Diyarbakır’da “Müslüman Dünya’nın Ahlaki Krizi” konuşuldu

Diyarbakır Özgür-Der Şubesi aylık konferanslarının bu ayki konuğu Ali Bulaç idi.

HAKSÖZ-HABER

Diyarbakır Özgür-Der 2022-2023 Aylık Konferanslar serisinin dördüncü oturumunda Müfessir-Yazar Ali Bulaç "Müslüman Dünyanın Ahlak Krizi" başlıklı bir konuşma yaptı.

Recep Doğru’nun sunuculuğunu yaptığı program Halim Eyüpoğlu’nun Kur’an tilavetiyle başladı.

Konuşmasına dinleyicileri selamlayarak başlayan Ali Bulaç, Müslümanların ahlak krizininin anlaşılabilmesi için tarihi ve İslami ilimlerden kaynaklı sebepler üzerinde durulması gerektiğini ifade etti ve ahlaki, dini ve hukuki bozulmaların birbirinden uzak olmadığını söyledi.

Hukuk, ahlak ve din arasında çok sıkı bir iliskinin olduğunu ve bu üçlüyü birbirinden ayırmanın mümkün olmadığını ifade eden Bulaç, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bugün camilerde defaatle ahlak vurgusu yapılmasına rağmen ahlakı sosyal ve siyasal alana taşıma konusunda ciddi anlamda sıkıntılarımız var. Bireysel anlamda ahlakı gozetirken, kamusal alanda İslam ahlakını devre dışı bırakan bir tutumumuz var. Dönüp tarihimize bakınca bu durumun sağlıklı bir kamusal hukuk inşa edememiş olmamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Tarihten bugüne kamusal bir hukuktan neşet eden bir hukuku miras olarak devralsaydık durum çok daha farklı olabilirdi."

İnsanların ahlak ile olan ilişkisinin farklılık arz ettiğini ifade eden Bulaç, farklı inanıştan ve ideolojiden de olsa her insanın ahlak ile herhangi bir düzeyde ilişkisinin olduğunu ifade ederken ahlakın göz ardı edilmesinin de aynı şekilde tüm inanış ve anlayışlarda mevcut olduğunu bildirdi.

Müslüman ahlakının olumsuz bir şekilde şekillenmesinde gerek tarihi sebepler gerekse de İslam ilimleri kaynaklı pek çok neden bulunduğunu belirten Bulaç şöyle konuştu:

“Tarihimizden devraldığımız değerler, tespitler bugünkü ahlakımızı şekillendirir. Asr-ı saadetteki Sahabe iklimini daha iyi anlamalıyız. Güzide ashabımızı birer melek gibi gibi değil, artısı ve eksisiyle birer örnek olarak görmeliyiz. Peygamberimizin hadisinde buyurduğu gibi 'Benim sahabelerim gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti bulursunuz.' Elbette ki bizler sahabeleri kendimize birer yıldız olarak görmeliyiz. Yalnız tüm sahabenin de bir olmadığını veya onların da beşer olması sebebiyle yer yer hataya düştüğünü de göz önünde bulundurmak durumundayız. Bu doğrultuda ashabın tutum ve davranışlarını saygı çerçevesinde analiz ve kritik etmeyi esas almamız, daha işin başında sağlıklı bir müslüman ahlakı inşaa etmemizi sağlar.”

Bulaç, müslümanların ahlakını şekillendiren ikinci hususun, “fetih ve kılıç hakkı” meselesine yaklaşım olduğunu vurguladı ve “Tarihimiz malumunuz fetihlerle dolu bir tarih. İ'lay-ı kelimetullahı yüceltmek gayesiyle nice fetihler yapılmış. Yalnız dikkat ederseniz Ömer bin Abdülaziz göreve gelir gelmez İstanbul kuşatmasını kaldırmıştır. Buradan Ömer bin Abdülaziz’in kaygısı fethin Allah’ın kelamını yüceltmeden ziyade, ganimet için yapılıyor olmasıdır. Bu tarihten itibaren de birçok fetih ne yazık ki dünya malı için yapılmıştır. Veya birçok fetih ile beraber belli kiliselerin camiye çevrilmesi olayı da Kur’an’ın savaş ahlakı ile bir araya getiremeyeceğimiz bir şey. Dolayısıyla tüm bu tarihsel sebepler nihayetinde ahlakımızı şekillendirmekte. Ve açıkçası fetih ve kılıç hakkı anlayışımız ahlaka darbe niteliği taşıyan boyutlarda olmuştur." dedi.

Hile-i Şerriye Opportunist Anlayışa Evrildi

Fıkıhta karşılaşılan kavramlardan birinin hile-i şerriye olduğunu ve maalesef çok yanlış anlaşıldığını ve kullanıldığını vurgulayan Bulaç Resulullah’ın "Savaş hiledir" sözünü hile-i şerriyeye esas teşkil edip kullanan müslümanların maalesef, Resulullahın savaş ortamında söylediği bir sözü, maksadından kopararak opportunist bir anlayışa dönüştürdüklerini belirtti.

Bu yanlış anlayışla birçok fıkhi sorunun çözülür olduğunu ifade eden Bulaç Müslüman dünyanın ahlakının buradan da ciddi bir darbe aldığını ifade etti.

Bulaç, ahlakı şekillendiren diğer bir tarihsel sebebin tebayı kul ve yönetimi de padişahın mülkü olarak gören anlayış olduğunu vurgularken, cahil de olsa zalim de olsa yönetime namaz kıldığı sürece itaat edilmesi hususunun da bu anlayışdan meydana geldiğisi söyledi.

"Yine kelam alanında karşımıza çıkan Cebriye, Mutezile, Mürcie gibi itikadı şekillendiren mezheplerin de iman-amel bağlamında düşüncemizi şekillendireceğini görüyoruz." diyen Bulaç söz konusu mezheplerin inşa ettiği düşünce yapısının da haliyle ahlakı ne yazık ki dejenere eden bir diğer tarihsel sebep olduğunu kaydetti.

“Bağdat merkezli zühd ve takvaya dayalı tasavvufun, Horasan merkezli tasavvufun ve felsefi tasavvufun herbirinin müslüman ahlakını şekillendiren ayrı ayrı etkileri olmuştur." diye konuşan Bulaç, bu tasavvufi yapıların bireysel ahlakı esas alıp kamusal alan ve toplumsal sorunlarla ilgilenmediğini söyledi.

Öte yandan bu yapıların zulmü tolere eden bir anlayışa sahip olduğunu ifade eden Bulaç, "'Kulun özgürlüğü yoktur. Kul gassalin elinde meyyit gibidir.' anlayışını oturttular. Dolayısıyla düşünceyi esir alan bir anlayış vardır. Veli yeri geldiğinde nübüvetin üstünde bir makama sahiptir anlayışı inşa ettiler. Haliyle tüm bu problemli anlayışlar ile sağlıklı bir ahlak inşa etmek mümkün değil.” dedi.

Batının Ahlak Anlayışı

Batılı ahlak anlayışına da değinen Bulaç, Batının ahlak anlayışınının temelde Sokrates, Kant ve Martin Luther tarafından belirlendiğini söyledi.

"Sokrates ahlakın inşası için 'bilmek gerekir' der. Martin Luther ise yeteneklerin Allah tarafından taksim edildiğini, mahrumların da haliyle çok çalışıp, israf etmeyip, dürüst ve ahlaklı olup ilahi inayete mazhar olabileceğini belirterek ahlaka yönlendirmekte. Kant ise ahlakı din ve kiliseden alıp, akla vermekte, 'akıl ve özgürlük ahlak için şarttır' diyerek aklı aydınlanmanın kaynağı olarak görmektedir." diye konuşan Bulaç, tüm bunlarla beraber Batı insanını ahlaklı davranmaya iten iki temel sebep olduğını, birincisinin bağımsız yargı ikincisinin ise maksimum yarara hukuka uyarak erişilebilineceğini öne süren bir anlayışın inşa edilmiş olması olduğunu söyledi.

Ali Bulaç konuşmasına müslüman ahlakına darbe vuran anlayış ve inanışları sıralayarak son verdi:

1- Haricilere karşı Mürcie’nin geliştirdiği “iman-amel ayrılığı” yani suç ve günahın imana zarar vermeyeceği düşüncesi,

2- Şefaat inancının yanlış anlaşılması,

3- Günah işleyeni Allah’ı affedeceği beklentisi ve buna kul hakkının da dahil edilmesi,

4- Bazı ibadetlerin günahları sileceği inancı (umre, kutsal geceler/kandiller, mevlid, dua günleri),

5- Harp hiledir, düşmana karşı norm ve kural ihlali savaşın gereğidir anlayışı,

6- Daru’l Harp-Daru’l İslam ayrımı (özellikle ecnebi ülkelerde),

7- Üstün olan Müslüman'ın kendisinden alt derecede olanlara bazen haksızlık yapabileceği algısı,

8- Büyük dava için küçük günahların tolere edilebileceği anlayışı,

9- Grup, parti, cemaat, mezhep, ulus asabiyeti,

10- Mevzuatta yer alan kuralların İslami kaynaktan neş’et etmemesi (usulsüzlük yolsuzluk değildir, yolsuzluk hırsızlık değildir),

11- Müslüman'ın her şeyin en güzeline, en iyisine layık olduğu yaklaşımı (kırmızı tüylü deve-Mercedes),

11- İtibardan tasarruf edilemeyeceği iddiası,

12- Gelir bölüşümündeki adaletsizlik,

13- Yasaya saygının olmaması.

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi