Sivas Özgür-Der üyeleri Suriye İntifadasının 5.yılında Suriye halkının direnişini destekleme ve Baas vahşetini kınamak için kent meydanında bir araya geldiler.
Kent Meydanı'nda kardeşleri için bir araya gelen topluluk; "Katil Esed Suriye'den Defol!", "Katil İran Yönetimi!", “Katil İran Irak’tan defol!”, "Müslüman Zulme Sessiz Kalamaz!", "Sivas’tan Halep'e Direnişe Bin Selam!", "Suriye Halkı Yalnız Değildir!" sloganları ve tekbirler ile eyleme iştirak ettiler.
Eylemde ilk konuşmayı Sivas Özgür-Der sözcüsü Sinan CERAN yaptı. Ceran konuşmasına Erbakan Vakfı’nın Bursa şubesinin Katil Ahmedinejat’ın “mücahit Ahmetinejat” olarak takdim edilip kürsüye çağrılmasını eleştirerek başladı. Aynı yerde “Katil İran Suriye’den defol!” sloganını atmasına fırsat verilmeden linç edilen gencin “Mücahit Erbakan” sloganları eşliğinde derdest edilmesini eleştirerek orada o gençten başka mücahit göremedik dedi. Milli Görüşçülerin “Milli Şebbiha” olma yolunda ilerlediğini de belirtti. Ceran, Milli Gazete’nin “Özgürlük Türküsüyle 300 Bin Suriyeli Öldürdünüz!” gazete manşetine değinerek konuşmasına devam etti. Ceran, yeniden gündeme taşınan Kabataş olayları, 6-7 Ekim Olayları, Charlie Hebdo Olayı, hayata geçmeyen 11 Mart Hayatı Durdurun çağrısı üzerinden Baasçı, Türk ve Kürt Kemalistlerle, Türk ve Kürt Apocuların Türkiye özleminin Esed’in Suriyesi’nden, Sisi’nin Mısır’ından bağımsız konuşulamayacağını belirtti. Mısır’n baltacılarıyla, İran ve Hizbullah milisleri; gezicilerle 6-7 Ekim katliamcılarının bir farkının olmadığının altı çizildi. “Bu kadına haddini bildirin!” efelenmelerinin bugün "Bu Müslümanlara Hadlerini Bildirin" şeklinde küresel ölçekte yapılmaya çalışıldığını söyledi. Konuşmasında 5.yılına giren onurlu Suriye direnişinin tüm imkansızlık, kuşatma ve karartmalara rağmen devam ettiğini dile getirdi. Kimyasal silahlar, füzeler, varil bombaları ile katledilen ve sistematik işkence, tecavüz ve açlığa mahkum edilen Suriye halkını tüm dünyanın boş gözlerle seyrettiğini belirten Ceran, onursuz bir uzlaşmayla teslim alınmak istenen direnişin asla taviz vermediğini bilakis İran gibi geçmişte İslami yönetim adına devrim gerçekleştirmiş bir ülkenin, artık Müslüman kanı dökmekte koalisyon ile yarıştığını dile getirdi.
Suriye direnişini en başından itibaren karalamaya ve Batı'nın bir komplosu gibi göstermeye çalışan sözde İslami çevrelerin kör taassuplarından geri adım atmadıklarını ve nedamet de duymadıklarını dile getiren Ceran, Suriye İnsan Hakları Örgütü'nün yayınladığı rapordan acı ve çarpıcı örnekler sundu. Suriye İslami direnişin ne kadar süreceğinin sorulmaması gerektiğini, asıl sorunun ise bizlerin bu imtihan içerisinde ne kadar sorumluluk aldığımız olduğunu vurguladı.
Ardından Süleyman CERAN söz aldı ve şunları kaydetti:
SURİYE İNTİFADASININ 5. YILINDA ÜMMETİN DİRENEN ÇOCUKLARININ YANINDA ZALİMLERİN VE İŞBİRLİKÇİLERİN KARŞISINDAYIZ!
“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (ÂLİ İMRÂN – 139)
Suriye halk direnişi 1461. Gününde.
Suriye’de çocukların duvarlara “hürriyet” yazmaları korku duvarlarının aşılmasının ilk işaretiydi. Bugün itibariyle aradan dört yıl geçti ve Suriye intifadası devam ediyor. Toplam 350 binden fazla insan şehit oldu. Milyonlarca insan yurtlarından sürüldü. Hayatlar söndü, söndürüldü. Fakat özgürlük ateşi sönmedi. Gün geçmiyor ki Suriye’den bir katliam haberi gelmesin bir vahşet yaşanmasın. Fakat Şam’da, Halep’te, Humus ’ta, Hama’ da ve diğer birçok şehirde Müslümanlar zalim Baas çetesine, Şii milislerine ve diğer işbirlikçilerine karşı onurlu direnişlerini sürdürüyorlar. Gün geçmiyor ki varil bombalı, kimyasal gazlı saldırılarda insanlar, küçücük bebekler enkaz yığınlarının arasından çıkarılmasın. Fakat Suriye intifadası tüm olumsuzluklara rağmen onurluca bir şekilde sürdürülüyor.
Ortadoğu coğrafyası 1.Dünya savaşı sonrasında emperyalist güçler tarafından işgal edildiler ve 2.Dünya savaşı sonrası şartlarında ise işbirlikçi karakteri ağır basan despotik iktidarlara terk edildiler. İster NATO bloğuna isterse Sovyetler Bloğuna dahil olmuş olsunlar İslam dünyasındaki despotik iktidarların en belirgin vasfı İslami hareketlerin bastırılmasıydı. Ortadoğu halkları on yıllar boyunca bu kukla yönetimlerin tutsağı oldular. Fakat 2010 yılının Aralık ayına gelindiğinde, Tunus'ta çıkan kıvılcımla bu yönetimlere karşı bir kıyam başladı. Zulüm ve baskı altındaki halklar adalet ve özgürlük talepleriyle ayaklandılar ve bu ayaklanma kısa sürede tüm Ortadoğu'yu sardı.
Suriye'de ise 40 yıldır her türlü muhalefet zalim bir yönetim tarafından ezildi ve yok edildi. Emperyalizme ve Siyonizm’e karşı “Direniş cephesi” sıfatı isnat edilen Baas cuntası her zaman Müslüman halka karşı konumlanmış ve savaşmıştı. Halkın üzerine tankların sürülmesi, zindanların İslami cemaat mensuplarıyla doldurulması yada kitlesel sürgünler rutin gelişmelerden sayılmıştı. 2011 yılının Mart ayında mazlum halk; rejime karşı biriken derin ve büyük öfkesinin neticesi olarak, intifada kıvılcımıyla ayaklandı.
Tüm Dünyanın gözü önünde işlenen bu soykırıma rağmen Suriye halkı adalet ve özgürlük mücadelesinde yalnız bırakıldı. Gezi vandallıkları sebebiyle ölen bir kişinin günlerce medyada gördüğü ilginin yüzde birini 4 yıldır sistematik şekilde katledilen on binlerce çocuk, kadın ve yaşlı kardeşlerimiz maalesef görmüyor. Zalim rejime karşı destansı direnişi sistematik bir tarzda hem içeride hem de dışarıda samimiyetsiz, tutarsız yaklaşımlarla gölgelenmeye ve kirletilmeye çalışıldı. Aradan dört yıl geçmesine rağmen bu aşağılık tezlerin hâlâ tedavülden tam olarak kaldırılmadığını ibretle izliyoruz. Batılı güçler adına yapılan sayısız açıklama ve izlenen politikalar açıkça Suriye halkının yaşadıklarının emperyalistlerin umurunda olmadığı gerçeğini ortaya çıkarmasına rağmen yalanlardan medet umanlar hâlâ Suriyeli Müslümanları Batı’ya, NATO’ya hizmet etmekle suçlama çirkinliğini terk etmiş değiller. Suriye halkını "zavallı piyonlar" ya da "işbirlikçi hainler" olarak ilan edenler kimlerle birlikte iş tuttuklarını bugün herkes açık bir şekilde görmektedir.
Bugün İslam Dünyası başlarındaki işbirlikçilere rağmen batıla karşı mücadelesinde önemli bir eşikten geçmektedir. Bu nedenle bizler Allah rızası için ortaya koyduğumuz çabaları daha fazla güçlendirmek, yaygınlaştırmak, kardeşlerimizin kanlarıyla yücelttikleri direniş bayrağını daha yukarılara taşımak için çabalarımızı yoğunlaştırmak gerektiğinin farkındayız.
On binlerce şehit ve yüz binlerce tutsağa, milyonlarca muhacire rağmen direniş azminden taviz vermeyen Suriye halkıyla dayanışmamızı daha güçlü bir tarzda haykırmalıyız.
İşte bu nedenle bugün, Suriye’de katledilen on binlerin çığlığı olabilmek için buradayız. “Rabbimiz katından bir yardımcı gönder” diye haykıran zavallı kadın, çocuk, yaşlıların seslerini duyurabilmek için buradayız. Yanı başımızda yaşanan vahşeti kabullenmediğimizi, zalimi lanetlemekten vazgeçmediğimizi, kardeşlerimizin acısını paylaştığımızı ilan etmek için buradayız. İnsanlığımızı yitirmediğimizi, gördüklerimiz, duyduklarımız, şahit olduklarımız karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranma ayıbına, onursuzluğuna razı olmadığımızı haykırmak için buradayız. Dört duvar arasında kıldığımız namazın Suriye’de yaşanan vahşet karşısında sessiz kalamayacağımızı emrettiği için buradayız.
Zalim Esad rejimini her ne pahasına olursa olsun savunan İran yönetimi ve onun ülke içindeki mezhepçi bağlıları güya baas rejimi İsrail’e karşı bir direniş hattını ifade edip Amerikan yayılmacılığına engel oluyormuş. Bugün aynı İran rejimi Irakta Amerika ile beraber Sünnileri katledip ülkeyi şiileştirip ele geçirmeye çalışıyor. Sözüm ona Musul’u İşidin zulmünden kurtaracaklarmış fakat Irak ordusu ve şii iran milisleri iran istihbarat şefi Kasım Süleymani önderliğinde Irakta Sünni katliamı gerçekleştirmektedirler. Sünni İşid gitsin yerine Şii İşid gelsin!
Esed/Baas rejimiyle birlikte Suriye halkına karşı savaşan İran yönetimi ve başta Lübnan Hizbullah’ı olmak üzere bölge ülkelerinden getirilen Şii milisler ittifak edilmişçesine ‘yabancı savaşçı’ veya ‘işgal gücü’ sayılmıyor. Irak’taki manzara daha beter bir tabloyu ihtiva ediyor. ABD ve müttefikleri savaş uçaklarıyla Musul başta olmak üzere bütün Sünni bölgeleri bombardıman ediyorken İran bütün askeri varlığıyla Irak’taki işgalin kara operasyonlarını uhdesine alıyor. Sadece Musul, Selahattin, Anbar gibi vilayetlerde değil başta Bağdat olmak üzere Irak’ta hâkim olan ordu, askeri birlikler Irak’a değil her şeyiyle İran’a ait durumda.
Şii Türbelerini ziyaret ve koruma adı altında bölgeye derinlemesine nüfuz eden, bunun için açık-örtülü silahlı operasyonlara girişen İran, ABD ve Batılı müttefikleriyle muazzam bir uyum içinde çalışıyor. İran, Suriye ve Irak’taki hegemonyasını tahkim etmek için öncelikle Türkiye ve Suudi Arabistan ile çatışıyor. Irak ve Suriye’ye asker göndermek, kara harekâtına girişmek istemeyen ABD bu işi çoktan İran ordusuna, Irak’taki Şii milis kuvvetlerine ve kısmen de Peşmerge’ye devretmiş durumda.
Türkiye Hükümetinin bu konuda adaleti ve hakkaniyeti esas alıp Ortadoğu intifadalar sürecinde gösterdiği onurlu siyaseti devam ettirmesini istiyor, Irak’a yapılan askeri yardımların İran ve Amerika eliyle ülkeyi Şiileştirme adına Sünni Müslümanların soykırımına dönüşmemesi noktasında tüm tedbirlerin alınması gerektiğini hatırlatmak istiyoruz. Irakta, Suriye’de, Yemende Sünni İşid ile mücadele görüntüsü altında Şii İşid oluşturulmasına müsaade edilmemelidir. Türkiye hükümeti İşid’le mücadele ediyorum diyerek sünni halkı/sivilleri bombalayan Koalisyon güçlerinin katliamına ortak olmamalıdır.
Son günlerde Bayır Bucak Türkmenlerinin Zalim rejim ve onun işbirlikçileri tarafından bombalanması ülke içerindeki müzmin Esadçıların tezlerini de çürütmüştür. Rejim ordusuna Mihraç Ural liderliğindeki Nusayri Şebbihaların yanı sıra İran güçlerinin de destek verdiği gelen haberler arasında. Türkmen kardeşlerimiz kitlesel bir katliam yaşanmasından kaygılı. Geçtiğimiz hafta Sadık dostları Esadla görüşmeye giden vatanseverlerin hemen ardından Türkmenlerin bombalanmasına nasıl cevap verecekleri merakla beklenmektedir.
Değerli Müslümanlar Suriye intifadası hak ile batılın ayrılması noktasında çok önemli bir ayırım olmuştur. Yaşanan tüm bu gelişmelerle birlikte İslam coğrafyasının diğer ülkelerinde zalimlerin Müslümanlar üzerindeki zulümlerine arttırarak devam ettiklerini görmekteyiz. Mısır darbecisi zalim Sisi, Hüsnü Mübarek dahil olmak üzere tüm zalimleri kurmaca mahkemelerle aklarken halkın kendi iradesiyle iktidara getirdiği başta Muhammed Mursi olmak üzere Müslüman kardeşler cemaatine mensup önde gelen liderleri idama mahkum etmiş. Geçen hafta bu cemaate mensup bir kardeşimizi idam edilmiştir. Aynı mizansen Libya’da Hafter adlı işbirlikçi tarafından oynanırken, Şii mezhebini kendini din edinmiş şii Husiler Yemende başkent Sana’yı ve diğer şehirleri katliamla ele geçirmişlerdir. Bizler bugün aslında Suriye’deki zalimliği gündemleştirirken tüm mazlum coğrafyaların yanında yer aldığımızı haykırıyoruz. Mısır, Suriye, Irak, Libya, Doğu Türkistan, Myanmar, Yemen, Çeçenistan, Afganistan’ın bizim için Türkiye’den bir farkı yok! Çünkü biz Müslümanız Biz Ümmetiz!
Suriyeli kardeşlerimizin zulme karşı verdikleri tepkiler Suriye’nin geleceği açısından önemli olmakla beraber İslam ümmetinin bir parçası olarak bizleri de yakından ilgilendirmektedir. Rabbimizden bu zulmün bir an önce bitmesini ve kardeşlerimizi selamete erdirmesi için dua ediyoruz. İnanıyor ve destek veriyoruz ki kardeşlerimiz haklı mücadelelerinde bir gün mutlaka zafere ereceklerdir. Ancak şunu çok net ifade ediyoruz ki sonucu her ne olursa olsun burada kazanan taraf zulme karşı sesiz kalamayanlar olacaktır. Zira bizim kazanmak derken anladığımız şey değer yargılarımızdan bağımsız değildir. Bizim için esas olan mücadelenin reel politiğe uygunluğu değil Rabbimizin rızası doğrultusunda oluşudur. Dolayısı ile değerlendirmelerimizi bu meyanda yapar ve tarafımızı da ona göre belirleriz. Bu çerçeveden baktığımızda Suriye direnişi ümmetin onur duymasını gerektiren büyük bir başarı tablosu çizmiştir.
Bizler vahyi doğruları hayatımızın temel düsturu haline getirme çabası içinde olan Müslümanlar olarak; “Allah’ım senden başka kimsemiz yok” diye haykıran Suriyeli kardeşlerimizi ne Baas diktatörlüğünün olmayan insafına, Ne Şii mezhebini din haline getirenlere, ne de emperyalist güçlerin keyfine terk edemeyiz! Biz Müslümanlar “Rabbimiz, bu zalim güruha karşı bize katından bir yardımcı gönder” diye yalvaran mazlum kardeşlerimize sahip çıkmak için elimizden geleni ortaya koymak ve Müminlerle dayanışma sorumluluğumuzu en güzel bir şekilde yerine getirmekle mükellefiz
Rabbimizden 5. Yılında kardeşlerimizin mücadelesini nihai zafere eriştirmesini, ayaklarını sabit kılmasını, bizleri de zulme ve zorluğa karşı İslami kardeşlik ve dayanışma ruhuyla bu haklı ve onurlu mücadeleye karşı sorumluluğunu ifa eden müminlerden kılmasını niyaz ediyoruz.
Bizler Müslümanlar olarak şunu çok iyi biliyoruz ki, müminlerin velisi, kafirler, zalimler ve işkenceciler değil yalnızca Allah ve müminlerdir. Allah’ın dostluğunu istiyorsak, Suriyeli, Gazze’li, Mısırlı, Arakan’lı, Doğu Türkistanlı tüm mümin kardeşlerimize sahip çıkmalı, kol kanat germeliyiz. Onların kıyamlarına sahip çıkmanın bizim ahiretimizin kurtuluşu için elzem olduğunu biliyor ve direnişlerine binlerce kez selam yolluyoruz.