O dönemin en yakın tanıklarından Ali Bayramoğlu, Hrant Dink davası ile ilgili şöyle bir cümle kullanıyordu dünkü yazısında: 'Bir dönem, uzunca bir dönem Dink davasının derin devlet denen aygıtı ortaya serecek neşter olacağını düşündük.'
Yazının diğer kısımlarıyla ittifak ettiğim için, 'şerh' koyduğum bu temenniden yazıyı başlatmayı uygun gördüm. Açayım.
Ben, tam da bu suikastın, 'derin devletin tamamını en tepeden gören bir cinayet' olduğu için Türkiye demokratikleşmedikçe aydınlatılmayacağını yazdım hep. Daha 2007 yılındaki bir sohbetimizde, Dink Ailesi avukatlarından Fethiye Çetin'e bunu söylemiştim. Tabii ki yargı ve siyaset zorlanmalı, bu davanın sadece Dink Ailesi'nin adalet arayışı olmadığı, ülkenin karanlık düzenden çıkması için önemli bir fırsat yarattığı kamuoyuna anlatılmalıydı. Elden gelen ne varsa yapılmalı, tüm kanallar zorlanmalıydı.
Ama failin de, hakemin de aynı zihniyet olduğu da unutulmamalıydı.
İki gün önceki duruşmada Erhan Tuncel'in savunması bize suikastın enine boyuna ne kadar geniş bir alanı kapsadığını gösteriyor. Tuncel, savunmasını belirli bir strateji üzerine kurmuş. Eforik anlatımlarla kendisini kurtarmaya çalışan bir kurban fotoğrafı vermeye çalışıyor. İçinde ciddi iddiaları da birlikte barındıran bu tür ifşaatların üzerine mutlaka gidilmeli; artık bu dava emniyet-jandarma kıskacından kurtarılarak, tüm sorumlular yargı önüne çıkarılmalı. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu raporu da aşağı yukarı bu perspektifi sunuyordu.
Gidilmeli de, bu ne zaman ve hangi safhada olur, kestiremiyorum. Çünkü bu dava, Türkiye'nin derin devletinden nereye kadar kurtulmak istediğine göbekten bağlı. Devlet içindeki dengeler, çekişmeler ve 'devleti çok hırpalamamak lazım' türünden kadim zihni alışkanlık, kurbanın Ermeni kimliğinin zihinlerdeki negatif bagajı buna hangi sürede cevaz verecek, göreceğiz.
Ama verecek.
Devletin içindeki derin aparatların mücadelesini az çok tahmin edebiliyoruz. Ancak, yargıya müdahale edemeyeceğini veya yargı vesayeti ile kendisinin de mücadele verdiğini kabul etmekle birlikte, hükümetin davayla ilintili olan siyasi tercihlerinde ciddi hatalar yaptığını görmesi gerekiyor. Adı ihmal veya kasıt iddialarında geçen görevlileri terfi ettirerek veya bu terfilere engel olamayarak davaya siyasi destek sözünü yerine getirmemiş oldu.
Bu görevlilerin suçlu olduğunu veya olmadığını iddia etmiyorum, edemem de... Ancak bu şahıslar yargı önüne getirilemediği, aklanmaları veya hüküm giymelerinin yolu açılmadığı için, siyasi iradenin bu tercihlerinde daha özenli davranması gerekiyordu. Bu özeni, AİHM'in Türkiye'yi mahkûm eden Dink davası kararına itiraz etmeyerek bazen gösterdi de.
Ancak bu hamleler, diğerlerinin gölgesinde, sayıca az ve etkisiz kaldı.
Ancak...
Hatırlamak gerekir ki, Rahip Santoro, Hrant Dink ve Malatya katliamları, doğrudan ülke içinde kaotik bir ortam yaratarak AK Parti'yi –radikal dinci iktidar izlenimini vererek AB meşruiyetini yıkmak üzerinden- hal etmenin eylemleriydi. Bu cinayetleri, bugün hükümete yıkmaya çalışarak kimse de aklımıza hakaret etmesin.
Bu tür davalarda siyasi sorumluluğu yerine getirmemekle ilgili hesap sormak başka bir şey, 'Bu insanları AK Parti öldürdü' demek başka bir şeydir.
Dink cinayeti, 1994 yılında Şırnak'ta 38 köylünün bombalanarak öldürülmesi ve son MGK belgeleri gibi olaylar üzerinden tarihi yeniden yazma, buradan hükümete bir yıpratma cephesi yaratma çabasını açıkçası şaşkınlıkla izliyorum.
Sorun, hükümeti eleştirmekte değil; sorun ilkesizlik... Bu ilkesizliğin hak arama mücadelesine verdiği ağır yaralar.,. Tam da hükümeti etkili biçimde eleştirmek gerektiği için bu yozlaşmaya dikkat etmek gerekli. Tabii derdi üzüm yemek olanlar için bu öneri.
1994 yılında Hava Kuvvetleri'nin Şırnak'ta yaptığı katliamı değerlendirirken bile 'AKP hesap ver' diyerek olayı Uludere ile ilişkilendirmek, oradan Kürtlerin bilinçaltına 'AKP'ye güvenmeyin' mesajı göndermek, Dink Davası'nda, MGK tartışmalarında, basın özgürlüğü konusunda, Uludere'de ve artık kullanışlı ne varsa iktidar kavgasında sürekli suiistimal etmek...
Bu yöntem, geçmişin ağır travmaları , önyargıları ve yaraları ile hala boğuşan, güven duygusu zedelenmiş insanların duygularını suiistimal etmekten başka bir şey değil. Yani aslında bir taciz... Bu bir hak arama yöntemi değil, bilakis, hak aramanın rayından çıkmasına yol açacak bir iktidar döğüşüne davetiye.
Hrant Dink gibi davalar, ancak eski devletten zihnen, ahlaken ve rejim olarak uzaklaşıldığında, reformlara devam edildiğinde, yeni anayasa layıkıyla yapabildiğinde ve hala ideolojik bir aygıt, bürokrasi savaşlarının zemini olmaktan çıkamamış yargı sistemi özgürleştirildiğinde mümkün olacak.
Ben ümitsiz değilim. Göreceksiniz, Dink'in gerçek katilleri ve ihmali bulunan görevliler önünde sonunda açığa çıkarılacak. Çünkü Türkiye'nin başka türlü değişimi sürdürmesi mümkün değil. Bir yandan yenileşmeye çalışırken, bir yandan eski rejimin hücreleri ve ahlaki olmayan zihniyet muhafaza edilemez. Değişim, değişimi başlatanlar tarafından bile kontrol edilemez. En iyisi, o değişimin bayraktarlığını yapmaktan, ilkelere riayet etmekten hiç vaz geçmemektir.
Değişim, Zaman Baba'nın evine davetsiz gitmek gibidir. Mönüyü asla siz seçemezsiniz.
Yeni Şafak