Nureddin Yıldız hakkında açılan soruşturma hukukun işlediğinin mi yoksa medyatik linç kampanyasının beslediği popülist kaygıların yargıyı yönlendirdiğinin mi görüntüsüdür?
Sözü bağlamından kopartıp soyutlayarak farklı bir zemine taşımak, sarf edilme niyet ve hedefinin tamamen dışında politik hedefler için istismar etmek çirkin bir davranış; sözün sahibine de, bu yolla gündemine sokulan muhataplara da yapılmış açık bir haksızlıktır.
Ne yazık ki, kamuoyunda temsil özelliği bulunan şahısların kimi sözlerini cımbızlama yoluyla gündemleştirip, saldırı kampanyasına dönüştürmek son dönemde Türkiye’de yaygın bir ‘gündem belirleme tekniği’ haline gelmiş bulunuyor. Medyada, siyasette, hatta yargıda bu çarpık tutumun kirli yansımalarıyla, son derece vahim sonuçlarıyla sürekli karşılaşıyor; asılsız, haksız değerlendirmeler neticesinde insanların itibar suikastine uğratılmalarına, birbirleri aleyhine kışkırtılmalarına, dahası ağır cezalara çarptırılmalarına şahitlik ediyoruz.
Bu gayrı ahlaki ve gayrı hukuki tutumu maalesef Türkiye’de hemen her kesim karşıtına yapıldığında adeta mübah görüyor. Ortada kesinlikle bir gerçeği arama çabası yok, sadece rakibi-düşmanı hırpalama, mümkünse imha etme mantığı var. Dolayısıyla dürüstlük, tutarlılık vb. kaygılar asla devreye girmiyor. Rakibe-düşmana zarar verme imkânı barındırıyorsa her türlü darbe meşru sayılıyor. Sonuçta ise adalet ve hakikat çizgisi giderek daha bir incelirken, basitlik, seviyesizlik ve zulüm irtifa kaydediyor.
Nureddin Yıldız Neden Hedef Seçiliyor?
Nureddin Yıldız’a ilişkin bir müddettir devam eden kampanya bu sakil manzaranın somut bir örneği olarak karşımızda. Kamuoyunda tanınan başka bazı isimlerle birlikte Nureddin Yıldız’ın da konuşmaları, vaazları adeta arkeolojik kazı yapılırcasına didik didik edilip, cımbızlama yoluyla bazı sözleri alınıp güncel-konjonktürel tartışma gündeminin içine boca ediliyor. Tipik bir medya linçine dönüştürülen kampanya üzerinden kamuoyu tahrik edilmeye ve bu yolla ülkenin nasıl bir karanlığa doğru yol aldığı mesajı üzerinden siyasi kadrolar yıpratılmaya çalışılıyor.
Aslında ortada yeni bir durum, sürpriz bir gelişme yok! Aynı aktörler aynı taktiklerle aynı hedefe vurmaya devam ediyorlar. Değişen şey sadece güzergahları. Dün doğrudan siyasi süreçler, pratikler ve kişilikler üzerinden sürdürdükleri kampanyayı, politik alanda yaşadıkları gerilemeler yüzünden bugün biraz daha dolaylı bir zeminden, sosyal alan üzerinden yürütmeye çalışıyorlar. Bir döneme damgasını vurmuş ve bürokratik oligarşiyi teyakkuzda tutmak üzere kurgulanmış “Tehlikenin farkında mısınız?” repliği gündemde tutulmaya çalışılıyor.
Bugün hedefte Nureddin Yıldız’ın olması kimseyi şaşırtmasın, sorun Nureddin Hoca’nın dilinden, ifadelerinin rahatlığından, örneklemelerinden kaynaklanmıyor. Sorun İhsan Şenocak’la, şu veya bu isimle alakalı da değildir.
İlginçtir, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Diyanet’in dini alanda süren bütün bu karmaşa görüntüsüne karşı meydanı ehliyetsiz kişilere bırakmayıp devreye girmesi gerektiğini söylüyor. Oysa biz Diyanet’in de daha çok yakın dönemde nasıl hedef alındığını, ne kadar yoğun saldırgan bir kampanyanın hedefi olduğunu hatırlıyoruz.
Tam bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuya dahil olması üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın üstelik de halkı kin ve nefrete tahrik suçu kapsamında derhal soruşturma başlatmasının hukuki açıdan çok sorunlu, siyasi açıdan da gayet yakışıksız bir fiil olduğunun altını çizme gereği duyuyoruz. Acaba bu şekilde yargının siyasetin emrinde olduğu kanaati pekiştirilmek mi istenmektedir?
Üzerinden on kusur yıl geçmiş bir konuşma hakkında “halkı tahrik” suçlamasıyla soruşturma açmak neyin nesidir? Birilerini memnun etmek adına icra edilen bu tür eylemlerin ‘o birileri’ni asla memnun etmeye yetmeyeceği ama İslami camia içinde yaygınlaşamaya başlanan tedirginliği besleyeceği açıktır!
Hakikatin Arayışı İçinde Değiller, Malzeme Peşindeler!
Öncelikle İslami kimliğe düşmanlığıyla maruf kesimlerin ne yapmak istediğinin net olarak anlaşılması önem arzediyor. Sorun bu kesimler nezdinde şu veya bu hocanın şu veya bu fetvası, sözü, vaazı değil. Onlar açıkçası bizatihi Kur'an-ı Kerim’in ayetleri ve Resulullah’ın (s) sünnetiyle kavgalılar. Dolayısıyla malum kesimleri ikna etmeye çalışmak abesle iştigaldir!
Elbette bu tespit, tebliğ ve irşad çabasının hikmetle, basiretle yürütülmesi sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. Bu konuda herkesin çok daha ölçülü ve dikkatli hareket etmesi gerektiği açıktır. Ve ne yazık ki, bu hususlarda geçmişten beri pek çok hata yapıldığı; hoca, alim, üstad sıfatıyla halka hitap eden bazı şahısların veya grupların kimi zaman insanların zihnini allak bullak edecek söylem ve eylemlere giriştiği, genel manada İslami camiada bir kötü temsil olgusunun mevcudiyeti de bir vakıadır. Mamafih bunun İslami kimlik ve taleplere düşmanlık içindeki kesimlerin amaç ve kaygılarıyla bir alakası yoktur. Onlar özetle gerçeğin peşinde değil, malzeme arayışı içindedirler.
On bir yıl önce yapılmış bir konuşmanın, üstelik de kadınların hukukunun korunması içerikli bir konuşmanın içerisinden bir cümleyi kopartıp, 8 Mart etkinlikleri çerçevesinde piyasaya sürüp linç kampanyası başlatanların gerçek diye bir dertlerinin bulunmadığı, hedeflerinin İslami kimlik sahiplerini ebedi mahkumiyet olduğu görülmelidir. Bunu bir karşılaştırma üzerinden netleştirmek mümkündür.
Nureddin Yıldız’ın cımbızlanmış bir sözü üzerinden bunca kampanya yürütenler, örneğin Manisa 1. Piyade Er Eğitim Tugay komutanı olarak görev yaptığı dönemde, çocuklarının yemin töreni için gelen başörtülü anneleri kışlaya sokmayıp, tel örgülerin ardında bekleten Tuğgeneral Naim Babüroğlu’nu her gece uzman konuk olarak ekranlarda ağırlamakta bir beis görmüyorlar. Nureddin Yıldız’ın saptırılmış bir cümlesinden yola çıkarak feryad figan edenler, kadınların aşağılanması, şiddet görmesi hususunda çok duyarlı olduklarını iddia edenler için başörtülü asker annelerine bu alçakça muameleyi yapanların makbul şahsiyetler olması çok öğretici değil mi?
Sözümüzü tüm bu tartışmalardan kendimiz için de bir ders çıkartmanın önemini hatırlatarak ve başkaları uysa da uymasa da, Müslümanlar olarak bizim mutlaka riayet etmemiz ve ahlaki bir ilke olarak gözetmemiz gereken bir hususa dikkat çekerek tamamlayalım.
Sözü Bağlamından Kopartmak Cinayettir!
İslami kimliğe düşmanlık içinde olan çevreler bin türlü hesapla ve herhangi bir ahlaki ölçü gözetmeksizin yalan, tezvirat, iftira kampanyalarına malzeme kaygısıyla sözlerimizi çarpıtmayı, bağlamından kopartarak kullanmayı kendileri için mübah görebilirler. Bizse böylesi bir yaklaşımı asla meşru göremeyiz. Kime ait olursa olsun söz mutlaka bağlamı içinde anlaşılıp değerlendirilmeli, bağlamından yalıtarak sahibini sıkıştırmaya, hedef almaya yönelik tavırlardan kaçınılmalıdır. Ve bu hassasiyet gerek sevdiğimiz, gerek sevmediğimiz herkes için geçerli olmalıdır.
Ne yazık ki, İslami camia içinde bu yönde bir zaaf hali mevcuttur. Çeşitli nedenlerle araları açık, birbirini sevmeyen insanlar, gruplar, çevreler birbirleri aleyhine kullanmak üzere rahatlıkla sözü bağlamından kopartarak kullanma tavrı içerisine girebilmektedirler. Ve neredeyse herkes bu tutumun hedefi ve mağduru olabilmektedir. Bu haksızlık bir gün Nureddin Yıldız’ı, öbür gün Mustafa İslamoğlu’nu, bir başka gün Mehmet Okuyan’ı veya Metin Balkanlıoğlu’nu, sonra başka bir gün başka bir ismi kendisine hedef seçebiliyor.
Öyle ki, bu yanlış tutum isim ve hedef değiştirerek çoğalıp giderken, sonuçta başkalarına karşı bile adil olmakla mükellef Müslümanlar kendi içlerinde dahi sağlıklı, verimli bir diyalog geliştiremiyorlar. Sosyal medyanın ölçü tanımayan harareti de bu zaaflı durumu alabildiğine kızıştırıp, tartışmaları düşmanlıklara dönüştürebiliyor.
Şüphesiz vahyi aktaran Resuller haricinde herkesin sözü alınır ve terk edilir. Herkesin görüşü benimsenebilir ya da reddedilebilir. Yanlış olduğu bilinen ya da zannedilen fikirlere, sözlere, söylemlere karşı uyarmak, eleştirmek, icabında reddetmek, hatta yeri geldiğinde beri olunduğunu ilan etmek bir hak, bazen de sorumluluktur. Mamafih bütün bu tavır alışlar mutlaka usulü dairesinde ortaya konulmalı, medyatik rüzgarların etkisine kapılarak tahkik etmeksizin, eksik bilgiyle, zanla hüküm verme yanlışına düşülmemelidir. Bu hassasiyet kardeşlik hukukunun korunması için gerekli olduğu gibi, Müslümanların her durumda ve herkese karşı tutarlı ve adil olma sorumluluğunun da bir gereğidir.