Çözüm sürecinden memnun olmayan yok, ülkede sadece Gezici ve paralelciler hükümet başarılı olmasın diye çözüm sürecinin sürmesini istemiyor o kadar.
2013’e girmeden başlayan süreç uluslar arası güçlerin sabotajlarına rağmen hamdolsun zaman zaman sıkıntılar yaşasa da Sayın başbakanın kararlı duruşuyla devam ediyor. Kararlı duruş elbette ki gerekli, zaten süreci “sonunda ölüm de olsa, kanın durmasının bedeli zehir de olsa içerim” diyerek başlatmamış mıydı başbakan Erdoğan? İşte bu erdemli duruşa PKK cephesinde de Öcalan’ın örgütü iknadaki çabaları eklenince elhamdulillah yıllarca yürekleri yakan, ocaklar söndüren cenaze haberleri artık gelmiyor.
Ancak,
Sürecin diğer muhatabı olan Öcalan’ın PKK içindeki muhalif kanadı yeterince ikna edemediği için gerekleri tam olarak yerine getirilmedi. “PKK tamamıyla sınır dışına çekilecek ve sonra diğer aşamalara geçilecek”ti. Ne var ki PKK Öcalan’ın istediği gibi sınır dışına çekilmedi. İşin sevindirici boyutu örgütün silahı unsurları sınır dışına tamamen çekilmemesine rağmen PKK öteden beri yaptığı baskınlara başvurmadı.
Aslında çözüm süreçleri dünyanın hiçbir yerinde sorunsuz yürümez, çözüm sürecinin tarafı olmayan iç ve dış unsurların karanlık girişimleriyle zora girdiği zamanları olmuştur. İRA-İngiltere barış görüşmeleri başlar başlamaz 30 kişinin ölümüyle neticelenen ve herkesin “süreç bitti” dediği eylemlerin yaşanmasına rağmen devam etmesi bu tezimize örnek teşkil eder. Allah bizi bu tür eylemlerden muhafaza etti ve bundan sonra da edecek inşaallah.
Bugün ki yazımızın konusu örgütün yeni eleman kazanma teşebbüsleridir. Bu süreçte çocuk yaşta öğrencilerin bir şekilde dağa götürülmesinden sonra annelerin başlattıkları “çocuğumu geri verin” eylemi bir dönüm noktasıdır. PKK için bir kırılmadır. Çözüm sürecinde çocukları dağa kaldırma ve sonrası süreçten dolayı örgütün halk nezdindeki yeri artık eskisi gibi kalamaz. Doğrusu bu işin sonunda PKK “bizi bu çocukları dağa çıkarmaya kim ikna ettiyse özeleştiri versin” diyecektir. Zira çocukları dağa götürme fikri ve işi aynı zamanda örgüte “tuzak”tı. Çünkü 30 yıllık kanlı sürece rağmen Kürt anneler ilk kez örgüte itirazlarını, yüksek sesle ve eylemle ortaya koymuştur.
Geçen hafta Çarşamba günü Ak Parti Diyarbakır İl Başkanı Aydın Altaç ve partisinin kadın kollarının anneleri ziyaret etmesi hem ilde hem de Ankara’da geniş yankı buldu. Bir gün sonra da Diyarbakır’da İslami kimlikleriyle bilinen 72 STK’nın anneleri ziyaret etmesi annelere ilginin yoğunlaşmasını beraberinde getirdi. Bizim de hazır bulunduğumuz bu ziyarette bir hemşehrimizin “Hocam 2010 yazında siz PKK silahları sustursun diye açlık grevi yapmıştınız ve biz o gün size destek sunmadığımız için çok pişman olmuştuk, lakin iş işten geçmişti” itirafında bulundu tam 1395 gün sonra. Olsun, zamanla da olsa anlaşılmak iyidir.
Şimdi annelerin eylemi var, anneliğin sabrı sınanmaya gelmez, hele hele evladı üzerinden asla sınanmamalı anne.
Bugüne baktığımızda çözüm sürecine rağmen örgütün yeniden eleman kazanma isteğini anlayamıyorum, hem çocuk yaştakileri dağa götürmelerini ise hiç anlamıyorum. Gerçi hiçbir şekilde olmaması gerekir, ama çocukların dağa götürülmesinin kabul edilebilir bir yanı yoktur. Görüştüğüm hiçbir BDP’li çocukların dağa götürülmesini doğru bulmadı. O zaman neden? Her neden olursa olsun bu PKK için de iyi bir netice vermez.
İşte, örgütün bu planı annelerden, ablalardan döndü:
8 Nisan günü kız kardeşinin PKK tarafından kaçırıldığını söyleyen S. U’nun ablası Sevim Uçakay, kız kardeşinin getirilmesi için BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'a seslenerek:
"Bir ses çıksın, susarak neyi halledecekler? Selahattin Demirtaş gelsin, konuşsun. Kendi çocuğu nerde? Dizinin dibinde. Niye susayım? Yeter artık…" diyor.
Doğrusu bu sese, bu soruya benim verebilecek bir cevabım yok, HDP/BDP’lilerin de verebilecekleri bir cevabının olduğunu sanmıyorum.
Diğer bir anne “adı üzerinde çocuk, onlar 16-17 yaşındaki çocukların evlenmemesi için her türlü eylemi yapıyorlar, peki, 15 yaşındaki çocuğumun dağa götürülmesi, eline silah verilmesi nasıl doğru ve hak olsun. Çocuklar kendi rızasıyla gitse bile onarın kabul etmemesi gerekiyor” diyor ve susuyorum.
Ve bir annenin ricası:
“Lütfen bu çıkışımızı kimse çözüm sürecine zarar verebilecek malzemeye dönüştürmesin. Çözüm süreci çok çok önemlidir bozulmasın” diyerek duyarlılığını da gösteriyor.
Bu konuda kimi çevreler hükümete seslenerek “çocukları getirin” dese de hükümetin değil, HDP/BDP, siviller, STK ve kanaat önderlerinin daha etkin rol alması gerekiyor. Yoksa Allah muhafaza bir çatışma durumu doğabilir ve hiç kimsenin arzu etmeyeceği sonuçlara yol açabilir.
Ama yapılması gereken en doğru şey örgütün (PKK/KCK) annelerin feryadını doğru okuyup çocukları bir an evvel serbest bırakmasıdır.
MİLAT