HAKSÖZ HABER
İbn Ömer (rh)’dan: “Hayatımın öyle bir anını yaşadım ki birimize Kur’an’dan önce iman verilirdi. Bir sure, Muhammed s.a.v’e inerdi, sonra biz onun helal ve haramını öğrenirdik. Öğrendiğimiz noktada durmamız gerekmezdi, sizin Kur’an’ı öğrendiğiniz gibi. Sonra görüyorum ki (sizden) bir adama imandan önce Kur’an veriliyor; Fatihatu’l Kitab’ı (Fatiha suresi) sonuna kadar okuyor ve içindekileri anlamıyor. Neyi emrettiğinin ve neyi yasakladığının farkında değil. Durup, Kur’an’ı adi hurmaları saçıp dağıttığı gibi dağıtması kişiye yakışmaz.” (Taberani)
Dinin algılanış biçiminde yaşanan değişim çok önemli hasletleri ortadan kaldırabiliyor. İlahi dinlerin en temelde ihlas üzerine kurulu olduğu gerçeğini göz ardı etmememiz gerekiyor. Yaptığımız işleri Allah için yapmamız ihlaslı davranışı vazgeçilmez hale getiriyor.
İbn Ömer’den yapılan rivayette çok esaslı bir durum söz konusu. İbn Ömer “bize önce iman verildi” diyor. İhlasın en üst raddede yaşanması belki de bu şekilde mümkündür. İmanı kalplerde hisseden Müslümanlar onu o anda bildiler. Bu durum insanlık tarihinde oldukça önemli bir kırılmadır. Tevhid inanışının taşıyıcıları tarih boyunca sayıları az da olsa bu iman farkındalığı sayesinde asırlara yön verdiler. Tıpkı Allah Resulü’nün (sav) yanındaki ilk halka gibi…
İbn Ömer (rh) önce imanla şereflenmenin ardından Kitab-ı Kerim ile tanışmanın kendilerini sınırlandırmadığını söylerken de önemli bir hususa dikkat çekiyor. Asri dönemde Müslümanların Resulullah ve onun dönemine yaptıkları vurgular sığ bir bakış açısıyla özcü bir yaklaşımı temel alıyor. Bu özcülük aslında oldukça modern bir “ütopya” arayışını beraberinde getiriyor. Aynı zamanda hikmetten ve basiretten yoksun bir perspektif kaybını... İbn Ömer ise imanla başlayan ve Kitab ile zenginleşen düşünce dünyalarının bir sınırı olmadığını “öğrendiğimiz noktada durmamız gerekmezdi” diyerek özetliyor…
Ancak durum değişiyor. Vahye ve sünnete kendi tarihselliğinin koşullandırması ile yönelmeye çalışan Müslümanlar, İbn Ömer (rh) ifadesiyle Fatihatu’l Kitab’ı, kitabın kapısını okuyup anlamaktan aciz hale geliyorlar. Vahyi ve Allah Resulü’nün sünnet-i seniyyesini kendi dünya görüşü, menfaati, içinde bulunduğumuz dünyayı şekillendiren ideolojiler uğruna hiç pahasına bırakıyorlar! Burada herhangi bir denklik kurulması dahi mümkün değildir. Dünyalık için ahireti zora sokmanın hayırlı bir ticaret olmayacağı açıktır!
Müslümanlar modernlik karşısında yaşadıkları şaşkınlık ve mağlubiyetin bir sonucu olarak bu ticareti(!) alışkanlık haline getirdiler. Bu durum kişilerden, partilerden bağımsız olarak ele alınmalıdır. Herkes çuvaldızı kendisine batırsın kısaca! Dünya için konuşurken ahiretteki hayırdan uzaklaşmak Müslüman varoluşunun gayesine aykırıdır. O halde Buhari’de belirtildiği üzere yapılması gereken: Allah’a ve ahirete inanan, ya hayır konuşsun veya sükut etsin!
Bizi biz yapan şeylerden çok kolay bir şekilde vazgeçiyoruz! Bâtıl olanın bizi değerlerimizle ikilemde bıraktığı dilemmayı aşmak için genelde değerlerimizi, kavramlarımızı, geleneğimizi bırakıp öyle ayrılıyoruz masadan! Bir Müslümanın kendisine yapabileceği daha büyük bir ayıp var mıdır acaba? Allah'a güvenip doğru olanı yapmak yerine sığıntı gibi yaşamayı tercih ediyoruz!
Halbuki inancımızın ufacık bir söz karşısında bile çok incelikle, letafetle, nezaketle, izanla ve akılla hareket ettiğini unutuyoruz. Tirmizi’de zikredilen hadis-i şerifte buyurulduğu üzere: İnsan, önemsiz sandığı bir söz söyler. Bu söz Allah’ü Teâlânın rızasına muvafık düştüğü için kıyamete kadar ondan razı olur. Bir başkası da hiç önem vermediği bir söz yüzünden kıyamete kadar Allah'ü Teâlânın gazabına uğrar.
Önemsiz sandığımız sözler bizleri felaha veya gazaba ulaştırabilirken İbn Ömer (rh) söylediği gibi Kur’an’ın emirlerini dahi "adi hurmaları saçıp dağıttığı gibi" dağıtabiliyoruz. Dinimizi dünyalık için malayani hale getirerek eşref-i mahlukattan uzaklaşıyoruz! Peki, en sonunda payımıza ne düşecek?
Haber görselindeki hat Talak Suresi'nden: “Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona (daima) bir çıkış yolu gösterir ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a dayanıp güvenirse, Allah ona yeter.”
Hattat: Fatih Özkafa