Başbakan R.Tayyip Erdoğan'ın başlattığı "dindar nesiller" tartışması devam ediyor.
Birkaç İslamcı yazar dışında gerek liberallerin tamamı gerekse İslamcılıktan, solculuktan veya milliyetçilikten muhafazakâr demokrasiye, liberalliğe veya sosyalistliğe yatay geçiş yapanlar ittifakla, devletin "dindar nesil yetiştirme" gibi bir görevinin olmadığını söylediler. Ortodoks Kemalistler ve Marksist solcular ise, devletin sadece "dindar nesil yetiştirme" yetkisinin olmadığını, ama elbette "laik-Kemalist" veya "sol/sosyalist nesiller" yetiştirme görevinin olduğunu savundular.
Yeni ve sivil bir anayasa hazırlığının gündemde olduğu bir zamanda bu konunun gündeme gelmiş olması, farklı görüşlerin ve perspektiflerin ortaya çıkması, verimli bir müzakereye fırsat vermesi bakımından kazançtır.
Konuyla ilgili görüşlerimi 1992 yılında yayımladığım "Nuh'un Gemisine Binmek" adlı kitabımda ele almıştım. İslamcılar, 19 ve 20. yüzyıl boyunca modern dünyada İslam'ın sosyo-politik projesinin ne olacağı ve Müslümanların varoluşsal sorunlarının her şeyin modern devlet tarafından adeta determine edildiği aygıt karşısında nasıl çözüleceği konusunu tartışıp durdular. Söz konusu kitapta (s. 82 vd.) sorun "Resmi İslam/Sivil İslam" kavramsallaştırması bağlamında ele alınmıştı. 1995'te ilk baskısı yayımlanan "Modern Ulus Devlet" adlı kitabımda da konu 'devlet' merkezli kritik edildi.
Buna göre "Resmi İslam", modern ulus devleti ideolojik donanımı, politik meşruiyet çerçevesi, emredici, taşıyıcı ve dönüştürücü araçlarıyla veri alıp İslam'ı hakim kılma ve yeni bir toplum var etme vaadiyle modern sahneye giriş yapmıştır. "Sivil İslam" ise, modern ulus devleti Hanefi hukukçularının ittifakı ile çizdiği sınırlı, klasik fonksiyonlarına indirgeyip toplumsal bilumum fonksiyonları topluma devretmeyi öngören bir anlayışı savunmaktadır. "Politik İslamcı" akımlar, hepsi değilse de, önemli bir bölümü Resmi İslam tezine sahiptir. O kitapta adına "Sosyal İslam" dediğim çok sayıda cemaat, tarikat ve örgütlü dinî grup ise toplumsal dönüşümü sivil yollarla dönüştürmeyi hedefleyen Sivil İslam tarafında yer almaktadırlar.
Belirtmek gerekir ki tartışmaya katılanlardan kendi tezinde en bilinçli olanlar Kemalistler ve Marksist geleneği sürdüren solcular oldu. Onlar modern ulus devletin ve cumhuriyetin kuruluş felsefesinin özüne ve işleyişine dokunmadan yeni bir toplum ve ulus inşa etme projesini savundular, onların derdi dindarların dindar nesil yetiştiremeyecekleri konusudur.
Liberaller her zamanki gibi hakikatin üstünü örtüp harici gerçeklere göndermede bulunarak devletin asli işinin dindar nesil yetiştirmek olmadığını, eğer dindar nesil yetiştirmek gerekirse bunun sivil topluma ait olması gerektiğini söylediler. Bu harici gerçek düzeyinde doğrudur, ama hukuk/yasama tekeli, eğitim (ilköğretim, lise ve üniversite) ve ekonomiyle ilgili çıkarılan kanunlar, merkez bankaları ve sıkı biçimde takip edilen iktisat politikaları aracılığıyla müdahalelerin yapıldığı bir ülkede, zaten toplumun, ailenin veya STK'ların değil dindar nesil yetiştirmeleri, basit düzeydeki dinî hayatlarını yaşamaları bile mümkün değildir. Liberaller "modern devlet gibi devasa bir aygıt, liberal felsefeye göre işlesin, siz de istiyorsanız dindar nesil yetiştirin" diyorlar. Bu sonuna kadar ısıtılmış bir hamamda göbek taşına uzanıp serinleyebilirsiniz der gibi bir şey.
Fransız aydınlanmasını referans alan köşe yazarları da asıl konuya girmeden Başbakan'a uyacağı bir tür direktifler listesi sundular. Mesela konunun bence farkında olan nadir yazarlarımızdan biri olan Kürşat Bumin, 9 senedir AK Parti'nin dindar nesil yetiştirme yönünde en ufak bir adım atmadığını itiraf etmekle beraber, yine de Başbakan'a "dindarlık bahsini hükümetin terminolojisinden çıkarmasını, Necip Fazıl gibi İslami kesimin önemli ismini ağzına dahi almamasını" önermektedir. Kısaca o da Fransız ihtilalinin "cumhuriyet projesi"ne ve devletin "okul"u nasıl dönüştürücü, determine edici bir güç olarak kullandığına eleştiri getirmeden, kaynar haldeki hamamda toplumun dinle serinleyebileceğini söylemektedir. Pazartesi devam edeceğiz.