Özgür-Der Diyarbakır Şubesi tarafından organize edilen seminerde, dünü ve bugünü ile Suriye direnişi ele alındı. Akan Akamak, Akif Deniz ve Mustafa Araz’ın konuşmacı olarak katıldığı seminerde, daha fazla duyarlılık çağrısı yapıldı.
ORTADOĞU VE CETVELLE ÇİZİLEN SINIRLAR
Seminer Mustafa Araz’ın konuşmasıyla başladı. İrili ufaklı 16 devletten ve çoğu sömürgeci Avrupa devletlerinin çizdiği suni sınırlarla çevrili Ortadoğu’nun tarihi hakkında verdiği kısa bilgi ile konuşmasına başlayan Araz, “Ortadoğu coğrafyası Batı sömürgecileri tarafından önce işgale uğradı, sonra işgalden beter bir bölünmeye… Sınırlar “böl ve yönet” anlayışına uygun olarak planlandı. Batılı sömürgeciler işgal ettikleri topraklardan çekilirken, cetvelle masa başında sınırlarını çizip adını koydukları devletler icat ettiler. Bir marş, bir bayrak ve bir de yönetici kılığında da kukla verdiler. Cetvelle çizilmiş sınırlar tefrika, kan ve kan davaları getirdi. Bugün ilgili coğrafyada aralarında sınır ihtilafı olmayan iki komşu devlet bulmak çok nadirdir.” Şeklinde konuştu.
ALEVİLERİN ORDU İÇERİSİNDEKİ YÜKSELİŞİ
Suriye ordusunun sert ve baskıcı mirasının Fransızlardan kaldığına dikkat çeken Araz, “bağımsızlığın kazanıldığı 1946’dan Hafız El-Esad’ın yönetimi ele geçireceği 1970 yılına kadar Suriye silsile gibi birbiri ardı sıra devam eden cunta idareleri tarafından yönetilir. Bu darbeleri daha çok Sünni subaylar birbirine karşı yaptılar. Yeni gelenler eskisinin tüm kadrolarını saf dışı bıraktılar. Her darbede harcanan birileri oluyordu. Bu yüzden Sünnilerin Silahlı kuvvetlerdeki oranı giderek azalmaya başladı. Boşalan yerleri Aleviler doldurmaya başladı. Sünni subaylar birbirini ortadan kaldırırken onların mirasçısı Aleviler oldu. Bireysel faaliyet olarak değil, gruplar halinde orduya katılan Aleviler ordu içinde gitgide yükseldiler ve birbirlerini desteklediler. Alevilerin yükselişi Baas Partisi içinde de oldu. Üyelerin önemli kısmı Alevi idi. Partinin Sosyalizm ve Laiklik ilkeleri onlara hitap ediyordu.”dedi.
TÜM MUHALİF RENKLER YOK EDİLMEK İSTENDİ
Baas’ın kanlı tarihinden örnekler vererek konuşmasına devam eden Araz, İsrail’e karşı verilen mücadele öne sürülerek içerideki muhalefetin tüm renklerinin yok edilmek istendiğini söyledi.
Ortadoğu’nun en kanlı tiranlarından olan Hafiz El-Esad’ın kan ve gözyaşının hakim olduğu otuz yıllık iktidarı arkasında bırakarak 2000 yılında öldüğünü ifade eden Araz, “teoride Cumhuriyet idaresini savunan, pratikte krallıklardan farklı olmayan Baas idaresi Hafiz El-Esad’ın yerine oğlu Beşar’ı Cumhurbaşkanı sıfatı ile tahta çıkarır.”dedi.
SURİYE HALKI NE İSTİYOR?
Ardından sözü Akan Akamak aldı. 2011 yılının Mart ayında Dera’da bir grup çocuğun evlerinin duvarlarına “Doktor (Beşşar), sıra sana geliyor!” diye yazması ve ardından çocukların Muhaberat tarafından tutuklanması ile başlayan olaylarda şimdiye kadar, 50 bini kişinin katledildiğini, 300 bin kişinin kayıp olduğunu ve bir o kadarının da muhacir durumuna düşürüldüğünü söyledi.
Suriye halkı ne istiyor? Sorusuna yanıt arayan Akamak, Suriye halkının taleplerini şu şekilde özetledi:
-Daha adil ve insani bir anayasa,
- Siyasal katılım kanallarının açılması,
- Özgür bir basın ve muhalefet hakkı,
-Genel af ve Suriye dışında yaşayan ve ülkelerine dönemeyen yaklaşık 2 milyon Suriyelinin ülkelerine serbestçe geri dönebilmeleri,
- Hama katliamından sorumlu olanların adalet önüne çıkarılması,
- Ülke kaynaklarının oligarşik azınlığın tekelinden çıkarılarak tüm Suriyelilere eşit bir şekilde bölüştürülmesi,
-Özgür ve serbest genel seçimler,
-Muhaberat marifetiyle yönetilen despotik Baas rejiminin revize edilerek hak ve adalete dayalı daha şeffaf bir yönetim,
-Kürtlere de en temel insani haklarının verilmesinin temini...
SURİYE’YE BAKIŞIMIZ
İslami, insani açıdan Suriye ye bakışımızın nasıl olması gerektiği üzerinde de duran Akamak, bakışımızı 4 maddeyle özetledi:
1. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de mealen: “Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir koruyucu gönder, bize katından bir yardımcı yolla!’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?” diye buyurmaktadır.
2. Şayet “Mümin olmak” şeklinde bir iddiamız varsa -ki elhamdülillah vardır- bu iddia müminleri bir vücudun azaları gibi görmeyi ve bir ümmet perspektifine sahip olmayı gerektirir.
3. Mümin olmak bizlere zulüm kimden gelirse gelsin zulme ve zalime karşı mazlumun yanında yer almayı gerektirir. Bu sebeple biz mazlumun yanında yer alma imkânını ıskalamadan hayırda buluşmaya çalıştık. Bu tavır aynı zamanda Mümin olmanın zorunlu bir gereğidir.
4. Bu halk gerçekten tarihî sorumluluğunu yerine getirdiği için mazlum ve “Muhacir” olmuştur. Bu durum aynı zamanda bizlere de “Ensar” olma imkânını vermektedir. Eğer bizler bu imkânı kaçırırsak rabbimizin huzuruna hangi yüzle gideriz?
Seminerin son konuşmacısı olarak söz alan Akif Deniz de ziyareti sırasında edindiği izlenimlerden hareketle muhacirlerin genel durumu ve temel ihtiyaçlarının neler olduğu üzerinde durdu.
Hatay’ı ziyaretleri sırasında İHH yetkililerinden aldıkları bilgiye göre Suriyeli ailelerin her geçen gün arttığını; buzdolabından tutun da erzak yardımına kadar her türlü yardıma ihtiyaç duyulduğunu, bu sürecin uzaması durumunda ise kışın ciddi battaniye ve kışlık giysi ihtiyacının doğabileceği bilgisini aldıklarını kaydetti.
SINIRDA YAŞANAN İNSANLIK DRAMI
Suriyeli kardeşlerimizi durumlarına göre, dört ayrı kategoride değerlendiren Deniz’in tespitleri şöyle:
1) Çadır Kentte Yaşayanlar: Çadırkentte yaşayanlar, şartların nispeten daha iyi olması açısından çok da acil ihtiyaçları bulunmuyor. Ancak vatanlarını bırakıp gelmenin verdiği burukluk, savaşın vermiş olduğu yıpratıcı ruh hali, yan yana binlerce çadırın olduğu alanlara sıkışmış olmak ve giriş çıkışın yasak olması nedeniyle bazı şikayetleri bulunmakta. Hatta bazıları ‘ açık cezaevi’ benzetmesini kullanmakta…
2) Çadırkent Dışında Kendi İmkan(Sızlık)ları İle Kalanlar: Çadırkentlerdeki giriş çıkışın yasak olması, resmi yollarla girilmemiş olmaları veya kendi yakınlarının yardımıyla gelenler veya birkaç aylık ‘TURİST’ vizesi alanlar kendi imkan(sızlık)ları ile tuttukları evlerde gerek Reyhanlı’da gerekse Hatay’ın köy ve ilçelerinde kalmaktalar. Bu gruptaki insanların evlerde çok kalabalık şekilde kalmaları, ellerindeki son paralarla bir ev tutup herhangi bir eşyaya sahip olmamaları, günlük yemek ve ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumda olmamaları ve sağlık imkânlarına ulaşamamaları gibi sorunları var.
3) Esad’ın Zulmünden Kaçıp Türkiye’nin Sınırlarında Yaşayanlar: Reyhanlı’da yaklaşık 6 bin, Kilis sınırında yaklaşık 7 bin kişi bulunmakta ve bu sayı gün geçtikçe artmakta. Çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu bu kişiler ağaç gölgelerinde, hangarlarda, güneşin altında, tel örgülerin hemen dibinde zulümden kaçıp emin bir beldeye sığınma amacıyla Türkiye’nin sınırlarını açması bekliyorlar.Bazılarının yaklaşık bir aydan beri buralarda yaşadıkları haberlerini alıyoruz. Bu gruptaki insanların yiyecekten tutunda suya, elbiseden tutunda çocuk bezine her şeye ihtiyaçları bulunmakta...
4) Suriye İçerisinde Yaşayan Halk: Suriye içerisine yardım götüren İHH yetkililerinden aldığımız bilgilere göre, içeride çok daha acı bir tablo bulunmakta; yiyecek ve içecek bulmakta ciddi sıkıntı çeken Suriye halkına bir de Esad’ın uyguladığı ambargo eklenince bazı bölgelerde insanların açlıktan ve susuzluktan ölmeleri an meselesi…
NE YAPABİLİRİZ?
“Bilmeliyiz ki Suriye halkı muhacirdir, bizlerin de Ensar bilinciyle hareket etmemiz gerekir. Sınırlar ve tel örgüler haritalar içindir; kardeşliğin ve insanlığın sınırı olmaz.” diyen Deniz yapılabilecekleri ise şu başlıklar altında açtı:
Öncelikle duyarsızlığımızı kırmalıyız…
Suriye konusunda yaşanan ciddi dezenformasyona dikkat etmeliyiz…
İlaç…
Her türlü yardım…
Dua ve moral desteği…
Suriye gündemi kermes, panel ve seminerlerle her zaman sıcak tutulmalı, yardımlar az da olsa sürekli hale getirilmelidir.
ıslahhaber