‘Disiplinli Hürriyet’ ve Türkçülük!..

SİNAN ÖN

“Prokrustes isimli haydutun iki demir yatağı vardır.  Soyduğu yolcuları bunlara yatırır, boyu yataktan uzun olanların ayaklarını keser, kısa olanları çeker uzatırmış!” (Y. Miti) 

Tanzimat’la birlikte, İmparatorluğu çöküşten kurtarma ve toplumsal düzeni toparlamayı hedefleyen dört ana akım ortaya çıkar. Batıcılık, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük. Cumhuriyet’e geçişte bu akımlardan bazıları kırılma, bazıları kurulma işlevine hizmet eder.

Kemalist ideolojiyi şekillendiren kadronun düşünce dünyası, II.Meşrutiyet’in siyasal atmosferinde şekillenir. Tarık Zafer Tunaya bu yüzden dönemi, “Cumhuriyet’in siyasal laboratuvarı” olarak nitelendirir. İdeoloji, unsurlarına ayrılırsa bu durum çok rahat görülür.

Balkan Harbi yenilgisi Osmanlıcılık ideolojisini çökertirken, Arnavut ve Arap isyanları da İslamcılığı resmi olarak devre dışı bırakan faktörler olur. Cumhuriyet sonrasına iki düşünce akımı intikal eder. Bununla birlikte, bütün Türkçülerin Batıcı, bütün Batıcıların Türkçü olmadığını söyleyebiliriz. Örn; Kemalist ideolojinin teşekkülünde fikirleriyle ciddi bir rol oynayan Abdullah Cevdet Osmanlıcılık fikrine reel anlamda son buluncaya kadar bağlı kalır.

Aslında dönemin hızlı cereyan eden ve köklü değişikliklere sebebiyet veren kaotik ortamı, en dik duruşlu aydınların dahi olmadık gel gitlerini açıklayabilir. II.Meşrutiyet, I.Dünya savaşı, İmparatorluğun sonu, Cumhuriyet’in ilanı ve Hilafetin ilgası gibi siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda yaşanan dönüşüm, çok dar bir zaman diliminde gerçekleşir. Bu yüzden ana akımların, gözardı edilen sentezleri, ara renkleri de mevcuttur. Dini sosyal hayatın vazgeçilmez bir realitesi olarak gören ve ‘Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak’ adlı kitabında, İslam’a çimento işlevi yükleyen Ziya Gökalp bunlardan biridir.

Cumhuriyet eliti, tezin ‘İslamlaşmak’ bölümünden hiç hazzetmez ve İslam’a yönelik bu bakıştan radikal bir şekilde kopar. Hilafetin ilgası, medrese ve tekkelerin kapatılması, bu kurumlar vasıtası ile gelecek nesillere aktarılan geleneğin ve kültürün aktarımını engelleme amacını taşır. Alternatif olarak ise, pozitivizm topluma bir çeşit din olarak dayatılır.

Harf devrimi bu ameliyenin son halkası olur. Böylece Cumhuriyet’in sadece Osmanlı ile değil bütün bir medeniyet ile bağlantısı kesilir. Bu Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte ciddi bir kırılmadır ve bizi içinde olduğumuz tarih ve medeniyete yabancılaştırır!

Yeniden inşa edilmek istenen birey, vatan ve toplum tasavvurunu anlamak için 1930’dan sonra netleşen Kemalist geleneğin yani CHF’nın genel sekreteri Recep Peker önemli bir figürdür. 1931’de genel sekreterliğe tayin edilen Peker, 1933 tarihinde Ülkü dergisinde “Disiplinli Hürriyet”  isimli bir yazı yayınlar. Peker yazısına; “Kutupların üzerinde birbirini yiyen ‘hür’ foklar var; Alaska’da birbirini yiyen ‘hür’ ayılar var!” cümlesi ile başlar. Yani hürriyet denilen şey kargaşa, anarşiden başka bir şey değildir. Eğer insanlar zapturapt altına alınmazsa foklar ya da ayılar gibi birbirlerini yerler!

Yazısına; “Medeni şehirlerde, demir kafesler içinde vahşi hayvanları afyonla uyuşturup, onları kamçı altında terbiye eden cambazlar var!” diye devam eder. Evet, ‘kafesinizde’ uslu uslu oturursanız sorun yok ancak yan bakar, aykırı bir şey söylerseniz ‘kamçı hazır’ dır!

Peker göre; “Mesut memleketimizde bazı deliler; ‘boğuluyoruz, yaşadığımız memeleketin havasındaki tazyik bizi öldürüyor, hürriyet isteriz!’ diyor. İnanarak söylüyorum ki, içinde yaşadığımız ‘düzene uygunluk şartı’ ile bugün Türkiye’de mevcut hürriyetten daha genişi, daha üstünü, dünyanın hiçbir yerinde yoktur!”  Bununla birlikte mevcut hürriyeti fazla bulup (böyleleri de varmış!) aşırı disiplin isteyenleri de delilikle suçlayan Peker için, kafeste gerekmedikçe afyon ve kamçı kullanmak israftır!

‘Disiplinli hürriyet!’ yazısını kaleme aldığı zamanlarda Almanya ve İtalya’da incelemeler  yapan ve dönüşte, CHF IV. Kurultayına bir parti tüzüğü ve programı hazırlayan Peker’in bu programı, parti-devlet bütünleşmesini sağlar. Bütünleşme ile Tek Parti ideolojisinin Kemalizm’le eşdeğer kılındığını hatırlarsak hadiseyi daha iyi anlayabiliriz..

Ancak Kemalist ideolojiyi de homojen bir yapı olarak değerlendirmemek gerek! Türkçülük akımı Cumhuriyet devrine birkaç koldan intikal eder. Örn; Ziya Gökalp Türkçülüğü ile Türk Ocaklarını farklı değerlendirmek gerekiyor. Türk Ocakları, Hamdulah Suphi ile kuruluş yıllarında önemli roller üstlenen, ‘kültür devrimlerinde’ ciddi rol alan bir yapıdır.

İşin atlanan bir boyutu vardır ki; bu ocaklar da homajen değildir. Anadolu’da bulunan şubelerin genel merkeze nazaran daha muhafazakar bir yapıda olduğu söylenebilir. Bu şubeler, Serbest Fırkaya destek verirler. Türk Ocakları’nın 1931’de kapatılmasının pek fazla dillendirilmeyen gerekçelerinden biridir bu!

Mustafa Kemal’e her türlü desteği vermiş olmalarına rağmen, Osmanlı’yı büsbütün gözden çıkarmayan Türk Ocakları’nın, Yahya Kemal anlayışına yakın olduğu görülür. Ocak içinde organize edilen, “Türk Tarih Tetkik Heyeti” ocak kapatılınca, Cemiyet’e dönüştürülerek faaliyetlerine devam eder. Cemiyetin en önemli faaliyeti ise ‘Türk Tarih Tezi’ olur!

Türk Tarih Tezi’de, farklı bir Türkçü damardan beslenir! Mustafa Celaleddin Paşa’nın ‘Eski ve Modern Türkler’  adlı eserine dayanan, meşrutiyet döneminde Ahmed Mithat Efendi, mütareke yıllarında Enver Paşa tarafından savunulan, damadı Samih Rifat tarafından Cumhuriyet devrine aktarılıp, İsmail Hakkı Baltacı ve Yusuf Ziya Özer tarafından hararetle desteklenen bir damardır bu!

Teze göre; insanlığın menşei Orta Asya’da, Altay Dağları’dır. İnsanlık, dolayısı diller ve kültürler buradan neşet etmiştir! Hz.Adem ve Hz.Muhammed (as) Türk’tür!  Yunan mitolojisi aslında Türk mitolojisidir! Yusuf Ziya Özer, Yunan tanrı ve tanrıça isimlerinin Türkçe’den geldiğini ‘isbat eden’ kocaman bir kitap kaleme alır; ‘Yunan’dan Evvelki Türk Medeniyeti!’ Tez, bu yaklaşımları ile ‘Güneş-Dil Teorisine’ kaynaklık eder!

I.Türk Tarih kongresinde teze karşı sesini yükselten, Zeki Velidi Togan ve Fuat Köprülü gibi kişiler, tezin şiddetli savunucularının hakaret ve tehditleri karşısında görevlerini bırakırlar ya da geri adım atmak zorunda kalırlar. Çünkü Recep Peker’in söylemi ‘disiplinli hürriyet’ doktirini hakim ideolojinin programı olmayı başarmıştır!

Sonuçta, dönemin Türkçüleri arasında ayrı fraksiyonlar olsa da, hepsi birazda konjektürün zorlamasıyla totaliter ve otoriterdir. Hepsinin kafasındaki düşünce, toplumu kendi arzu ettikleri modele göre şekillendirmektir. Onlar zihinlerdeki soyut milleti yüceltirken, somut milleti sürü olarak görürler! Bizim Kemalist ‘Prokrustes’ler de, uzunları kısaltıp, kısaları uzatarak aynı boyda, tek tip insanlardan oluşan bir toplum arzu ederler! Bugün bile aynı argümanları savunan, aynı kafada olan ‘ulusalcılar var!