Popüler kültür endüstirisi din üzerindeki taciz, tahrik ve tazyikini artırarak sürdürüyor. Maneviyatın bütün alanlarını zapt etme çabasıyla bu kültür; maneviyatın temel üreticisi olan dini, kendi talepleri doğrultusunda zorlayıp, sıkıştırıyor. Hiç kuşkusuz dinin, kültürün, popülizmin de öznesi insan. Ancak gündelik hayatta popüler kültüre teslim edilen, popüler kültürün taleplerine cevap vermeye, tavır almaya ve kendini yeniden inşa etmeye zorlanan bir din algısı yaşıyoruz maalesef! Bu durum, hikmet ehlinin dediği gibi; “gizli sekülerler” yapıyor bizi, belki farkına var(a)madan!
En hafifiyle bu algıya yenik düşen “müslümanların,” İslam’ın temel umdelerinden, onların ifadesiyle; “dinin, toplumun, ailenin tahakkümünden nasıl özgürleştiklerini!“ takip ediyoruz medyadan.
Bir usüle, yöntem ve metedolojiye bağlı olmaksızın gündelik hayatın seküler ve modern temposuna teslim olmuş bu dinselliğin; dindarlıkla müslümanlık arasındaki makası bir hayli açtığını görmek zor olmasa gerek. Zira dini hayatın göstergeleri artık uhrevi olandan çok, görünür alandaki yansımalarla tanımlanıyor. Barbarosoğlu’nun dediği gibi; “takva ve ahlak yerine imaj, dini bütünlüğü temsil eden esas gösterge olarak lanse ediliyor.”
Modernleşme bağlamında yapılan çalışmalarda, modernliğin kendine özgü nitelikleri içinde dine yeni bir alan açma çabası; mevcut kök değerleri, hedef ve söylemleri dikkate alındığında din ve modernlik zaviyesinden neredeyse olanaksız gözüküyor. Bundan dolayı kimi modernist yaklaşımların kurmaya çalıştıkları zoraki ünsiyet de kabullenilebilecek bir durum olmuyor. Pozitivist değerlerden beslenen modernlik anlayışı, hayatın hemen her alanını kuşatmak isteyen,“kâdir-i mutlak bir tanrı” gibi kendini kabul ettirmek isteyince bu hal kaçınılmaz oluyor. Oysa modernlik de örn; gelenek gibi fiili bir durum ve kendi gerçekliği içinde okunmayı ve çözümlenmeyi hak ediyor, bu ayrı bir konu.
Bununla birlikte din; laik ve seküler değerlerin kuşatma, dışlama ve yeniden içeriklendirme çabalarıyla ilişkili olarak tanzim ediliyor. Modern toplumda meşruiyetini ancak bu şekilde kazanabiliyor. Din yeni zamanların gerçekliğine oldum olası uzak ve yabancı bir düzeyde tutuluyor.
Bu tavır modernliğin varlığı için her daim gerekli kabul edildi. Dinin mevcudu koruma arzusu ise, bu tavrı kolaylaştıran bir olgu olarak kullanıldı. Dinin muhafazakâr yapısı, kendi içinde geçerli sebepleri olsa da, donukluğu tercih edince; modernliğin yeterli arguman bulması kolaylaştı. Oysa dinin dinamik yapısı modernliğin iddialarına cevap verecek tek kaynaktır.Bu yüzden “muhafazakâr din” algısı modernlik için bulunmaz bir hint kumaşıdır.
Popüler kültür, dinin temel iddia ve kabullerini güdükleştirirken onu kendi özgün dünyasından hızla uzaklaştıran bir işlev görüyor. Bu güdükleştirme, dinin sosyal hayatın hemen her anında, kendi özgün diliyle var olmasından çok avamileşmesine, gündelikleşmesine sebep oluyor. Gündeliğin özensiz, rutin ve akışkan dünyasında din; sahip olduğu anlam ve derinliklerin çoğundan uzaklaşarak yeni durumlara adapte olacak şekilde bir forma bürünüyor.
İslam söz konusu olduğunda onun hem modernleşme, hem de popüler kültür ataklarına karşı dikkate değer bir dirençle malul olduğunu söylemek mümkün. Örn; Türk modernleşmesinde din, doğrudan dışarıda bırakılma çabasına karşı direnç gösterince, uygun görülen politikaları meşrulaştırıcı bir kaynak ve kalkan olarak kullanıldı. Bu olumsuz ortamda içe kapanan din, zamanı geldiğinde dışa vuracak potansiyele de sahipti.
İslam’ın köklü meşrulaştırma dinamikleri; sömürge sonrası müslüman toplumlarda işbirlikçi iktidarlar tarafından kullanıldı. Reformlarda dinden azami derecede yararlanma yolu seçildi. Örn; Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kemalist reformasyon bağlamında tartışmasız bir yetkinlik içinde takdim edilmesi, dinle devlet ilişkileri arasındaki modern mesafeyi tasvir için yeterlidir.
Kurumsal bir temel kazandırılmaya çalışılan yeni bir dinselliğin adımları atılmış,bununla birlikte laik tasavvur, dinsel olanı siyasal alanın dışına çıkarmıştı. Böylece toplumsal vicdan ve ruhi arınmışlık gibi daha içsel mekanizmalarla yetinmeye mecbur edilmişti din!
Dinsel örgütlü yapıların ve ulemanın dini hayat içindeki rolleri ve pozisyonları kayda değer bir düzeyde aşınmış ve yok olmuştu. Özellikle din eğitimi müesseselerinin, dini hayata ne ölçüde etki ettiği muğlaklaşmıştı. Diyanetin gerçekleştirdiği “dini hayat raporunun” verileri; inanç ve ibadet alanında ciddi bir bunalımın özellikle dindarlar arasında yaygınlaştığını gösteriyor.
Hayatın tüm alanlarını kuşatan, örgütleyen ve biçimlendiren yapısıyla din, bugün dindarların birçoğu tarafından bile ütopya olarak yaftalanıyor! Bunun en önemli sebebi, ulemanın etkisinin azalmasıyla başlayan müdahalelerle doğrudan ilgili. Bu alanda boşluğu dolduran Kemalist reformasyon; dini algı ve maneviyat disiplinlerini, birer boş inanç ve hurafe olarak kodladı! Sistematik ve kararlı bir şekilde üzerlerine gitti. Ana hedef; dini modern ve seküler bir havsalayla teyid ve tescil etmek arzusuydu.
Bugün dini hayatın genel olarak iki ayrı şekilde ilerlediğini söylemek mümkün; resmi ulemanın refakatinde “devlet İslamı” ve toplumun genel geçer taleplerine sıcak gelen “popüler İslam.”
Gelinen noktada geniş kitleler arasında dinin temel iddia ve rükünleri hakkında takva ve yetkinliğe dayalı yönelimler günümüzde farklı bir boyut kazandı. Yeni algı biçimleri dini olanın niteliğini dönüştürdü. Tipik dindar öznenin dinsellik tercihleri de artık dünyevi bir tercihe teşne kılındı.
Küreselleşme, çok kültürlülük, hakikatin göreceliliği gibi başlıklar altında hayatı kuşatan tartışmalar dinin derin ve entelektüel söz alışlarının üstünü örtüyor. Kapsamlı ve derinlikli bir sorgulayışın ürünü olmayan din, çok sıklıkla savunmacı-öykünmeci ve apolitik bir müzakere dilinden beslenen yeni dinsellik formlarına kurban ediliyor.
Hiç kuşkusuz dinsel olanın sahici nitelikleri konusunda dönemsel farklılaşmalar, hatta insandan insana değişebilen ruh halleri vardır ve bunların hiçbiri asla göz ardı edilemez. Ancak kabul etmek gerekir ki bugün tek tipleştirici/homojenleştirici bir küresel çaba; kültürleri olduğu gibi dinleri de bir ortak kalıba dökme çabası içinde işliyor. Din de kültür gibi popüler araçların ürettiği bir tüketim siyasetine boyun eğmeye mecbur bırakılıyor. Dini sorgulayanlar dün; “tanrı tanımazlık” ekseninde tartışırken bugün, daha dünyevi ima ve tartışmalar yaşanıyor. Dinin yeri neresidir? Din modern toplumlarda nerede duracaktır? Ahiret inancının sahiciliği nasıl kanıtlanabilir? Gibi!
Din, bir insan yetiştirme düzenidir ve sonuçta her inanmış Yaratıcısıyla sıkı bir mükellefiyet anlaşması yapmıştır. Oysa bugün dine hem atıfta bulunan hem de onu istediği gibi kendi amaçları için kullanışlı sayan bir faydacılığı yaşıyoruz. Dini; bir meta, kullanışlı aygıt, tatmin aracı ya da siyasi bir arguman olarak işlevselleştiren pek çok kişi ve yapıdan söz etmek mümkün.
Her konuda konuşmaya davet edilen, her ağızdan bir sesin çıktığı, yetkinlik ve sıradanlığın birbirine karıştığı, kimin neyi hangi saikle söylediğinin belli olmadığı bir bağlamda gerçek bir inanç kargaşası yaşanıyor! Artık dinî kodların parçalandığı, meşruiyet bağlarının zedelendiği fiili bir durum var.
Hakikat bölünmüş, dini iddialar karşı iddiaları töhmet altında bırakmayı önceleyen bir vasata teslim olmuştur. Din dünyasının aktörleri; tanınmak, bilinmek, söze karışmak ve kendi varlıklarını sürdürmek adına hemen her konuda dini yardıma çağırmaktalar. Hayatın her alanına ulaşma amacını taşıyan din böyle bir amaçla değil aksine provokatif bir beklenti içinde inşa edilmekte.
Başına İslami ifadesi yerleştirilen hemen her şey bir anda kendi seküler özelliklerinden sıyrılmakta, tatil, müzik, moda, “helal” içecek vs. gibi hemen her alanda gündeme gelen açıklayıcılık kudretiyle, bir tüketim şehvetine kurban edilmektedir.
Kuşkusuz burada üzerinde durulan“dini sorumluklar üstlenen dindarlar”ın fiili durumlarıdır. Yine burada söz konusu olan, revaçtaki din yorumlarının, dinin gündelik gerçekliklerden beslenen itiraz ve müdahaleler karşısında alacağı vaziyeti kimin, hangi gerekçe ve meşruiyetle belirleyeceği durumudur. Esasen tamamen sorunlu gibi görünen bu durumdan daha da vahim olanı dinin birbirine karşıt söylem akışlarına pervasızca alet edilebilmesidir!
Modern-anti modern saflaşmalarından geleneksel-modern ayrışmalarına, literal yaklaşımlardan yorumlayıcı okumalara kadar her seferinde değişebilen soruların ortaya çıkardığı bu gerilim, hangi dini anlayışla aşılacaktır? Bu durum hala belirsizliğini korumaktadır. Sorun dinin popüler ilgilerle biçimlenen bir maneviyat arayışına alet edilmesiyle ortaya çıkıyor sanırım. Bitimsiz bir arzu ve istekle tüketime odaklanmış bir zihniyet dünyasının “maneviyat” arayışından!
Sorun, dinin asli özelliklerinin kendi muhataplarını bulmakta zorlanmasından kaynaklanmaktadır. Dinden en çok söz edildiği bağlamlarda bile ona atfedilen değerin araçsallık ve işlevsellikle sınırlı olması manidardır. Bu durumun dinin özgün hedefleriyle bütünleştirilmesi olanaksızdır.
Bir din olarak maruf İslamın karşı karşıya kaldığı belki de en büyük tehlike, bu bitmek bilmeyen tartışmaların müntesiplerini vurması, var olan enerjinin boşa harcanmasıdır. Yeni bir başlangıç için dinin asli özelliklerinin hatırlanması ve hayatın bitimliliği üzerinden bilinen inanç esaslarının yeniden hayat bulması gerekiyor. Bir an önce kısır tartışmalardan, cedelleşme ve tekfire götüren söylemlerden kurtulmak, Rabbimizin rızası doğrultusunda ıslah ve inşa sorumluluğumuzu hatırlamak duasıyla.