Merhum Şevket Eygi’nin ifadesiyle birileri ‘manyakça manyakça işler’ çağrışımıyla dini alanı kurcalıyor ve mıncıklıyor. Amiyane tabirle tiktokçuluk ve şakşukacılık yapıyor. Dini alanın şakşukacılığı olur mu? Bu tabiri ilk kez Cezayirli yazar Muhammed el Hadi el Hüseyni’nin mutat olarak yazdığı El Şuruk gazetesinde bir yazısının başlığında denk geldim. Bizim konumumuza da uygun düştü. ‘Şakşuka Diniyye’ başlıklı yazıyı görünce hayretler içinde bu kelimenin Arapçada da kullanıldığını öğrenmiş oldum. Farfara kelimesi gibi. Dini şakşuka ifadesi de beni cezp etti. Cerbezeli hocaları anlatmak için bulunmaz bir kelime idi. El Hüseyni temelsiz bir dini çığırdan daha doğrusu İbrahimilik cereyanından bahsediyor ve bunun ancak bir mizah unsuru olabileceğini söylüyordu.
İsrail, Arap ve İslam âlemine İbrahimilik anahtarıyla girmeye çalışıyor. Bu İbrahim Aleyhisselam adına üretilmiş sahte bir anahtardan başka bir şey değil. Kur’an onların İbrahim aleyhisselamla manevi irtibatını yalanlıyor. Türkiye’de bir ekran yüzünün veya vaizinin başlatmış olduğu Selefilik tartışması da böyle bir şey. Bir bardak suda fırtına estirmek. Lakin bu söylemin alıcısı çok. Birincisi, Selefilik nedir bilmeyen geniş kitleler IŞİD bağlantısı üzerinden Selefilik karşısında gayri ihtiyari gerilim hattına düşüyorlar. İkincisi, aşırı ve tehlikeli dini bir akım keşfetmekten mutlu olan ‘iyi saatte olsunlar’ mızıkacıları var. Böylece dini alanı yeniden düzenlemeyi ve müdahale etmeyi tasarlıyorlar. Kayıt dışı imam ile birlikte Osman Hamis meselesi üzerinden kaybettikleri inisiyatifi geri kazanmak ve durumdan vazife çıkarmak arzusundalar.
Kayıt dışı imamın tehlikeli serüvenleri
İsrail, öteden beri, gayri ciddi bir İbrahimilik kampanyası yürütüyor. Bizdeki kayıt dışı ekran gülü Cübbeli Hoca ise gayri ciddi bir Selefilik kampanyası yürütüyor ve meseleleri çarpıtarak Selefileri kasten Suudi Arabistan’ın resmi dini akımı olan Vehhabilikle karıştırıyor ve harmanlıyor. Hâlbuki umum ve husus aralarında büyük farklar var. Selefilik daha genel ve köklü bir ifade. Vehhabilik ise özelde Suudi Arabistan’ın üç asırlık süreç içinde dini deneyimini anlatır. Selefilik genel anlamda İbni Teymiye’ye dayanır. Vehhabilik ise Muhammed Bin Abdulvehhab’ın düşüncelerine ve Suudi devletinin mezkûr süreçteki tatbikat ve uygulamalarına dayanır. Her Vehhabi selefi olarak anılabilirse de her selefi Vehhabi olarak tanımlanamaz.
Selefilik akımı da kendi içinde çok parçalıdır. Güneşin altında ne varsa Selefilik için de geçerlidir. Dolayısıyla toptancılık/genellemecilik adaletsizliktir. Günümüzde selefi akımlar kabaca üç bölümde tasnif ediliyor. Es Selefiyyetü’l İlmiyye / İlmi Selefilik ki Nasirüddin Elbani çizgisiyle anılıyor. Elbani hadis değerlendirme kriterlerinde kendisine has yeni bir çizgi ve metot getirmiştir. Kendisine göre istidrakatta bulunmuştur. Eski klasik tasniflerin dışına çıkıyor. Fıkıh da İbni Teymiye’nin dört mezhebin dışına çıkması gibi o da geleneksel hadis değerlendirmelerinin dışına çıkıyor. Kimileri onun değerlendirmesine önem veriyor kimileri de Buhari gibi hadis otoritelerinin üzerine çıktığını, ‘pabucunu dama attığını’ iddia edebiliyor. Dolayısıyla hadisle ilgili bu alan karşılıklı ve çok yönlü kritiğe açık. Elbani’nin zayıf gördüklerini bazıları sahih, sahih gördüklerini de zayıf sayabilir. Bu karineleri değerlendirmeye bağlıdır. Bu tarafların ilimdeki behresine ve çapına bağlı bir şey. Hacr ve kısıtlama uygulanamaz. Yine fıkhi konularda mezheplerin dışına çıkan hükümler sil baştan yeniden değerlendirmeye açıktır. İlmi mesleğine ilmi eleştiriler getirilebilir. Bununla birlikte Nasirüddin Elbani kesinlikle siyaset dışı bir aktördür. Bütün mesaisini ilmi konulara hasretmiştir. Siyasi meselelerden prensip olarak uzak duran bir şahsiyettir.
Londra’da faaliyet gösteren el Hivar Kanalının Müdürü Azzam Temimi de bunun tanıklarındandır. Cübbeli Ahmet Hoca, Elbani’nin siyasi mesleğini ona sorabilir. Zira birinci dereceden tanıktır. Keza ona bağlı gruplar silahlı faaliyetlerden de özenle kaçınırlar. Bu açıdan Camiye gibi akımlardan ayrılır ve onlara karşıdırlar. Kısaca ne siyasetçiyi kullanır ne de siyasetçinin kendilerini kullanmasına müsaade ederler. Yine de siyasetçi her zümreyi kullanabilir. O, bu sahaya ilişmez. Osman Hamis’in mensup olduğu yapı ‘Cemiyetü İhya’i-t Turasi’l Arabi’ adını taşımaktadır. Merkezi Kuveyt’tedir. Nasirüddin Elbani ile birlikte Selefilerin önde gelen isimlerine sahip çıkmaktadır. Bunlar arasında Bin Baz, İbni Useymin gibi bazı ortak isimler de vardır. Bin Baz ile İbni Useymin’in Vehhabi geleneğine dayandığı söylenebilir. Bununla birlikte bunlar geçişli isimler arasındadır. Elbette Bin Baz ve benzerlerinin mecaz ile ilgili görüşleri genel olarak âlimler tarafından reddedilmiştir.
Adam alan ve kontrol dışına çıkmış şimdi Türkiye’yi de kontrol dışına çıkarmak istiyor. Türkiye’nin gündemini esir alıyor. Türkiye kamuoyu ve coğrafyası üzerinde adeta çelik çomak oynuyor. Arap ülkelerinde okuyanların önünün kapatılmasına karşılık bu adamın önünün açılması ve kapatılmaması yanlış olmuştur. Türkiye’nin ufuklarını karartmak istercesine çelik çomak oynuyor ve Ümit Özdağ gibi şakşakçıları da işaret bekliyor. Partner bulmakta hiç de zorlanmıyor. Ulusalcı kesim mal bulmuş Mağribi gibi üzerine atladı.
Selefilik Nedir, Ne Değildir?
Kısaca ilmi Selefilik ekolü cihatçı Selefilikten ve siyasi Selefilikten ayrılır ve onlardan uzak durmaktadır. Mümkün mertebe tekfir meselesinden de kaçınmaktadır. Geçmişte tekfirde yarışanlar şimdi Nur Partisi erkânı gibi tekfire karşı çıkmakta yarışıyor ve bunun şampiyonluğunu Seyyid Kutup’a mal ediyorlar! Suudi Arabistan Vehhabileri bile öyle. Günahlarını Seyyid Kutup askılığına asıyorlar. İlmiyeci Selefilik ilim meseleleriyle meşgul olduğundan onlara reddiye ilmi dairede olur. Adamların siyasi dairede bir meşgaleleri bulunmuyor. Keza silahlı bir faaliyetleri de yok.
Genellikle bütün selefiler gibi Kuveyt’teki bu grupta İbni Arabi’nin karşıtları arasında sayılır. Eğitim konularına da el atmaktadırlar.
Detaylanan Selefiliğin ayırdına varmak o kadar kolay olmasa gerek. Sözgelimi Bin Baz geçişli isimler arasındadır. Resmi anlayışı temsil eden Camiye grubu belki onu da referans isimler arasına katabilir. Lakin Bin Baz’ı da referanslarına katan Cemiyet-i İhya-i Turas el Arabi grubu kesinlikle Camiye grubunu dışlar. Onlara metelik vermez. Camiye ekolü Eş’ari olduklarını iddia eden Ahbaş’ın Selefi versiyonudur. Muhtemelen istihbarat dehlizlerinde üretilmiştir. Dolayısıyla bir çırpıda bunları aynı kategoriye koymak yersiz ve haksız olur. Yoksa Arabistan’dan gelen herkesi ve her mezunu Vehhabi kalıbına dökmek, sokmak gafletine düşebilirsiniz.
Kanaatimce burada bir meşrep meselesinden ziyade takıntılı bir karakter meselesi vardır. Bir de bu karakterden yansıyan üslup. Bu nedenle de ‘üslüb-u beyan aynıyla insan’ demişlerdir. Bu üslup toparlayıcı ve yatıştırıcı olmaktan çok uzaktır. Aksine dışlayıcı ve ötekileştirici olduğu kadar iticidir de. Ötesinde kışkırtıcıdır. Husumetinde taşkınlık yapmaktadır. Müspet hareket etmemektedir. Bu da en büyük zaaf noktasını temsil etmektedir. Elbette durduk yerde bir ülkede iç savaş tamtamlarını çalan bir adamdan serinkanlı olmasını bekleyemezsiniz.
Fitne ve Çatışmayı Büyüten Müfritler
Bu açıdan kendisini Kuveytli Şii din adamlarından Yasir Habib’e benzetiyoruz. Sünnileri kışkırtmak için her yolu denemiş ve bunun için elinden ne geliyorsa yapmıştır. En son ‘Cennet Kadınlarının Efendisi Fatıma’ filmini finanse etmiş ve bu film Sünni kesimlerde protestolara neden olmuştur. Ortak ve köprü bir şahsiyeti nasıl da tartışmalı şahsiyet haline getirebilmiştir? Bu marifet onun ateşten kimyasında gizlidir. Buluşturmak yerine ayrıştırmayı esas almaktadır. Ehl-i Beyt’in iki mühim kadını Hazreti Fatıma ile Hazreti Aişe’yi karşı karşıya getirmektedir. Tam da bu gibi sebeplerle Cübbeli Hoca, Yasir Habib ile meşrep ve mezhep farkı olsa da karakter benzerliği taşımaktadırlar. Bir ortak benzerlik de ikisinin de Ahbari ekole mensup olmasıdır. Muhakemeyi ve aklı bir yana bırakarak zayıf ve uydurma da olsa hadisleri esas almalarıdır.
Ehl-i Sünnet’te elbette Ahbarilik diye bir ekol yok; olsaydı baş temsilcilerinden birisi Cübbeli Ahmet Efendi olabilirdi. Va esefa ki böyle bir akım ve tanım bulunmamaktadır. Lakin literatürde olmaması bu vasfa uygun insanların olmadığını göstermez. Kısaca tasavvuf ehlinden bazıları mev’ize konularında zayıf hadislerle amel edilebileceğini savunmuşlardır. Lakin bu kapıyı açanlardan bir kısmı alanı sınırlandırmak bir yana genişlettikçe genişletmişlerdir. Bu da bazı kesimlerde sağlam hadis hassasiyetini yok etmiştir.
Asıl Tehdit İlim ve Fazilet Eksikliği
Keşke birileri Vehhabiliğin veya Selefiliğin seyrini ilmi olarak tarassut etse de gelişmeleri an be an yakalasa ve onların aracılığıyla biz de yakalasak. Bizi de tenvir etse. Tasavvuf erbabı için de aynı dilekte bulunabiliriz. Bu sayede daha ilmi olduğumuz gibi daha temkinli ve daha serinkanlı da oluruz. Bu da bizi olgunlaştırır. Ali Rıza Akgün hoca konuyu şöyle özetlemiş. Faydasına binaen iktibas ediyoruz:
“Selefîlik üzerine doktora yapmış ve Ortadoğu’daki Şiilik ve benzeri grupları 30 yıldır takip eden birisi olarak söylüyorum: En tehlikeli akım Şiilik ve kolları olduğu halde, Türkiye de şuan ne Şiilik ne de Vehhabîlik tehlikesi yok (ileride belki olabilir, bilemem). Ancak şuan Türkiye de Cübbeli ve benzerlerinin insanları birbirine düşürme tehlikesi vardır.”
Not: Hamdi Arslan hocamız da önceki yazıya hem teşekkür etmiş hem de bir düzeltme yapmış. ‘ Onlarla (Zikir ehliyle) oturan da mahrum kalmaz’ mealindeki ifadenin sufi sözü değil, hadis olduğunu hatırlatmış ve kaynağını da paylaşmış. Önemine binaen duyurulur.