Direnişin “Kimyasal” Halkası

KENAN ALPAY

Suriye’de insanların özgürlük talep ederek meydanlara çıkmalarının üzerinden neredeyse üç sene geçti. Haklarını aramak için yaptıkları barışçıl gösteriler kanla ve katliamla bastırılmaya başlayınca direnişin dördüncü ayından sonra savunma cihadına başladılar ve kendilerini güçsüz kadın çocuk ve yaşlıları ve hepsinden önemlisi “din”lerini korumak için silahlandılar.

Çok konuşuldu çok yazıldı çok tartışıldı. Çok konuşulurken de çok yazılırken de çok tartışılırken de Suriye’de insanlar ölmeye katledilmeye devam ettiler.

Kimyasal Ölüm, Kimyasal Suskunluk

Ve bu sabah. Şam’ın banliyölerinden birinde Esed cuntası kimyasal silah da kullandı. İlk belirlemelere göre beş yüze yakın çocuk, kadın ve erkek hayatını kaybetti. Görüntüler içler acısı ve insanın kanını dondurucu. Kimyasal bombanın etkisiyle can verene kadar titreyen ve ağzı gözü elleri istemsiz bir şekilde tikleyen çocuklar benim diyen insanı insanlığından utandıracak kadar acımasız ve vahşi boyutlar taşıyor.

Peki, bu günah kimin?

Suriye intifadasının başından beri halkını acımasızca katleden gerek düzenli ordusu ve gerekse kendi eliyle beslediği şebbihaları eliyle on bin civarında sadece çocuk katleden Beşşar Esed ve Baas diktatörlüğünün mü?

Yıllardır Suriye’yi kendisine tehdit olarak gören ve buna göre politikalar belirleyen fakat son zamanda Ortadoğu intifadaları ile panikleyip asıl tehlikenin Suriye’de onurlarını korumak için direnen müslümanlar olduğunu fark eden (!) İsrail mi?

1921 Kahire toplantısından sonra şekillendirilen Ortadoğu coğrafyasında İngiliz ve Amerikan emperyalizmi ile gönüllü işbirliğine giren ve onyıllardır Ortadoğu’da Amerikan ve İngiliz çıkarları için varlıklarını sürdüren Suudi Krallığı ve diğer işbirlikçi bölge ülkeleri mi?

Direnişin başlarından itibaren İran yönetimi Esed ve Baas diktatörlüğüne olan sevdasını ilk önce ‘direniş ekseni’ masallarıyla sonrasında “Suriye direnişin altın halkasıdır” tanımlamasıyla izaha kalkıştı. İran’ın Lübnan’daki gölgesi Hizbullah ise Esed-Baas cuntası adına Suriyeli Müslümanlara karşı yürüttüğü kirli saldırıları “Seyyide Zeynep türbesini koruyoruz” yalanlarıyla manipüle etmeye çalıştı. Son olarak da “Suriye’de Hizbullah’ın beşbin savaşçı var gerekirse beşbin daha göndeririz. Hatta gerekirse ben bile gider cephede savaşırım” diye kükreyen Hasan Nasrallah’mı?

1979’da gerçekleştirdiği İslam devriminin ana ilkeleri ile değerlerinden baş aşağı bir düşüşü yaşayarak politikalarını İslami ilke ve prensiplerden uzak sadece “ülke çıkarları” üzerine kurarak İslam dünyasında derin bir hayal kırıklığına yol açan İran mı?

Yüz bini aşan cinayet, binlerle ifade edilen tecavüz, istatistiği tutulamayan yıkım, milyonları aşan mülteci, hasta, sakat, yetim, dul vd.’nın günahı için sadece Esed/Baas isimli vampiri mi sorumlu görelim isteniyor?

Bir Esed Var, Esed’den Öteye

Suriye intifadasını başından beri Esed/Baas rejiminin bekası namına engellemeye çalışan yapılan tüm görüşmeleri, iyi niyet yaklaşımlarını elinin tersiyle iten İran’ın dini otoritesi ve tek söz sahibi Rehber Hamaney’in “altın halka” olarak taltif ettiği kiralık katili azmettirmek, teçhiz etmek, koruyup kollamak gibi suçlarını nereye koyalım şimdi?

Evet, kimin bu büyük günah?

Suriye’de her gün onlarca belki yüzlerce masum katledilirken varlıklarını İran’ın varlığına armağan etmiş, Allah’ın emirlerini Hamaney’in emirlerinin arkasına atmayı marifet bilmiş, akıl ve vicdan tutulmasının eşsiz örneklerini sergileyerek “İran ulus devleti adına “nüfuz casusluğu” görevini canla başla ifa etekte olanların bu katliamlardaki payını da unutalım mı?

Katil Esed ve katliamlarına tek söz söyleyemeyen, söylediği zaman da Suriye’de “müslüman müslümanı öldürüyor” veya “iç savaş” gibi kurnazca manipülasyonlarla konuşup Cündişapur zehrini ümmete enjekte eden müslüman aydınlar mı?

Önümüzde yan yana yatırılmış masum çocuklarımızın ve yetişkin kardeşlerimizin cesetleri duruyor.

Suriye’yi Esed/Baas tasallutu altında tutmak üzere Rusya ve İran’ın seferber olduğunu hepimiz biliyoruz.

Katliamın sorumluluğu Esed/Baas rejimi kadar Rusya ve İran’ın üzerindedir. Mezhep çatışması çıkmasın filan diye kimse İran ve Hizbullah’ın işlediği cinayet, katliam ve işgali görmezden gelmemizi beklemesin.

“Mezhep çatışması çıkmasın” söylemi İran tarafından sıkça kullanılan ve Esed rejiminin bekasına hizmet eden bu dönemin en önemli psikolojik harp jargonudur.

Mütecaviz Esed rejimini işlediği cinayetlerden ötürü lanetleyememiş, İran ve Hizbullah’ın bu cinayetlerdeki rolüne itiraz edememiş İslami camianın kimi aktörlerinin Batı’yı, AB ve ABD’yi iki yüzlülükle suçlayan beyanları kelimenin tam anlamıyla iğrenç bir yüzsüzlüktür. Hatta tarihe geçecek bir kişiliksizlik ve onursuzluk örneğidir.