Dinimizi bilip yaşamak isteyen herkes O'nun örnekliğine bakmalıdır!

Yaşar Değirmenci, Allah Resulü'nün (sav) örnekliği olmadan İslam'ın anlaşılmasının mümkün olmadığına dikkat çekiyor.

Yaşar Değirmenci / Yeni Akit

Peygamberimiz bilinmeden din yaşanmaz! 

Dinimizi bilip yaşamak isteyen Müslümanların mutlaka Peygamber Efendimizi bilip, anlayıp yaşamaları gerekir. Peygamberimiz bilinmeden din yaşanmaz! 

Bütün Peygamberlerin gönderiliş amacı, insanın kendisini çevresini, hayatı, varlığı ve Rabbini doğru anlamasını sağlamaktır. 

Kur’an-ı Kerim insanlık boyunca Allah’ın insana olan rahmetinin bir ifadesi Peygamberimizin sünnetidir. Kur’an vahiydir ve Allah’tandır. 

Sünnet ve hadis, vahyin Peygamberimiz tarafından yapılan yorumu, yani okunması ve beyanıdır. Resul’ün dile getirdiği her sözün, biz işitmiş veya işitmemiş olalım, başımız ve gözümüz üzerinde yeri vardır. Biz onlara inanır ve onun tarafından söylendiğine şahitlik ederiz. Yine şahitlik ederiz ki Resulullah, Allah’ın emirlerine ters düşen hiçbir şeyi emretmemiş, Allah’ın emirleri dışında bir hüküm vermemiştir.    

Peygamberimizin sünneti ise, Hz. Peygamber’in dini uygulama usulüdür (yöntemi). Sünnetin içinde en tartışmasız olanları “ameli sünnetler”dir. Ameli sünnetler; ağızdan ağıza nakledilmezler, hayattan hayata nakledilirler. 

Dinin amacı; kendisine inanan insanları, bir ve beraber kılmasıdır. Din inananlarında; duygu-düşünce ve eylem birliği oluşturur. Oluşturmuyorsa, Müslümanlar dinlerini yaşamıyorlar demektir. Nitekim bu hususta şu ayet dikkat çekicidir. Mahkeme-i Kübra’da davacı olarak Peygamber Efendimiz geldiğinde ve “Ey Rabbim! Benim bu kavmim/ümmetim bu Kur’an’ı mehcur/terk edilmiş bıraktı” (25 Furkan, 30) dediğinde, halimiz ne olacak? 

Onlar Kur’an’ı cenazede okudular, mevlitte okudular, mübarek gün ve gecelerde okudular, Ramazan’da okudular ama siyasetlerine, hukuklarına, ekonomilerine, ticaretlerine ve ahlâklarına hâkim kılmadılar derse, halimiz ne olacak? Bir meselede gençler ne der, kadınlar ne der diye en ince ayrıntılarına kadar düşündüler ve araştırdılar. Ama Kur’an ne der, Allah ne der, Peygamber ne der diye bakmadılar derse Peygamber Efendimiz, halimiz ne olacak? 

Onlar, siyasi bir karar alırken, bir politika belirlerken, bir proje hazırlarken seçim anket şirketleri ne der, halk ne der, TV yorumcuları ne der, muhalefet partileri ne der diye düşündüler. Ama Kur’an ne der diye hiç merak etmediler derse Peygamberimiz halimiz ne olacak?  

Allah’ın Resulü:
“Ey Rabbim, benim kavmim, benim ümmetim, yakışıksız sözler söyleyerek bu Kur’ân’ı gözden çıkarılmış, terkedilmiş hale getirdi” dedi. (25 Furkan 30) 

Mehcûran kelimesinin kökünde “alay etme” ve “hezeyan savurma, saçmalama” anlamları da bulunmakta olup bu anlamlar dikkate alınarak Resulullah’ın bu şikâyetinin, “Rabbim! Kavmim bu Kur’an’la alay ettiler” veya “... Kur’an’la ilgili saçma sapan sözler sarfedip haksız iddialar ileri sürdüler” şeklinde de anlaşılabileceği belirtilmiştir.   

“–Ey Âlemlerin Rabbi! Bu kulun beni terk etti ve benden uzak durdu. Aramızda sen hüküm ver!” diye şikâyette bulunur.” Onların bu amansız düşmanlıkları karşısında bunalan Habîbi’ni Cenâb-ı Hak, önceki peygamberlerden misal vererek teselli etmektedir. Önceki peygamberler de Allah’ın dinini tebliğ ettiler. Bu vazifeyi ifa ederken onların karşısına da günaha batmış kâfirlerden amansız düşmanlar çıktı. Hz. Âdem’in karşısına İblîs’in, Hz. İbrâhim’in karşısına Nemrud’un, Hz. Mûsâ’nın karşısına da Firavun ve Kârun’un çıkması bunun açık misalleridir. 

Dolayısıyla şikâyeti bırakıp onların yaptığı gibi mücâdele yapmak ve onların sabrettiği gibi sabretmek gerekir. Çünkü Cenâb-ı Hak, peygamberlerini ve onlara inananları doğru yola ileteceğine ve düşmanlarına karşı onlara yardım edeceğine söz vermektedir. 

Dikkat etmek gerekir ki, “Allah’ın yol gösterici” olması, sadece hakikatin bilgisini verme mânasında değil, İslâmî hareketin doğru istikâmette ilerlemesi ve İslâm düşmanlarının strateji ve planlarının akamete uğraması için, gereken vakitte lâzım gelen “yol göstericilikte bulunmak” anlamına da gelir. Buna göre “yardım” da bâtıla karşı amansız bir mücâdele sürdüren Hak bağlılarına yapılan her türlü ahlâkî, maddî ve manevî yardımı içine alır. 

Dolayısıyla, takvâ sahipleri için Allah kâfîdir ve Allah’a tam bir imanla bağlandıkları, bütün güç ve kuvvetleriyle bâtıla karşı savaştıkları müddetçe Allah’ın yardımı onlara yetecektir; başka hiçbir desteğe ihtiyaçları yoktur. 

Onlar, Kur’an’ın kalıbını, Kur’an’ın kılıfını, Kur’an’ın kâğıdını korudular ama hükümlerine sahip çıkıp hayatlarına hâkim kılmadılar. 

En süslü kılıflarla odalarının en güzel yerlerine astılar, raflarında sakladılar, ama evlerine, sokaklarına ve şehirlerine hâkim kılmadılar. 

Maalesef ümmet olarak Kur’an’ın emirlerini mehcur bırakıp terk ettiğimiz günden beri belimizi doğrultamıyoruz. 

Kur’an’ı mehcur bıraktığımız günden beri izzet yerini zillete bıraktı, zafer yerini hezimete bıraktı, adalet yerini zulme bıraktı, merhamet yerini gaddarlığa bıraktı, ahlâk yerini sapkınlığa bıraktı, bereket yerini darlığa bıraktı, kardeşlik yerini ırkçılığa bıraktı. 

Peygamber Efendimize ilk vahiy geldiğinde, Hz. Hatice, Peygamberimizi şu sözlerle teselli etmiştir. “Vallahi, Allah seni mahcup etmez. Çünkü sen, sözüne güvenilir bir adamsın. Akrabalık bağını gözetirsin. Kimsesizleri korursun. Misafire ikram edersin. Haklının hakkını almasına yardım edersin.” Bütün bunlar, şu gerçeğin göstergesidir: Allah din binasını Hz. Peygamberin şahsında “doğal ahlak” üzerine bina etmiştir.  

Peygamberimizin bu doğum ayı Rebiulevvel’de tanıyalım, tanıtalım, yaşayalım, yaşatalım.

Yorum Analiz Haberleri

Görsel kültürün fıtrata etkisi
Ümmetin ihyasında öğretmenlerin rolü
Kâbe acilen bu müptezellerin elinden kurtarılmalıdır!
“İsrail neden bir haydut devlettir?”
CHP ile laiklik anlayışınız farklı, peki Anıtkabir anlayışınız aynı mı?