İşte Mehmet Görmez'in Silvan'da verdiği hutbe:
Bizleri Resulü Ekrem Muhammet Mustafa’dan yedi sene sonra sahabeyi kiramın İslam’ın rahmet mesajını getirdiği Silvan’da, Meya Farqin’de Ulu Camii’de, Şarkın Sultanı Selahaddin-i Eyyubi’nin ismini alan bu muhteşem mabette, bu güzel mabette bir icabet saatinde biraraya getiren, Cuma vaktinde Rahman’a secdede buluşturan Yüce Rabbimize sonsuz hamdu senalar olsun.
Kardeş olduğumuzu ilan eden, Evs’i, Hazrec’i buluşturan, sonra da onları muhacire ensar kılan, bütün cahiliye asabiyelerini yok eden, her türlü ırkçılığı ortadan kaldıran, insanların Allah’ın nazarında tarağın dişleri gibi eşit olduğunu ilan eden, üstünlüğün sadece takvada olduğunu bildiren sevgililer sevgilisi Muhammed Mustafa’ya salat ve selam olsun.
Aziz kardeşlerim,
Hutbemin başında öncelikle yakın geçmişte Silvan’da yaşadığınız acılardan dolayı ‘geçmiş olsun’ demeye geldiğimi ifade etmek istiyorum. Cenabı Hakk şehirlerimize, beldelerimize bir daha bu tür kötülükleri yaşatmasın. Vatanımızın her karış toprağında yaşayan mümin kardeşlerinizin, kardeşlerimizin kalbini temsilen bugün Cuma hutbesinde Ulu Camii’de Selahaddini Eyyubi’nin mescidin de sizlere hutbe irat etmekten büyük bir bahtiyarlık duyduğumu ifade etmek istiyorum.
Aziz kardeşlerim,
Bu beldeler sıradan beldeler değildir. Silvan, Meya Farqin muhteşem tarihi olan bir beldedir. İslam ile aziz olmuş, İslam’ın izzetli mesajını taşımış, tarih boyunca bu mesajı başka dünyalara taşımış alimler, arifler yetiştiren bir beldenin sakinlerisiniz. Bu topraklar, bu belde hadis ilminin en büyüklerinden İmam Zehebi, Hafız Zehebi’nin beldesidir. Babası Silvan’ın sokaklarında, caddelerinde altıncılık yaptığı için Zehebi adını almış, bütün İslam dünyası tarih boyunca bu büyük hadis aliminden, bu büyük tarih bilgininden hep istifade etmiştir. Bu topraklardan İbnü'l-Ezrak gibi büyük şahsiyetler, büyük alimler yetişmiştir. Siz bu topraklardan evlatlarınızı asırlar önce Malazgirt’e gönderdiniz, Alparslan’ın duası oldunuz, onlarla birlikte Anadolu’nun bütün coğrafyasını İslamlaştırdınız. Silvan 10 bin evladı ile Malazgirt’te, Sultan Alparslan’la beraber Allah’a hangi duayı ettiler, hangi duayı yaptılar? Bu topraklarda küfrün, şirkin, zulmün, her türlü haksızlığın ortadan kalkması, İslam’ın rahmet mesajının bu topraklarda hakim olması için birlikte mücadele ettiler. Silvan çocuklarını daha sonra Kudüs’ü işgal edilen Kudüs’ü Darüsselam yapmak için Selahaddini Eyyubi’nin duasına dönüştürdüler. Silvan aynı zamanda çocuklarını Çanakkale’de bütün akvam-ı beşerin bizi yok etmek üzere üzerimize saldırılar düzenlediği bir zamanda yine birlikte hareket ettik. Birliğimizi, beraberliğimizi Allah’ın mümin kulları olduğumuzu, kardeş kulları olduğumuzu, aynı Rabbe iman ettiğimizi, aynı Peygambere ümmet olduğumuzu, aynı sevdaya tutkun olduğumuzu bütün buralarda hep birlikte gösterdik.
Aziz kardeşlerim,
Şimdi aynı şekilde bu toprakları vatan kılan kardeşler topluluğu olarak aynı Rabbe iman etmiş, aynı Peygambere ümmet olmuş kardeşler topluluğu olarak birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi daima güçlü kılmalıyız. Resulü Ekrem’in her türlü asabiyeyi, her türlü cahiliye asabiyesini ayaklarının altına aldığını hepimiz bilmeliyiz. Bizi kardeş kılan o kadar yüce değerler var ki; aynı tarihi, aynı kültürü, aynı medeniyeti, aynı imanı, aynı İslam’ı hep birlikte yaşayagelmişiz. Biz aralarına ayrılık gayrılık girecek kardeşler topluluğu olamayız. Biz birbirimizin evi, birbirimizin yurdu olmalıyız. Cizre’de bir kardeşimizin burnu kanadığı zaman Edirne’deki kardeşlerimiz ıstırap duymalı. İzmir’de bir kardeşimizin ayağına diken battığı zaman Silvan’daki kardeşlerimizin kalbi yaralanmalı. Aynı şekilde Şam’da, Halep’te, Bağdat’ta, Yemen’de San’a’da, Afrika’da dünyanın neresinde olursa olsun Müslüman bir kardeşimizin başına bir bela, bir musibet geldiği zaman hep birlikte hareket etmeliyiz. Hutbemin başında okuduğum hadisi şerifte Resulü Ekrem şöyle buyuruyor, ‘müminlerin müminlerle misali bir bina gibidir aynı binayı ayağa kaldıran tuğlalar gibi daima birbirlerine güç verirler. Bu binayı güçlü kılmalıyız, imanın binasını güçlü kılmalıyız, İslam’ın binası güçlü olmalı, izzetli olmalı, ama aynı zamanda şefkatli, merhametli olmalı.
Aziz kardeşlerim,
Bizim dinimizin dayandığı üç büyük ilke vardır. Elbette birisi İslam’dır, İslam ancak selam ile hakim olur, baki olur. Selam olmadan İslam olmaz, İslam olmadan selam olmaz. Selam barıştır, selam müminin kalbine gelen selamettir. İslam selam ve selamet birbirinden ayrılmaz. Aynı zamanda, yüce dinimizin dayandığı en temel ilke imandır, iman, emandır. Eman olmadan iman olmaz, iman olmadan eman olmaz. Eman, ‘güven’ demektir. Eman, ‘emanet’ demektir. İman, emanete riayet etmektir. ‘Emanete riayet etmeyenin imanı olmaz’ buyuruyor Allah Resulü. Bu can bize emanet, vatan bize emanet, bu kainat imar etmek üzere bize emanet edilmiştir. En büyük emanet İslam’dır, İslam nimetidir. Bu emanete sahip çıktığımız zaman eman olur, güven toplumunu birlikte inşa ederiz. Üçüncü ilke tevhittir. Tevhit, bizi kardeş kılan o muhteşem kelime. Dünyanın her tarafında, her Müslümanın vird-i zeban kıldığı o muhteşem kelime, “la İlahe İllallah Muhammeden Resulullah” ‘Allah’tan başka ilah yok, Muhammed Mustafa onun kulu ve elçisidir’ derken, biz aynı zamda tevhidi haykırırız. Ama tevhit aynı zamanda vahdettir. Vahdet olmadan tevhit olmaz, tevhit olmadan vahdet olmaz, vahdet olmadan ümmet olmaz. Aynı peygambere ümmet olmanın bize getirdiği en büyük nimet vahdettir, vahdeti gerçekleştireceğimiz en temel ilke tevhittir, “la İlahe İllallah” bizi kardeş kılan, bizi iman kardeşliğini kan kardeşliğinden, can kardeşliğinden daha yüce kılan muhteşem bir nimettir. Cenabı Hakk bizleri o tevhit nimetinden asla uzak tutmasın.
Aziz kardeşlerim,
Hutbemi Resulü Ekrem’in Mescid-i Nebevi’sinde, mescidinde yaşanan bir tabloyu anlatarak bitirmek istiyorum. Sahabeden bir grup oturmuş birbirleriyle sohbet ediyorlardı. Salman-ı Farisi girdi Mescid-i Nebevi’ye. Resulü Ekrem aynı zamanda dünyanın muhtelif yerlerinden gelen farklı ırklara, farklı renklere mensup nice sahabeyi cem etmişti. Salman-ı Farisi, Suheybi Rumi, Bilal-i Habeşi, Cabani Kürdi, bunlar Resulü Ekrem’in getirdiği vahdet nizamında kardeşler topluluğu olmuş ve bu kardeşlik tarih boyunca bütün insanlığa örnek olarak takdim edilmişti. Birbirlerine sordular, ‘herkes kendi soyunu sopunu anlatsın’ denildi. Herkes kendi soyunu anlatmaya başladı. Birisi ‘ben Mudar Kabilesindenim, falan oğlu falanım’ dedi. Öbürü ‘ben Temim Kabilesindenim, Temim kabilesi insanların en şereflisidir’ dedi. Bir başkası ‘ben Evs Kabilesindenim’, bir başkası ‘ben Hazrec Kabilesindenim’, bir başkası ‘ben Kureyş’tenim, Kureyş kabilelerin, aşiretlerin en şereflisi’ diye kendi soyuyla sopuyla övünmeye başladı. Derken birisi Salman-i Farasi’ye yöneldi ve aynı soruyu ona sordu, ‘ya Salman, senin soyun sopun nedir? Senin mezhebin nedir? Diye sordu. Salman, son yıllarda renkleri, ırkları, dilleri mezhepleri, meşrepleri sebebiyle birbirine düşmüş bütün Müslüman insanlara, bütün İslam dünyasına kıyamet sabahına kadar ders olabilecek bir cevap verdi. Salman elini kalbine koydu, kendini şöyle tanıttı: ‘ben İslam oğlu Salman’ım’ Ve sonra ayağa kalktı, şehadet parmağıyla işaret ederek şöyle dedi: ‘ben dalaletteydim, Allah beni Muhammed Mustafa ile hidayete erdirdi. Ben fakirdim, yoksuldum, Allah beni Muhammed Mustafa ile zenginleştirdi. Ben köleydim, boynumda boyunduruk vardı, ama Allah beni Muhammed Mustafa ile özgürlüğüme kavuşturdu.
Aziz kardeşlerim,
Şimdi hep birlikte düşünelim, Silvan Silvan olmadan, Meya fargin Meya fargin olmadan, Resulullah’ın ashabı İyaz Bin Ganem komutasında Diyarbakır’a, Silvan’a gelmeden, Cizre’ye, Nusaybin’e gelmeden önce bizim atalarımız ne idi, hepimizin ataları ne idi? Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla, Çerkez’iyle hepimizin ataları burada İslam nimetinden mahrum, medeniyetten mahrum, izzetten mahrum bir hayat yaşıyorlardı. Ama Allah bizlere imanı lütfetti, Allah bize tevhidi lütfetti, sonra biz o iman ile kardeş olduk. Aynı Rabbe iman ettik, aynı Peygambere ümmet olduk, aynı Rahman’a secde ettik, aynı Rahman’ın huzurunda saf tuttuk. Bu kardeşlik, bu nimet bize yetmiyor mu? Sonra ecdadımızla hep birlikte Malazgirt’te birlikte olmayı, Çanakkale’de birlikte olmayı, Selahaddin-i Eyyubi’yle Kudüs’te birlikte olmayı lütfetti Yüce Rabbimiz. Bu nimet olarak, şeref olarak hepimize, milletimizin bütün fertlerine yetmez mi?
Aziz kardeşlerim,
Hutbemi bitirirken tekrar ifade etmek istiyorum; öncelikle Silvan’da, Cizre’de, Silopi’de, Nusaybin’de, Sur’da son aylarda üzüntülü, hepimizi kalbimizden yaralayan acılar yaşadık. Ancak bir muhasebe etmemiz gerekmiyor mu? Devlet olarak, millet olarak, Diyanet olarak, Batısıyla, Doğusuyla hepimizin bir muhasebe yapması gerekmiyor mu? Şimdi bizim aramızda olması gereken, bizim aramızda birlikte Rahman’a secde etmemiz gereken çocuklarımızı, evlatlarımızı başka ideolojilere, dağlara kaptırmanın hesabını, muhasebesini hep birlikte yapmak durumunda değil miyiz? Biz neden bu hale geldik? İslam alemi neden bu hale geldi? Suriye’de neden ateşler yükseliyor? Ümmetin bütün çocukları neden ateşlerle yanıyor? Bağdat’ta neler oluyor? San’a’da, Yemen’de neler oluyor, ne büyük acılar yaşanıyor? Müslümanlar neden vahdeti terk etti? Neden tevhitten uzaklaştı? Neden selam yurdu selam olmaktan çıktı? Neden eman yurdu eman olmaktan çıktı? Bu soruları kendimize sormak zorunda değil miyiz? Daha dün buraya yakın birkaç kilometre ötede bir karakolda ne büyük bir fecaat yaşandı. Şehit olan bütün çocuklarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Cenabı Hakk millet olarak bizi bir an önce kan dökmekten muhafaza eylesin. Kalbimizi kalplerimizi birleştirerek, kardeşlik potasında eriyerek, bu vatanı birlikte imar ederek, barışı ve kardeşliği yeniden egemen kılmayı Cenabı Hakk bizlere nasip eylesin. İslam’ın bize kazandırdığı en büyük vasıflardan bir tanesi özgürlüktür özgürlük, yani azadi. Ancak geçen hafta Cizre’de de ifade ettim, aynı ifadeleri sizin lisanınızla, lisanımızla, kalbimizle ifade etmek isterim ki, ‘Günahlarından tövbe eden günahsız gibidir.’
Diyanet Basın