Din zararlı mı?

Ali Bulaç

Türk modernleşmesi, İslam ve demokrasi, din-devlet ilişkisi, laiklik, İslam âlemi ile Batı arasındaki gerilimler, Ortadoğu'daki baskı rejimlerinin demokratikleşmesi, özgürlükler, temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti, Tunus'ta başlayıp Mısır'da zirveye ulaşan toplumsal ayaklanmalar, AK Parti iktidarı, muhafazakârlaşma, Şeriat, İran'daki Ahmedinejat muhaliflerinin gösterileri ve daha onlarca konu, bir tek sorunun ekseni etrafında dönüp dolaşıyor:

İslamiyet'in modern dünyadaki yeri ve konumu ne olacak?

Hegemonik Batı paradigması, Hıristiyan dinini özel, izafi ve marjinal alana çekti; kilise ile devletin, iman ile akıl, din ile bilimin arasını ayırıp sorunu bir ölçüde çözdü. Son papa 16. Benedickt AB'nin seküler kimliğine, nihilizme dönüşen laikliğe itiraz ediyor. Papa'nın ne kadar etkili olacağı geleceğe ilişkin bir konu. Dinî özgürlüklerin ana vatanı Amerika, din özel, izafi ve marjinal alanda kaldığı sürece dinî hayata ve dini ifade özgürlüklerine geniş bir alan tanıyor; ama din toplumsal ve kamusal talebe yöneldiği, hele uluslararası şirketlerin, lobilerin ve çıkar gruplarının sıkı bir biçimde yönlendirdiği demokratik sisteme eleştiri yönelttiği anda açık veya kaba yollarla hemen bastırıyor.

Yahudilik özel imtiyazlara mazhar bir dindir. İsrail bir din devletidir, din ve ırk temelinde ulusal, bölgesel ve küresel politikalar izler, kimse ona karışmaz. Dinlerine göre özgürce yaşayabilen yegâne din müntesipleri Yahudilerdir. Onlar istisna kabul edilmişlerdir.

Ortodoksluğun modern dünyaya spesifik alanlarda rezervleri olabilir ancak, o tarihsel mirasına uygun devletin çatısı altında örgütlenir ve hayatiyetini sürdürür. Protestanlık modern dünyanın kurucu aktörlerinden biridir, dinin modern konumuna itirazı yoktur.

Uzakdoğu dinleri (Budizm, Brahmanizm, Taoizm, Konfüçyanizm, Shintoizm) kutsal geleneklerdir, modern dünyanın maddi yapısına, siyaset ve düzenine itiraz etmiyorlar. Japon, Çin ve Hind 'kalkınma'sından sonra da zaten psikolojik rehabilitasyon misyonuyla yetiniyorlar.

Hegemonik Batı'nın, modernizm ve postmodernizmin sorunu İslamiyet'ledir. İslamiyet, paradigmatik itirazda bulunuyor; küresel kapitalizme fetva vermiyor; eşitsizliklere ve adaletsizliklere başkaldırıyor; modern üretim biçimini, mübadele düzenini, bölüşüm sistemini ve harcama-tüketme tarzını sorguluyor. İslamiyet'i modern dünyaya uydurmaya çalışan sayısız bilgin, aydın, grup, parti, cemaat, örgüt, hükümet, dinî teşkilatlar var. Ama yine de insanın kendi özvarlığı, tabiat, öteki insanlarla ve Allah'la çatışma içinde olduğunu söyleyen Müslümanların sesleri yüksek çıkıyor; özellikle baskı altında yaşayan, ezilen, yoksulluk ve sıkıntı çeken kitleler her geçen gün biraz daha bu sese kulak veriyor.

Modern dünya "İslamiyet'i temel bir korku unsuru" yaptı. İslam imajı mutlak bir zarar, kötülük, yıkıcı bir felsefe olarak üretiliyor. Telkin edilen şunlar:

1) Siyasal ve toplumsal bir taleple ortaya çıktığında İslamiyet bir tehdit ve tehlikedir; 2) Din ve İslamiyet, modern, çağdaş ve demokratik bir toplumda yasamada referans alınamaz, kamu politikaları dine bakıp tespit edilemez;

3) Gerektiğinde dini eğitim, aile ve genel olarak toplumsal hayatın tümünden kazımak lazım. Türk laikliği bu fikre dayanır, RP ve başörtüsü yasaklarında AYM'nin yayınladığı gerekçeli kararlarda bunlar açıkça görülür; 4) Din ve dini toplumsal hayata taşımak isteyenler sürekli tarassut altında tutulmalı. Devlet ve laik aydınlar uyanık olmalı;

5) Dine sadece özel, izafi ve marjinal alanda hayat hakkı tanınmalı. Bunun dışına çıkmaya yeltendiğinde yasaklar konmalı. İslam dinine ilişkin yasakların konması veya gerektiğinde otoriter rejimlerin savunulması laikliğe aykırı değildir; laik bir demokrasi için gereklidir.

Modern ve postmodern hegemonik Batı/küresel kapitalizm dindarlara bunları telkin ediyorlar ve onların da Şeriat'ı, siyasi ve toplumsal talebi olan dinî hareket ve talepleri mutlak tehlike, şer ve kötülük olarak kabullenmelerini istiyor.

Bir dinin mensuplarından bu taleplerde bulunmak ne kadar tabii? Dindarlar bu konuda ne düşünüyor?

ZAMAN