Patrikhane ziyaretinin Kemalist, ulusalcı, milliyetçi, muhafazakâr perspektiflerden sıyrılmak ve ilahi-fıtri adaleti içselleştirmek açısından önemli bir adım olduğunu belirten Kenan Alpay, Rum-Ermeni düşmanlığı üzerinden üretilen korkuların neye hizmet ettiğine dikkat çekiyor.
Kenan Alpay’ın yazısı:
Patrikhane Ziyareti: Bir Kıssadan Bin Hisse
Fener’deki Rum Ortodoks Patrikhanesi’ni ziyaret eden Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ile Patrik Bartholomeos arasındaki görüşme, taşıdığı değer kadar kamuoyunda bir karşılık görmedi. Kamuoyunda görmesi gereken ilgi, bu ziyaretin bir kırılma noktası sayılıp sayılmamasıyla ilgili olmalıydı. Genellikle çok da büyük önem atfedilmemesi gereken bildik yeni adımlardan biri olarak görüldü.
Böylelikle Görmez’in ziyareti ve burada söylediği sözler hem İslam açısından hem de Türkçü-laik söylem açısından sıradanlaştırılmış bir haber havasında yansıtıldı kamuoyuna. Oysa en başta Kemalist ve ulusalcı siyaset cephesi tarafından sonra da bu cephenin psikolojik savaş argümanlarının peşine takılmış sağ-muhafazakâr zihniyet açısından bu ziyarette sarf edilen sözlerin iyi bir analizine ihtiyaç var.
Modern Korku ve Nefret Unsurları
Osmanlı Devleti’nin çözülme süreci çok büyük oranda Balkan toplulukları arasında başlayan ulusçu isyan dalgalarıyla hızlanmıştı. Sırp, Yunan, Bulgar, Hırvat gibi Ortodoks-Slav unsurların arasına çok geçmeden Müslüman Arnavutlar da katılmıştı. Anadolu’da ise aynı süreç Ermeni ve Rum unsurlar eliyle sürdürülüyordu.
Hem Balkanlarda hem de Anadolu’da Ortodoks-Slav komitacı faaliyetlere karşı İttihat ve Terakki cephesinden verilen cevap da mahiyet açısından aynıydı: Türk ulus kimliği üzerine inşa edilen komitacılık/çetecilik. Komitacılık, sadece karşı ‘komitayı/çeteyi’ değil onun dayandığı etnik-kültürel-dinî temelleri de yok edilmesi gereken düşman unsur olarak belirlediği için mesela “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur!” veya “Türkiye, Türklerindir!” gibi ulusalcı duygusal kimlikler inşa ederek hayatiyet kazanır.
İslami kimlikten, akıl ve adalet temellerinden hızla arındırılarak devlet ve toplum hayatına hâkim kılınan Kemalist ulusalcılık, pozitivist-laik kimliğini “Rum-Ermeni düşman unsurlarına karşı daima tetikte duralım!” havasında maskelemeyi büyük oranda başarmıştır. Esasen İslam’ı kamusal hayattan silme projesini en acımasız yollarla yürürlüğe koyan ve kendisini Kemalizm olarak ifade eden resmi ideoloji Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Rum ve Ermeni kimliğine yönelik tüm operasyonlarını sözde İslami duygular da katarak maalesef toplumsal bir taban da bulabilmiştir.
Hilafet kurumunu, medreseleri, şeriat mahkemelerini, vakıf müesseselerini, tesettürü vd. toplumsal hayattan silmek üzere siyaset üreten Kemalist ideolojiyle Ermeni veya Rum patrikhaneleri üzerinden sürekli krizler üreterek Müslümanları laik-Türk ulus kimliğine eklemlemeye çalışan merkez aynı aklın ve menfaat şebekesinin ürünüydü. Hilafeti ilga etmek ile Patrikhane’nin ‘ekümenik’ misyonunu tanımamak arasında siyaseten ve hukuken hiçbir fark yoktur. Ancak şu hususa dikkatlice bakalım: Hilafeti kötülük ve nefret odağı şeklinde propaganda ederek kendilerine iktidar alanı açan Kemalist kadroların ideal tarih anlayışı ve ideal toplum modelleri Rum ve Ermeni kilisesi için de aynı çirkin muameleyi yapmıştır, yapmaktadır.
YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...