiç kitap yazmadı, dolayısıyla bugün Hoca’nın görüşlerini akademik olarak irdeleyecek bir tutamak yok elimizde. Allah’tan Şevket Başıbüyük’ün Beyan Yayınları’ndan çıkan “Diz Çökmeyen Adam: Ramazan Keskin Hoca” diye bir Hayat-Hatırat kitabı var. Bu kitapla birlikte (aslında Beyan Yayınlarının sayısı 10’u geçen o Hatırat Serisindeki diğerleriyle) ortaya konulan Ramazan Keskin Hoca portresinden çok daha fazlasına ulaşılabilir. Hatta Türkiye’deki İslami hareketin tamamının anlaşılmasına yönelik iyi bir pencere açılabilir buradan.
İletişimi tamamen şifahi, yüzyüze ilişkilerle, davranışlarla, sohbetlerle, insanlara dokunan olabildiğince sahih bir yolla oluyordu Hocanın. Tamamen gündelik hayat pratiğiyle, yerinde güzel bir alışverişle, ince bir tavır ve bulunuşla, düğünlerde, cenazelerde, iyi günde kötü günde dostlarla beraber sevinerek, beraber üzülerek, en sıradan insanlara, sıradan demeden hakkı-hakikati, iyiyi güzeli anlatmaya çalışarak toplumda fiili bir rol modeli olarak temayüz eden bir şahsiyet.
Ramazan Keskin Hocanın bu haliyle Malatya’da sesini duyurmadığı, gönlünü hissettirmediği çok az insan olduğunu söylüyor yakın dostları. Aslında tam da dostluktan açılmışken, son zamanlardaki dostluk yazılarım üzerine sohbet ettiğim Malatyalı bir dostum Ramazan Hocanın insanlar üzerindeki etkisinin sırrının tam da onun dostluk kalitesinde yattığını anlatıyordu: İnsanlara propaganda yapıp inanmadığı şeylere ikna etmeye çalışan bir siyasi değildi. Anlattığına herşeyden önce kendi inanıyordu. Böylece mesajına da anlattıklarına da dostu gibi davranırken yol arkadaşlarına da çok iyi bir dosttu, üstelik çokça dostları vardı, dostların çokluğu dostluğunun kalitesini azaltmıyordu. Çünkü onun için dostluğun temeli Allah sevgisi ve zalimlere husumetti.
Allah rahmet eylesin, mekanı cennet, makamı âli, tüm sevenlerinin başı olsun.