Resmen ilan edilmemiş olsa da bir süredir satır aralarında ifade edilen, bir takım haber ve etkinliklerle kamuoyunun psikolojik olarak hazırlandığı bir ‘direniş cephesi” kurulmuş meğer. Mezkûr ‘direniş cephesi’nin sağlık ve selameti açısından şimdilerde ‘ayrıştırıcı tartışmalarla tavsatılmasına karşı izin vermemek’ üzere uyanık olunması yönünde çağrı ve nasihatler devreye sokulmuş durumda. Dikkatle dinlemek ve duruma göre vazifeler çıkarmak her gerçek yurtseverin boynunun borcudur.
Kimler var bu ‘direniş cephesi’nde ve ne zamandan beri faal? Öğrenebildiğimiz kadarıyla ilk adım Yargıda Birlik Platformu olarak atılmış. Cephenin bileşenleri “Atatürkçü, solcu, ülkücü, alevi ve muhafazakârlardan müteşekkil”miş. Tuhaf olan şu ki; “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” gibi eski Türkiye’nin karanlık dönemlerinden yakından tanıdığımız bir perspektif ve söylem hemen kendisini belli ediyor. Ancak FETÖ’ye karşı ölümüne mücadeleye azmetmiş pozları veren bu söylem sahipleri tutarsızlıklarına yönelik hemen bütün eleştirileri, ortalığı velveleye vererek “kripto FETÖ'cüler bize saldırıyor” iftiralarıyla boşa çıkarmaya çalışmayı fena halde huy edinmişler.
Acil Yeni Müttefikler Aranıyor!
Durduk yerde ayrıştırıcı tutumlar sergilemenin, toplumsal çatışmaları tetikleyici roller oynamanın değil içten-dıştan kuşatıldığımız dönemlerde normal zamanlarda dahi kabul edilmesi mümkün değil. Muhatapların anormal tutumlarını, provokatif çıkışlarını, paranoya üreten elit sınıf bunalımlarını analiz edip hukuk çerçevesinde tutmak gayreti en çok bizde yani İslami kimlik ve teamülleri temsil edenlerde olmak zorunda. 15 Temmuz direniş süreci bu olgun ve kuşatıcı kimliğin zirve yaptığı dönemlerden birini tarihe kaydetmiştir zaten. Yaşananlar ne sürprizdir ne de bir defalıktır. Aksine beklenen ve istikrarla sürdürüleceğine dair onlarca karinesi olan toplumsal karakterin şerefli bir tezahürüdür.
Bütün bunlara rağmen 15 Temmuz sonrasında ters yönde gelişen bir takım kurgusal hadiselerin adeta dışarıyla eş güdüm halinde içeriden de tetiklenmesine şahit olunması üzerinde dikkatle durmakta fayda var. Mesela bu haftaya girerken neredeyse mutad hale gelen komplo-kaos haberlerinden biriyle bütün bir kamuoyunu zehirlemeye matuf ölümcül bir provokasyonun İslami camiayı temsil eden gazetelerden biri aracılığıyla devreye sokulduğuna şahit olduk. Ortada normal şartlarda haber veya röportaj olarak vasıflandırılacak, uzman veya efsane komutan sıfatlarıyla anılacak bir durum hiç yok. Hiç yok ama gelin görün ki Perinçek Çetesi/Aydınlık/İP/VP gibi muhtelif isimlerle anılan, geçmişten bugüne halka karşı kurulmuş karanlık ve kirli tezgâhların önemli bir parçası olmuş “Kemalist mi, Maocu mu yoksa Türkçü mü, Kürtçü mü?” olduğu karma karışık bir örgütün sözcüsüne bir rehber, uzman ve müttefik muamelesi yapılıyordu resmen.
Bu toplumun ve kendisini temsil eden siyasi iradenin sicili her türlü şaibe ve suçla mücehhez böylesi aktör ve kurumların kılavuzluğuna neden ve nasıl ihtiyacı olur acaba? İhtilalcilikten provokasyona, İslam’a ve Müslümanlara yönelik ahlaksızca saldırılardan Esed rejimi adına Şebbihalığa soyunmaya değin bütün halleriyle zulme, küfre ve işbirlikçiliğe gönüllü bir hareketin kuyruğuna takılma sevdası da nereden icap ediyor?
Devlet içi yeni hesaplarda, Hükümetin alacağı kararlarda ya da bölgeye yönelik oluşturulacak dengelerde bu örgüt ve aktörlerin tecrübe ve desteği mi hedefleniyor, bilemiyoruz. Ancak bu söylemleri dile getirenlerin İran-Rusya-Esed rejimi bloğuna gönüllü yazıldıklarını gözden kaçırmamak lazım. Amerika’yla, Avrupa’yla, İsrail’le ve bunlar hesabına ülke ve topluma el koymaya kalkan Fethullahçı Cunta’yla hesaplaşmak ertelenemez bir sorumluluk. Ancak bu süreci İran-Rusya-Esed ve Ulusolcu ‘direniş cephesi’ne yaslanarak ve yaltaklanarak yapma imkânı yoktur ve olamaz da.
Kifayetsiz Oportünistler Revaçta
15 Temmuz’da askeri cuntanın barbarca saldırılarına karşı direnenlerin kimlikleri bellidir. Direniş sürecini bir aydan fazla meydanlarda gecelerden sabahlara kadar süren etkinliklerle örgütleyenler de biliniyor. Darbeyi ve darbecileri püskürten toplumsal dinamizmin siyasal adresi AK Parti ve MHP’yi destekleyen tabandan oluşmaktadır. İslamcı ve milliyetçi, milliyetçilikle harmanlanmış İslamcı, İslamcılıkla harmanlanmış milliyetçi vs. şeklinde ifade edilebilecek toplumsal bir dinamizm dikildi tankların karşısına. Sol-sosyalist örgütler ortalıkta gözükmediler bile. Atatürkçü aktör ve örgütler kendilerine gün doğabileceği hayaliyle tam siper yatıştaydı. Sol-sosyalist ve Kemalist hegemonyanın ipotek altında tuttuğu Alevi örgütleri direnişin en geri ve yumuşak noktasında dahi görebilen olmadı.
Özetle gerçek hayatta hiçbir karşılığı olmayan, tutarsız ama oportünistçe kurgulanan ‘direniş cephesi’ söylem ve özlemi akıldan da ahlaktan da yoksun kirli bir tuzaktır. Gerilim ve çatışma üretecek pozisyonlar almaktan imtina edilmeli tabii ki. Ancak bu demek değildir ki bu aktör, örgüt ve çevrelerin İslam’a ve Müslüman topluma yönelik kabarık sicillerini unutacağız. Kifayetsizlikle oportünizm arasında bir sarkaca dönüşmüş sözde sözcülerin, güya tecrübeli abilerin, iktidar mücadelesinde avantaj elde etmeye çalışan kendini pazarlama uzmanlarından ibaret olduklarını bilmekte fayda var. Değilse bu kadar tutarsız bir mimari tasarım ve gerçek dışı bir mücadele çizgisinin sürdürülebilmesi mümkün mü?
Yeni Akit