Hayrettin Karaman / Yeni Şafak
Sağdan soldan bazı şahıslar ve kuruluşlar Türkiye’de dindarlaşmanın seyri üzerinde araştırmalar yapıyorlar, sonra da bu araştırmalar tartışılıyor, üzerine fikir ve hüküm bina ediliyor.
Bu arada tarafsız ve duygusuz görüntüler bulunsa da mesela dindarlığın artması, tamamlanması ve güçlenmesi bir tarafı sevindirirken diğer tarafı pek memnun etmiyor.
Türkiye’de ve dünyada dindarlığın artıp güçlenmesi de tersinin olması da kendiliğinden, tabii amillere bağlı ve kaçınılmaz değildir. Aşağıda insanı yaratan Allah’ın ona nasıl bir mahiyet ve kabiliyet verdiğini O’nun kitabından aktararak açıklamaya çalışacağım. Bundan da anlaşılan odur ki, dindarlığın artması için uygun ve yoğun din eğitimine ihtiyaç vardır. Bu eğitim ihmal edilir, insanın dindarlaşma seyri başka (olumsuz) amillerin eline bırakılırsa elbette dindarlaşma gevşeyecek, azalacak ve eksilecektir. Böyle olmasaydı Allah, kulunu kendi haline bırakır, Kitap ve Peygamber göndererek onların dindarlaşmasına yardım etmezdi.
Dinin hem bu dünyada hem de ebedi âlemde insana mutluluk vereceğini ve yaratılış amacını gerçekleştireceğini kabul eden ve buna iman eden müminlere düşen vazife din eğitimini her çeşit faaliyetin önünde tutmaktır.
Şems suresinin 7-10. âyetlerinde nefs (insanın özü, ruhu, ebedi olacak unsuru) üzerine yemin edilmesi onun fıtrî üstünlüğüne işaret eder. İnsanın ebedî saadete nail olabilmesi için Allah Resulünü (s.a.) örnek alarak nefsini eğitmesi şarttır ve bu insanın kemale, kâmil insan, has kul olmaya yolculuğu demektir.
Allah Teâlâ o surede şöyle buyuruyor:
“Nefse ve onu (insanın özü olarak yaratan) şekillendirip düzenleyene; /Ona kötü ve iyi olma kabiliyetlerini verene! / Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir./Onu arzularıyla baş başa bırakan da ziyan etmiştir” (Şems: 7-10).
Âyette geçen “Nefsin şekillendirilip düzenlenmesinden” maksat ona maddî ve mânevî güç, kabiliyet ve güdülerin yerleştirilmesi, her gücün yapacağı görevin tayin edilmesi ve nefse bu güçleri kullanacak organların verilmesidir. 8. âyette her türlü kötülük, günah ve sapmayı “fücur”; bunun karşıtı olan doğruluk, iyilik ve hak yolda kararlılık ise takvâ kelimeleriyle ifade edilmiştir.
Böylece Kur’an’ın insan anlayışının bir özeti sayılabilecek olan 7-8. âyetler, insanın ahlâkî bakımdan çift kutuplu bir varlık olduğunu, iyilik veya kötülük yollarından dilediğini seçebilecek bir tabiatta yaratıldığını ve onun kurtuluş veya mahvoluşunun bu seçime bağlı bulunduğunu göstermektedir.
Ruh ve nefsi aynı şey olarak anlayanlar varsa da doğrusu bu ikisinin farklı varlıklar olduğudur. Allah’ın kullarına üfürdüğü ruh şahsî değil, umumidir; tek bir enerji merkezinden gelip ampulleri aydınlatan elektrik gibidir ve ilâhîdir, Allah’a aittir, halk âlemine değil, emir âlemine dahildir, nefis için Allah’ın rızasına götüren yolu aydınlatır veya onu bu yola çeker. İnsanın tabiatında ve yapısında (nefsinde) Allah’ın rızasına aykırı yola çeken güçler de (heyecanlar, güdüler, ihtiyaçlar) vardır; ayrıca şeytanın da işi, insanı Allah yolundan saptırmaya çalışmaktır. İnsan (nefis), aldığı eğitim ve iradesi sayesinde bu iki çekim merkezi arasında mücadele ve imtihan vererek dünya hayatında kulluğunu ve tekâmülünü gerçekleştirmeye çalışır, çalışması gerekir, bunun için yaratılmıştır.