Her ne kadar “Ramazan ayında azgın/gözü dönmüş şeytanların zincire vurulacağı” bize müjdelenmiş olsa da görünen o ki bürokratik oligarşinin besleyip büyüttüğü azgın-gözü dönmüş şeytanlar kendileriyle birlikte aldatabildikleri diğer mücrimleri de cehenneme sürüklemekten asla vazgeçmeyecekler. Baksanıza Âlemlerin Rabbi olan Allah-u Teâla’ya karşı kuşandıkları küstahlık ve terbiyesizlik Kureyş müşriklerini aratmayacak düzeyde. İnsanın yaradılış gayesine ve tertemiz fıtratına karşı savaş açıp şeytani hazları içeren her türlü haramı, günahı, çirkinliği bir hayat tarzı olarak topluma benimsetmek için yarış yapıyorlar adeta.
Türkiye’deki cinsel sapkınlık mücadelesi adı-adresi belirsiz lobilerin, karanlık odakların filan değil düpedüz kimi siyasi partilerin, meslek örgütlerinin, sermaye gruplarının, medya organlarının ve aydın-sanatçı platformlarının bizzat üstlendiği kirli bir mücadeledir. Bu kirli mücadele öyle bir noktaya geldi ki; sadece cinsel sapkınlıkları övme, teşvik etme ve örgütlemekle iktifa etmez oldu. İleri bir aşamaya geçip cinsel sapkınlıkları reddeden, kınayan, ayıplayan ahlaki çıkışların kanunlarla yasaklanması için teşebbüsler yoğunlaştı.
Nihayet hutbe ve vaazlarda zina ve eşcinsel ilişkilerin toplumu lanete sürüklenemeyeceğine kadar vardırdılar şirretliklerini. Atalarının izinde ilerledikleri için sathı müdafaa pozisyonunda değil de her daim hattı müdafaa pozisyonunda hareket ediyorlar. Zina ve eşcinselliği özendirecek hutbeler, cinsel sapkınlığı teşvik edecek kanunlar peşinde koşuyorlar.
İslam Ne Karışırmış Cinsel Sapkınlıklara?!
Ramazan ayının ilk Cuma hutbesini irad ederken Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş da az çok hangi örgüt ve çevrelerden tepki geleceğini tahmin etmiştir. Ancak insan hayatını ve neslini çürüten günahlara karşı sessiz kalmak, korkup geri çekilmek mümkün olmadığı için Kur’an ve Sünnet’in açık ve net hükmünü olduğu gibi beyan etti: “İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor ve eşcinselliği lanetliyor.” Geçen haftaki hutbenin konusu olan zina ve cinsel sapkınlıkların getirdiği musibetlere karşı Allah ve Resulü’ne iman edenleri ortak bir mücadeleye davet etti doğal olarak. Ancak bir asırdır hutbeler, vaazlar, camiler Kemalist vesayetin kuşatması altında tutulmak istendiği gibi son 15-20 yıldır Avrupa Birliği’nin dayattığı kriterler tarafından da kuşatıldığını unutmayalım.
Zina ve cinsel sapkınlığı lanetleyen hutbeye karşı başlatılacak operasyonun işaret fişeğini İnsan Hakları Derneği ateşledi. İHD Ankara Şubesi hiç vakit kaybetmeksizin DİB Ali Erbaş hakkında Cuma hutbesinde LGBTİ’lere karşı nefret söyleminde bulunduğu” gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu. İnsan Hakları Derneği’ne göre hutbede LGBTİ’ye yani cinsel sapkınlıkların her bir çeşidine karşı bir “nefret dalgası” oluşturulmuştu. Dahası İHD’ye göre Diyanet bu nefret suçunu Temmuz 2019’da da tekrar etmiş, eşcinseller için “yaradılışa aykırı bir sapkınlık” gibi nefret içeren bir nitelemeyle ayrımcılık yapmıştı. İki yıldır eşcinsellerin eylem ve etkinliklerini yasaklayan Hükümet asıl sorumlu olarak işaretleniyordu bildirinin sonunda. Hükümet eğer sorumluluktan kurtulmak istiyorsa “bir an önce Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı kriterlerine göre, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini de içeren, nefret suçlarına ilişkin yasal düzenlemeleri yapmaya” davet ediliyordu.
Ancak asıl operasyon Ankara Barosu’nun bildirisiyle başladı. Ankara Barosu’nun bildirisi elbette cinsel sapkınlığın her türünü savunmak hatta teşvik etmek üzere kaleme alınmıştı. Ancak Ankara Barosu’nun bildirisi “sesi çağlar öncesinden gelen” ve “kutsal sayılan değerler” gibi Mekkeli müşriklerin 2020 versiyonundan daha ileriye geçemeyen inkârcı kalıplarıyla şekillenmişti. Edepsizlik ve küfürle harmanlanan şapşallık “cadı avı ve cadıların yakılması” gibi ifadelerle kıble edindikleri Batı’nın günahlarını Müslümanlara yamamaya değin uzandı maalesef. Mesleki ve ideolojik dayanışma adına İzmir Barosu tarafından yapılan açıklama da benzer şaşkınlıklarla dolu. İlk elde insanların ırkına, rengine ve kökenine yönelen utanç dolu ayrımcılıkla cinsel sapmalara karşı verilen mücadeleyi eşitleyen kafa ve mantık hukuktan ne anlar? “Nefrete İnat, Yaşasın Hayat” sloganıyla toplumu zina ve cinsel sapkınlıklara teşvik ederken bunları haram-günah sayan İslam’ı bir kalemde “nefret dolu anlayış” ilan edip İslam’a karşı insanları savaş ilan etmeye davet ediyorlar.
İnsan Fıtratına Karşı Açılan Savaş
Ortada bir provokasyon mu var? Evet, bir açıdan provokasyon denilebilir. Ancak bu mesele uzun vadeli hesabı kitabı yapılmış, örgütleri ve söylemi takviye edilmiş açık bir ifsad projesi olarak bütün dünyayı boğmaya kalkışıyor. Sadece Diyanet İşleri Başkanlığı değil bütün Müslümanlar hatta tahrif edilmiş haliyle bile Tevrat ve İncil’e inanan Yahudi ve Hıristiyanlar da bu sapmaya karşı mücadele ediyor, edecekler. Zina ve cinsel sapma insan fıtratına karşı açılmış dehşetli bir savaştır. Bu savaşa karşı insan onurunu kuşanan, şeref ve haysiyeti için yaşayan bütün insanlar aynı cephededir.
Peki, Diyanet İşleri Başkanlığı zina ve cinsel sapmalara karşı verilen bu mücadelede yeterince donanımlı mıdır? “Evet, yeterince donanımlı” demek kolay değil. Çünkü bu türden büyük günahların diğer günahlarla sıkı ilişkisi var. İslam bir bütün olarak insanı ve tabiatı fesada uğratan, tahrib eden bütün cürümlere karşı helali, doğruyu, güzeli ve iyiyi öne çıkarmak üzere kapsamlı bir mücadele görevi yüklemektedir bizlere. Diyanet’in toplumsal destek ve ekonomik açıdan imkanları ile siyasi-kanuni, bürokratik kısıtlamaları arasında bir muhasebe yapıldığında neden bazı şeylerin yeterince yolunda gitmediği daha iyi anlaşılır.
Diyanet İşleri’nin görevi Kur’anı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’de beyan edilen hakikatleri uygun bir üslub ve hikmetle topluma taşımak gibi bir görevi var. Zina ve cinsel sapkınlıklara karşı koyulan net ve kararlı duruş diğer günahlara karşı da gösterilmelidir. Evet hiçbir günaha, harama cevaz verilmiyor, hiçbir cürüm için kapı aralanmıyor. Ancak aynı yüksek tonla, aynı açıklık ve kararlılıkla bazı emir ve yasaklar hatırlatılmıyor. Faiz ve kumar, içki ve falcılık, rüşvet ve iltimas, kul hakkı ve kamu malı gibi hususlarda mahşerde kulları bekleyen azap gibi konular hutbe ve vaazlarda daha yoğun işlenmeli. Bakın Resmi İdeoloji’nin küfür ve şirk içeren sembol, söylem ve ritüelleri hakkında Diyanet’in ağzını bıçak açmıyor. Ulu Önder kültü ile ezilen bir toplumu itikadi ve iktisadi sapmalardan korumak için kim konuşacak? Diyanet İşleri’nden geleneksel-modern ayrımı yapmaksızın küfür ve şirkin her türüne karşı mücadele bekliyoruz.
(Yazar Yeni Akit’teki köşesinde yayımlanan bu yazısını Haksöz-Haber için genişletmiştir)