Nahl Suresi 14. Ayeti Kerime, suları yararak akıp gitmek de olan gemilerden bahseder. O gemiler ki belli bir yasaya bağlı kılınarak görevlerini icra ederler. Belli bir ölçüye göre şekillendiklerinde ise yüce dağları aşabilme potansiyeline dahi sahip olurlar. Böyle bir potansiyele sahip olmalarının müsebbibi ise Nur Süresi 40. Ayetinde bahsedilen "...(öyle bir deniz ki) üst üste kopan dalgalar"dır.
O dalgalar ki kara bulutlar gibi üst üstte yığılmış gibidirler. Koyu bir karanlığın da içindedirler. Bu anlamda bu dalgalara ulaşılması da bir hayli güçtür. Ki ayetin devamında da buyurulduğu gibi "kişi çıkarıp baksa neredeyse elini dahi göremeyecek durumda..." Olma hüviyetine kaimdir.
-Ancak! Allah'ın kendisine bir yol bir aydınlık gösterdiği kimseden başka?!-
Davalar da gemilere benzer.
Bir davanın yolunu sürdürebilmesi için denize ve dolayısıyla dalgalara ihtiyacı vardır. Asıl dalgaların denizlere hayat verdiği unutulmamalıdır. En nihayetinde dalgalar oluşmadığı taktirde zamanla denizler yerlerinde durağanlaşan ve giderek de kokuşmaya yüz tutan su birikintilerine dönüşecektir!
Bu dalgaların en önemli bölümünü ise dip dalgaları oluşturmaktır. Ayette kastedilen de budur. Meselenin özü de aslında tam da burada yatmaktadır. Sonuçta deniz yüzeyindeki dalgalara değil de dip dalgalarına ulaşmak zordur. Dip dalgalarının oluştuğu kısım ise karanlıktır. Kişinin neredeyse kendi elini dahi göremeyeceği bir zifiri karanlığı kendisinde barındırır!
Bir fikir telakkisi, bir dava mücadelesinde ise dip dalgaları insan kaynaklarına denk düşer. En nihayetinde dipten gelmesi gereken insan selinden azade davalar durağanlaşacak ve zamanla kokmaya yüz tutacaklardır. İnsan kaynağını oluşturabilmek için de en tabii insana varmak, İnsana ulaşmak gerekir. Bir nevi karanlığı delmek lazım gelir! Dip dalgalarına/İnsan kaynaklarına ulaşmak da insani ilişkilere önem vermekten geçer!
"Doğrusu Allah Rasulü sizler için, Allah'a ait ve ahiret gününe umut besleyen ve Allah'ı sürekli hatırda tutan herkes için güzel bir örnek teşkil eder." Ahzap / 21. Ayet.
Rabbimizin, Efendimiz (s) hakkında inzal buyurduğu bu ayet gereğince bizim için en güzel örnek Hz. Muhammed (s)'dir! Peki bizler için örnek alınması gereken Allah Resulu'nün insanlar ile olan ilişkileri nasıldı? Bizlere kadar ulaşan rivayet ve siyer bilgisinden birkaç örnek ile bu soruya cevap arayalım. Verilecek örnekler çoğunluğun malumudur. Lakin kanaatimce bir o kadar da gözden kaçan ve sonucunda da insani ilişkilerde kapanmaz yaralar açan gerçeklerdir!
1- "Zeyd 3 ya da 5 yaşlarında idi. Zeyd'in çok bağlandığı, çok sevdiği ve adını Umeyr koyduğu küçük bir kuşu vardı. Hz. Peygamber (s) Zeyd'i her gördüğünde, “Umeyr'in babası” anlamında “Ebu Umeyr!” Diye hitap ederdi. Bir gün Zeyd'in kuşu öldü. Onun ölümü Zeyd'i çok üzdü. Kuşun öldüğü günlerde Hz. Peygamber, Zeyd'in evine gitti. Çocuğun kederli hali Hz. Peygamber'in merhametli kalbini etkiledi. Onu neşelendirmek istedi. Çocuğun saçlarını okşayarak yanağını öptü.
Gülümseyerek: “Ya Ebu Umeyr! Nüğayr (serçe kuşuna benzeyen bir kuş veya bülbül) ne oldu? Hayvanı ne yaptın?”
Hz. Peygamber'in kalbe huzur veren ilgisiyle ferahlayan Zeyd, bu söze çok güldü." Hikayesi hala bile canlılığını korumakta!
2- "Necid ahalisinden saçı darmadağın bir kimse Allah Resulü'ne (s) geldi. Uzaktan sesinin uğultusunu duyuyor fakat ne söylediğini anlayamıyorduk. Nihayet Allah Resulü'ne yaklaştı. Anladık ki İslâm'ın ne olduğunu soruyor.
Allah Resulü de (s): "Gündüz ve gecede beş namaz (var)..." Buyurdu. (O kimse:) Üzerimde bu namazlardan başka da var mı? Diye sordu. "Hayır. Meğer ki kendiliğinden kılasın..." Cevabını verdi. (Allah Resulü:) "Bir de Ramazan ayı orucu..." Buyurdu. (O kimse:) "Üzerimde bundan başkası da olacak mı?" Diye sordu. O da: "Hayır, meğer ki kendiliğinden tutasın..." Cevabını verdi.
(Talha der ki:) Allah Resulü ona zekâtı da söyledi. (O zat yine:) "Üzerimde bundan başkası da olacak mı?" Dedi. Yine Allah Resulü: "Hayır, ancak kendiliğinden vermen müstesnadır..." Buyurdu. Bunu takiben o (Necidli) adam: "Vallahi bunun üzerine ne arttırırım ne de bundan eksiltirim." Diyerek arkasına dönüp gitti. Bunun üzerine Allah Resulü (s): "Eğer doğru söylüyorsa kurtulmuştur..." Buyurdu kıssası havsalamızda!
3- "Bedir savaşında esir alınan müşriklere ne muamele edileceği konuşulurken; Hz. Ebu Bekir, fidye karşılığında serbest bırakılmalarını, Hz. Ömer ise öldürülmelerini teklif etti. Peygamber Efendimiz (s) bunun üzerine Hz. Ebu Bekir’i Hz. İbrahim ve Hz. İsa’ya; Hz. Ömer’i de, Hz. Nuh ve Hz. Musa’ya benzetti." Taltiflerine siyerler de şahit olunmakta!
4- "Hazreti Abbas, Resûlullaha; “Yâ Resûlallah! Ebû Süfyân övülmeyi ve üstün tutulmayı seven birisidir. Övüneceği bir şey lütf etseniz...” Dedi. Resûl-i Ekrem (s) “Kim Ebû Süfyân’ın evine, Kâ’be’ye, Mescid-i Haram’a ve kendi evine sığınırsa emîndir!” Buyurarak Mekkeli müşriklere bunu bildirmesini emretti..." Düsturu ile halkın ileri gelenini küçük düşürmemesi Mekke'nin sokaklarında yankılanmakta!
Ve vahiyden ilham alınarak serdedilen yüzlerce örnek...
Dostlarını; Zünnureyn (Osman B. Avfan), Sıddık (Ebubekir B. Kuhafe), Faruk (Ömer B. Hattap), Ebu Tûrab (Ali B. Ebu Talip), Seyfullah (Halid B Velid), Esedullah (Hamza B. Abdulmuttalip)... Övgüleriyle mazhar etmek de cabası!
Bu birkaç örnek bile, Resulullah'ın akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık özellikle de dava arkadaşları ile olan ilişkilerinde gösterdiği duyarlılık, fedakarlık ve vefa örnekliğinin, fikirlerinin yayılmasında bizlere bazı ip uçları vermekte. Peygamberin (s) -vahye aykırı olmadan- insanların meşreplerine ve mizaçlarına göre yaklaşımlar ile dip dalgası oluşturduğu bu ve benzeri birçok örnekte de olduğu gibi aşikar. Bu durum tarihi tecrübeler ile de sabittir. Ancak böylesine bir donanım, tecrübe ve devingenlik ile dava sahipleri dip dalgalarına/insan kaynaklarına ulaşabilir ve fikirler de ancak bu şekilde yola revan olabilir.
Bugün de bu tarihi ve vahyi örnekliğe hiç olmadığımız kadar ihtiyacımız var!
Umarım herhangi yanlış anlamaya mahal vermeyiz. Fakat güncel olması hasebiyle ismi zikredilmeden bir şahsın muhtevaya da uygun bir özelliğini burada belirtmek de fayda var. Zaten kimden bahsettiğimiz vereceğimiz örnek ile de anlaşılacaktır. Bu şahıs birçok kişinin (Müslümanlar da dahil) eleştirisine gark olmasına rağmen kendisini eleştirenlerden daha başarılı olmasının dayanağı olan bir özelliğe sahip: Yani Vefa'ya! Cenazelere... Düğünlere... Davetlere... Sofralara... Çay muhabbetlerine... Anlık ziyaretlere... Ve en son olarak da yaklaşık on saat süren bir yolculuk yaparak Müslümanların onuru olmuş bir sporcunun cenazesine katılması başka ne ile açıklanabilir ki?! Siyaset mi? Günümüz şartlarında beşeri istekler içerisinde gelinebilecek başka bir konum var da ben mi bilmiyorum! Hem Sünnetullah da böyle işlemiyor mu?! "Çünkü herkes, yapmış olduğu (iyi veya kötü) her şeyin karşılığını tam olarak görecektir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir." Zümer / 70. Ayet.
Dava bilincine sahip olanlar da donanım, tecrübe, devingenlik / bilgi, bilinç, eylem hasletleri elzemdir. Davada başarının sağlanması sadece teorik plandaki kazanımlar ile olacak işler değildir. Okumanın, araştırmanın, sorgulamanın, eleştirmenin neticeleri olan bilgi, birikim, bilinç ve eylem sahibi olmak elbette ki önemlidir. Fakat daha önemlisi bu kazanımların insanlar ile olan ilişkilerde nasıl kullanıldığı... Akraba, komşu, arkadaş ve hele ki dava arkadaşları ile olan diyaloglara bu değerler silsilesinin nasıl yansıdığıdır?!
Bir davada sahip olunan değerler silsilesi insani ilişkilere yansımıyor; yani dava erlerini bir vefaya gark eylemiyorsa, dip dalgaları/insan kaynakları kesinlikle oluşmayacaktır. Alttan gelen dip dalgaları / insan kaynakları olmayacağından o zaman da o dava sürekli yerinde seyredecektir. Sürekli yerinde seyrettiği için de belli bir müddet sonra artık herkesi rahatsız edecek kokular yayacaktır.