Daha önce Milli Din Arayışı ve Türk Müslümanlığı adlı eserinden tanıdığımız Ramazan Yazçiçek’in Ekin Yayınları’ndan çıkan yeni kitabının adı Anonim Din Arayışı ve Dinsel Çoğulculuk. Eserde hoşgörü, kavramı üzerinde duran bir bölüm bulunmakta. Diyaloğun olumlu ve gerekli olduğunu vurgulayan yazar bu kavramın; misyonerliğin farklı bir formuna dönüşme eğilimine dikkat çekmektedir. Diyalogun din müntesipleri arasında mı yoksa dinler arasında mı olması gerektiğine dair sorun, yazara göre cevaba giderken önemli bir duraktır. Ancak yazarın öncelikli kanaati diyaloğun din müntesipleri arasında olması gerektiği yönündedir. Bu vurgu önemlidir çünkü müminler öncelikle birbirlerine ve yakınlarına hakkı tavsiye ederler. Özellikle 90’lı yılların sonuna doğru başlayan Türkiyeli Müslümanlar arası “kardeşlik havası” bu açıdan umut verici bir seyir izlemektedir.
The Oxford English Dictionary’den aktarımda bulunan yazar; hoşgörünün (tolerance) bir otoritenin verdiği izin; başkalarının eylem ve pratiğine tahammül etme veya müsamaha gösterme; başkalarının davranışlarına ilişkin yargıda bulunurken bağnazlıktan ve aşırı sertlikten kaçınma anlamına geldiğini ifade etmekte. Hoşgörü hoş gören açısından aslında bir tür katlanma durumudur. Ancak bu katlanma, başka türden davranmaya muktedir olmadığı için durumu kabullenmek demek olan tevekkül anlamında katlanma değil, iradi olarak katlanmadır. Hoşgörünün zorunlu koşulu, hoş görenin hoş gördüğü davranışı engelleme, etkileme veya ortadan kaldırma gücüne sahip olması ama bu gücü kullanmaktan kaçınması gerektiğidir.
Hoş görme, tasvip edilmeyen bir durumun varlığını içerdiği için özgürlükten ayrı tutulmalıdır. Özgürlüğün hakim olduğu bir durumdan söz edildiğinde, özgür olduğu söylenen kimseler ve onların özgürlüklerini ifade ediş tarzlarına ister ahlaki, ister başka türden olsun herhangi bir eleştiri yöneltilemez.
Bu saptamalardan bazı sonuçlar çıkarmak istediğimizde vurgulamamız gereken en önemli şey, hoşgörünün aslında bir tür iktidar ilişkisini içerdiği ve taraflar arasında eşitsizliği öngördüğüdür. Çünkü hoş gören hoş görülen üzerinde bir güce sahiptir ve o, hoş görülene isterse geri alabileceği kadar var olma izni vermektedir. Hoşgörü bir tür koşullu özgürlük ortamı sağlamaktadır. Hoş görülen dinsel inançlarını ancak, hoş görenin kendisine çizdiği sınırlar içinde yaşayabilecektir.
Dinsel hoş görünün barış içinde bir arada yaşamanın zeminini, tarafları eşit ve eşdeğer kabul eden koşullarda tesis etmesi, kavramın doğası gereği mümkün değildir çünkü ahlaki bir kavrammış gibi duran dinsel hoş görü, aslında din ve siyasetin birbirine eklemlenmesine gönderme yapmaktadır ve hiç şüphe yok ki mutlak hakikate sahip olduğu iddiasında bulunan bir dinin/mezhebin ilkelerinden hareketle kurulan siyasal bir zeminde tarafların eşit olarak kabul edilmesi her şeyden önce söz konusu ilkelerin kendisi açısından imkânsızdır. Dolayısıyla bu ilişki ancak bir katlanma ilişkisi olabilir.
Katolik Kilisesine göre Hıristiyanlar önce Hıristiyan olmayan muhataplarıyla diyalojik bir ilişkiye girecek, sonra insanlığın karşı karşıya olduğu temel ortak sorunların üstesinden gelinmesi için onlarla işbirliği yapacak ve bütün bunları yaparken de asli görevleri olan İncil’in mesajını tüm dünyaya yaymayı hiçbir şekilde unutmadan, kendi inançlarını ve hayat tarzlarını Hıristiyan olmayanlara naklederek, misyon faaliyetlerini devam ettirecekler.
Görüldüğü kadarıyla yazar, hoş görü kavramının siyasetten bağımsız düşünülemeyeceğini, hoş görenin bir üst konuma sahip olduğunu ve “ötekine” merhamet gösterdiğini ancak bu merhametin sürekli olacağı garantisi vermediğini düşünmektedir. Hoş görü edebiyatı yapan Hıristiyanların niyeti de tebliğlerini döverek değil “sevdirerek” yapmaktır. Bu durumda akla gelecek soru belki de şu: “Ne yapacağız bu misyonerleri?” Hiç, biz İslâm’ı sevdirmek için daha fazla gayret göstereceğiz hepsi bu.
Memleket Haber