Sadece tek tek bireylerin değil toplumun belli bir kesimini dipte, sonda ve depresyonda olduğunu net olarak görmek ve bu kapsamlı soruna çözüm üretmek durumundayız. Üstelik sıradan ve küçük bir toplumsal kesimin değil Türkiye için oransal açıdan önemli ve geniş sayılabilecek iktidar sınıflarının ve resmi ideoloji yandaşlarının içine girmiş olduğu bir depresyondan bahsediyoruz.
Ahlaki, siyasi, hukuki ve toplumsal açıdan çoktan dibe vurmuş ama özellikle son süreçte iktidar ve ihtilal imkânları gün geçtikçe zayıflayan Mustafa Kemal’in Askerleri çok ağır bir depresyon geçiriyor. Anlaşılan o ki bu depresyon kronik ve kalıcı. Çünkü yolun sonuna gelip dayanmış ve bu sebeple “majör depresyon” hali hızla zirveye doğru tırmanan Kemalist-ulusolcu kesimlerin ‘sıcak sonbahar düşleri’ de yeni bir hayal kırıklığı olarak tarihe geçecek gibi.
Her Türlü Desteğe Muhtaçlar
Meclis’e başörtülü vekillerin girişini engelleyebilecek veya en azından kontrollü bir biçimde gerilimi yükseltebilecek güç ve imkânlardan yoksun olan Kemalist-ulusolcu cephe farklı bir taktik hamle ile en azından moral üstünlüğünü koruma telaşesine düştü. Bu telaşenin somut tezahürü olarak Nur Serter, Canan Arıtman, Birgül Ayman Güler gibi ırkçı-şoven karakteriyle meşhur tipler geriye çekildi ve Şafak Pavey cepheye sürüldü.
Biyografisi çok net ama biz yine de vurgulayalım: Hem içerik hem de üslup itibariyle tartışılan konuşması kadar bizzat Şafak Pavey’in temsil ettiği misyon en çirkin haliyle Kemalizm ve Baas/Esed çizgisidir. Hal böyleyken Pavey’in gölgesine sığınarak topluma ders vermeye kalkışan laik-ulusolcu ve dahi liberal kesimlerden herhangi bir sağduyulu tutum ve davranış beklemek hiç de makul ve mantıklı değil.
Siyasi söylemleri sadece adalet ve mantıktan nasipsiz olsa bizim açımızdan hiç sorun değil. Ama kibir ve istihzayla örülmüş kişiliğinin dışa vurumuyla eşleşen sinsi sırıtkanlık tahammül sınırlarını fazlasıyla zorluyordu. Üstelik bir de kendine ve temsil ettiği ideoloji ve iktidar sınıflarının icra ettiği zulümlere hiç bakmaksızın Müslüman kadınlara tutarlılık ve tevazu dersi vermeye kalkışıyordu. Hakikaten fiziken ve fiilen icra edemedikleri zorbalık ve çirkinliği kelimeler, jest ve mimiklerle icraya soyunmuşlar ve hedefe ulaşmışlardı: Kusturucu bir zorbalık.
Pavey’in oynadığı müsamerenin ana fikri elbette ki “bütün bir toplum Atatürk’e şükran borçlu” klişesinden başka bir şey değildi. Nur Serter, Canan Arıtman, Birgül Ayman Güler gibi o da hepimize Mustafa Kemal’in Askerleri’nden olma yükümlülüğünü hatırlatıyordu. Çünkü o da Kemalizmin öngördüğü bütün makbul vatandaşlar gibi “hukukun karşısına dini koyan anlayıştan korkuyor” ve bütün bir Türkiye’yi “en büyük güvencemiz” saydığı “kusursuz sekülerizm”e imana yani “seküler hayat tarzı” ortak paydasında birleşmeye mecbur tutmak istiyordu.
Süngü Düştü Sağduyu Göründü
Sıkça tekrarlandığı gibi değil. Biraz temenni biraz da yumuşamaya katkı olsun kabilinden sarf edilen cümleler süreci gerçekçi bir biçimde tahlil etmiyor. Meclis’e, CHP’ye, medyaya, yargı ve üniversite camiasına sağduyu filan hâkim olmadı. Bunlar makul ve mantıklı bir uzlaşmaya razı oldukları için başörtülü hanımların Meclis’e girişi engellenmemiş değil. Hepimiz için malum olanı ilan edelim: Süngüleri düştü, darbe ve provokasyon yapacak organizasyonları felç oldu da Başörtüsü Meclis’e veya diğer alanlara rahatça girebildi.
Ergenekon ve Balyoz yargılamalarında alınan mesafe, 12 Eylül referandumu, Kürt sorunun çözümünde girilen süreç ve yaklaşan seçimlerde halen en güçlü haliyle AK Parti Hükümeti’nin mevcut pozisyonuna ‘diş geçirebilecek’ kim var? Ergenekon ve Balyoz Ruhu’nun ardından devreye sokulan Gezi Ruhu ve ODTÜ Ruhu’nun, Baas/Esed destekçiliğinin, PKK-KCK’yı silahlı eyleme teşviklerin ciddi bir fonksiyon icra edememesi Meclis’teki sağduyu tablosunu getirdiğinden hiç şüphe yok.
Kemalizmi temsilen TSK, TÜSİAD ve CHP’yi, bürokrasi ve medyayı 28 Şubat sürecinde olduğu gibi organize edip ortak bir operasyon etrafında örgütleyebilecek durumda olmayınca söylem ve eylem biçimlerini revize etmeye mecbur kaldılar. Zoraki demokratlar, mecburen sağduyulular, imkânsızlık içinde yüzdükleri için saldırıya geçemiyorlar. Manzara şuna yakın: Artık saldırganlık sergileyip provokasyonlar icra etme yeteneklerini hayata geçirecek şartları inşa edemiyorlar. Bu sebeple meydan okuma ve şantajla paralel işleyen bir süreç olarak “Atatürk olmasaydı, bu ülke laik-ulusalcı olmasaydı…” tarzı söylemlerle sürecin önünü almaya çalışıyorlar.
Hayata tutunma ve varoşlunu meşrulaştırma-makulleştirme araçları olarak belki daha sık Onuncu Yıl Marşı ve Andımız okuyorlar, Mustafa Kemal’li tişörtler ve rozetlerle, arabalarının arkasına attıkları Mustafa Kemal imzalarıyla görünür kılınmak istiyorlar.
Dibe vurmuş, sona dayanmış ve bu sebeple depresyona girmiş Beyaz Türkler şimdilerde adı ‘sağduyu’ olan mecburi istikamette ilerliyorlar. Kurallara uygun olması gerekmez ama her an bir fırsat kolluyorlar “U Dönüşü” yapmak için. Tecrübelerle sabittir ki bu depresif ruh hali her an yeni bir çılgınlığa teşebbüs edebilir. Çünkü nam salmışlar dünyaya:”Çılgın Türkler”.