Geçen yazımda AKP hükümetinin dış politikasına yöneltilen haklı eleştiriler üzerinde durdum. Eleştirilerin bir kısmını ise haksız buluyorum. Örneğin deniyor ki, 2008 yılı sonuna kadar Türkiye, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapıyordu, şimdi ikisiyle de kavgalı.
Peki, aradan geçen zaman zarfında olan bitenleri dikkate almadan bir yargıda bulunmak doğru mudur? İsrail, Gazze'de katliam yapıp Suriye ile barış arayışını kendisi kundaklamadı mı? İsrail'in son hükümeti, neredeyse tüm dünyaya meydan okuyarak Filistinlileri işgal ve boyunduruk altında tutma politikasında ısrar etmiyor mu? Türkiye, bütün bölgede barış ve istikrarı tehdit eden bu vicdansız ve adaletsiz politikaya "hayır" demekte niye haksız olsun?
Suriye halkı özgürlük ve demokrasi talebiyle ayaklandı. Baas diktatörlüğü, isyanı bastırmak için son sayılara göre en az 17 bin yurttaşını katletti, iki yüz bini aşan yurttaşını da komşu ülkelere sığınmak zorunda bıraktı. Beşşar Esed'in bütün reform çağrılarını cevapsız bırakmasından, meşruiyetini tümüyle yitirmesinden sonra, en uzun sınıra sahip olduğu komşusunda istikrarın sağlanmasında büyük çıkarı olan Ankara'nın rejime karşı (erken veya geç) tavır alması, muhaliflere diplomatik destek sağlaması niye yanlış olsun? Suriye halkına karşı vicdani sorumluluk yok mu? Suriye'de rejimin değişmesi artık bir vade meselesi. Irak hükümeti dahi "totaliter" olarak niteleyerek Baas diktatörlüğüne karşı tavır aldı. Rusya'nın da giderek Esed sonrasına hazırlandığına dair işaretler (silah satışını askıya alması) çoğalmıyor mu? Ankara'nın uzun vadeli düşünmesi doğru değil midir?
Deniyor ki, Ermenistan ile 2009'da imzalanan protokoller hayata geçirilmedi. Peki, Ermenistan, Azerbaycan'ın beşte birini işgal altında tutup bir milyona yakın Azeri'yi kendi ülkelerinde mülteci kılma politikasında ısrar etmiyor mu? Erivan, Bakü ile uzlaşma yönünde en küçük bir tavize yanaşmadığı sürece Ankara'nın diplomatik ilişki kurmamakta, sınırları açmamakta direnmesinin anlaşılır bir yanı yok mu? Ankara'nın anlaşılmaz yönü, Osmanlı Ermenilerinin başına gelen felaketle yüzleşmekten ısrarla kaçınması. Soykırım veya değil, yüz binlerce Osmanlı Ermenisi kendi hükümetlerinin aldığı tehcir, zorunlu göç kararı nedeniyle can vermedi mi? Ne yapılması gerektiğini yıllar önce emekli büyükelçi Volkan Vural söyledi: Özür dile, tazminat öde, hayattaki aile efradına yurttaşlık ver!
En son Beşşar Esed'in ağzından da deniyor ki Türkiye dış politikada "mezhepçilik" yapıyor; İran merkezli Şii ya da gayri - Sünni ittifaka karşı, Sünni ittifakı kuruyor... Müslüman Kardeşler'i, Hamas'ı destekliyor, ama Hizbullah'ı, Maliki'yi dışlıyor... Ben bu iddiada haklı görülecek bir yan göremiyorum. Ankara, Ortadoğu'daki anlaşmazlıkların bütün taraflarıyla, sürdürülebilir olduğu sürece diyalog içinde oldu.
Şiiliğin ana karargâhı İran, bugün de Türkiye'nin kendisiyle kurduğu diyaloğun kıymetini bilmiyor mu? Tayyip Erdoğan Irak ziyaretinde, Şiiliğin dini merkezi Necef'te Hazreti Ali'nin türbesini ziyaret eden ilk Türk başbakanı olmadı mı? Ankara Hizbullah ile Irak'ın öteki Şii liderleri Iyad Allavi ve Mukteda El-Sadr ile diyaloğu sürdürmüyor mu? Başbakan Nuri El-Maliki ile gerginlik, onun Saddamlığa soyunmasından kaynaklanmıyor mu? Türkiye ile İran arasındaki hem dostluk hem gerginlik ilişkilerinin temelinde, ayrı mezhepleri değil, bölge için iki ayrı modeli temsil etmeleri var.
Ben AKP hükümetinin "yeni-Osmanlıcılık" yaptığına dair iddialarda da ciddiye alınacak bir taraf görmüyorum. Türkiye'nin Ortadoğu, Balkanlar, Kuzey Afrika, Güney Kafkasya ve Orta Asya ülkeleriyle tarihi ve kültürel bağları var. Ankara'nın bu bağlar temelinde söz konusu ülkelerle siyasi ve iktisadi ilişkilerini geliştirme çabalarının hegemonik emeller gütme olarak yorumlanmasını makul bulmuyorum.
Ankara ayağını yorganına göre uzattığı sürece dış politikanın açmazda olduğu iddiası ciddiye alınacak nitelikte değil.
ZAMAN