Diplomat ve Amirallerin Bildirilerinden Çıkan Hayırlar

KENAN ALPAY

Aaa ne ayıp! Bu devirde böyle darbe çağrışımlı muhtıralar da yazılır mı hiç” filan tarzında hala şaşkınlık belirtenlere hayret ediyorum. Masal tadında anlatılan, güzel uykulara ve tatlı rüyalara yelken açtıran “Türkiye’de muhtıra ve darbeler dönemi kesinlikle kapanmıştır. Askeri vesayet denilen şeye en önce ordumuz karşı çıkar” türü temennileri bir nakarat gibi usanmaksızın tekrarlayanlar için ancak “aşkın gözü kördür!” diyebiliriz herhalde.

Stratejik okumaya ve analitik yaklaşıma pek meraklı medya unsurları her nedense 103 rakamının hangi kripto mesaja tekabül ettiği üzerine fallar açarlarken ardı ardına muhtıra niteliğinde bildiriler kaleme alan diplomatların, amirallerin, Deniz Harp Okulu kökenli fakat isimlerini belirtmeyen “deniz aslanları” isimli grubun ve 98 eski CHP’li milletvekilinin ideolojik ve sınıfsal karakterine gereğince temas etmiyorlar. Gözümüzün önünde cereyan eden hadise 12 Mart 1971 ve 27 Nisan 2007 muhtıralarının epeyce düşük kalibreli 4 Nisan 2021 versiyonundan ibarettir. İmkân bulamadıkları için muhtıranın kalibresi oldukça düşük karşılığı ise siyasi ve adli açıdan olabildiğince ezici nitelikte olmuştur. Türkiye tecrübesi sözkonusu bildirileri kanaat, eleştiri ve teklif izharı olarak algılamaya hiç mi hiç müsaade etmiyor. Bu sebeple “fikir özgürlüğü” söylemi bildiriyi kaleme alanlar ve onları onur bilip sahiplenenler için kesinlikle bir çıkmaz sokağı işaretliyor.

İdeolojik Takıntılar ve Fanatik Tutumlar

Türkiye’nin oldukça sıkıntılı süreçlerden geçtiği sır değil. Covid-19 salgının iyiden iyiye ağırlaştırdığı ekonomik şartlarda yüksek enflasyon, yüksek kur ve yüksek işsizlik oranları karşısında siyaset ve toplum epeyce zorlanıyor ve daralıyor. Üstelik Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede tırmanan gerilim çatışma hatlarını genişletecek işaretler veriyor. Suriye, Irak, Libya, Dağlık Karabağ, Kıbrıs, Ege ve Doğu Akdeniz’in yanı sıra özellikle Ukrayna-Rusya arasında başlayıp NATO’nun da dâhil olabileceği bölgesel bir savaşa dönüşme riski giderek yükseliyor. Bu gerilimler ithalat-ihracat dengesinden turizm sektörüne değin ticaretten diplomasiye hemen her alana olumsuz bir biçimde sirayet ediyor. Bunlar gelişmeleri göz ucuyla olsun takip edenlerce bilinen mevzular.

Peki, bildiri imzalayıp hükümete yol haritası dayatmaya kalkan amiraller, diplomatlar ve eski vekillerin derdi tasası nedir? Neye itiraz ediyorlar ve neleri talep ediyorlar? Kemalist cephenin Lozan anlaşması gibi kutsiyet atfettiği Montrö Boğazlar sözleşmesini de hiç tartıştırmama gibi fanatik ve saldırgan düzeyde bir teamülü var. Lozan ayrı bir tartışma konusu ama en azından son dönemde Montrö sözleşmesi üzerine dönüp dolaşan tartışmalar Meclis Başkanı Mustafa Şentop’un bağlamından koparılan ve esasen hemen hiç vurgu yapmadığı Cumhurbaşkanı’nın uluslararası anlaşmalara dair bir imza yetkisine ilişkin değerlendirmesine dayandırılıyor. Ancak amirallerin bildirisini tamamlayan diğer bildirilere bakıldığında “devlet nişanlarından TC ibaresi ve Atatürk kabartmasının çıkarılması” gibi son derece kaygı verici gelişmelere dikkat çekiliyor. “Takke ve cübbeyle namaz kılan bir amiral” görüntüsünün “laikliğin bekçisi ordu” için nasıl bir kıyamet alameti olduğuna dair feveranlar da yükseliyor gökyüzüne.

Temel hak ve özgürlükleri yaşamaya azmetmiş bir Türkiye’den değil “Atatürk Türkiye’si” diye ilelebet ipotek altına almaya kalkıştıkları bir ülke ve halktan bahsediyor bu hanımlar, beyler. “Atatürk ve ilkelerini” anayasanın değişmez ve değiştirilemez maddeleri şeklinde içselleştirmekten başkaca hiçbir seçeneğe rıza göstermiyorlar. Hukuka, adalete, halkın güvenlik ve refahına değil Atatürkçü Düşünce Sistemi üzerine kurulmuş TSK’nın yönetmelik ve yönergelerine sadakati şeref biliyorlar sadece.

Kemalizm’e Dair Hayalleri ve Hayaletler

Bildirilerin detaylarıyla okunup değerlendirilmesi kadar bu işlere öncülük eden isimlerin 28 Şubat darbe sürecinden 27 Nisan e-muhtıra sürecine değin üstlendikleri rollere dikkatlice odaklanmakta fayda olur. Bu bildirilerin yol açtığı sıkıntılar kadar faydalara da değinmek icab eder. Bir süredir özellikle 17-25 Aralık ve 15 Temmuz itibariyle darbecilik olgusu adeta FETÖ ile özdeş kılınmış, FETÖ’den başka NATO uzantısı darbeci unsur bu ülkeden hiç olmamış gibi bir takım saçma sapan lakırdılar ediliyordu. Hatta bu minvalde Atatürkçü cephenin FETÖ’ye karşı güvenilir bir müttefik olduğu yönünde temelsiz ve tutarsız ama oportünistçe olduğu aşikâr olan sözde analizler, stratejik açılımlar, siyasal ittifak arayışları da göze batıyordu. Birçok kez tutarsız ve temelsiz olduğu teyid edilen bu açılımlar bu kez çok sert bir biçimde duvara tosladı ve dağıldı.

FETÖ’yle mücadeleyi Kemalizme ve Kemalist cepheye komplimanlar yaparak aşmanın mümkün olmadığı, olamayacağı iyice görülmüş olmalı. Şimdi bu bildiriler karşısında sergilenen tavırların özellikle CHP, İYİ Parti ve HDP cephesinde ciddi bir tartışmaya sebebiyet vereceği iyice ortaya çıktı. Kemalist subay, diplomat, siyasetçi veya bürokratlar ne düzeyde “yerli ve milli” oldukları da meşru hükümete, halka ve yasalara ne derece “sadakat” içinde siyaset yürüttükleri de hiç kimseyi şaşırtmayacak bir şekilde zuhur etmiştir. “Muhafazakâr Kemalizm”, “NATO’cu olmayan Kemalistler”, “Mavi Vatan mücadelesinde safları sıklaştıran Gazi’nin Askerleri” türü mizansenler mezkûr birkaç bildiriyle tümden komediye dönüştüler. Kemalist ideolojin ihtilalci karakterini Kemalist kadroların sınıfsal niteliklerini üç-beş basit sloganla değiştirebileceğini, bir takım makyajlarla giderebileceğini sanan sığlık, acullük ve fırsatçılık umarız benzer maceralara yeltenmezler.

Yeni Akit