Modernitenin hegemonyasına bir tepki olarak keşfedilen gelenek, geleneksel din olgusunu da bir kategori olarak karşımıza çıkardı. Özellikle 19. yy sonrasında din, modern kültür merkeze alınarak yorumlanmaya başlanmıştı. Böylece her olguyu geleneksel ve modern ikilemine tabi kılan söyleme, din konusuda dahil oldu. Geleneksel din; din adına oluşmuş tarihi birikimi nitelemek adına kullanılıyordu artık.
Kavram tarih boyunca süregelen din anlayışlarının toplamı olarak algılansa da, salt modern dışı bir durumu ifade etmek için kullanıldı. Modern din olarak nitelendirilen anlayışın dışında kalan tüm dini anlayışlar bu noktada aynı torbaya konuldu. Bu anlayış Batı'da sorun olmasa da, İslam’da oldukça ciddi eleştirilerin muhatabı oldu. Öyle ki, bazı düşünürler için geleneksel din mutlaka atılması gereken bir tortu olarak algılandı!
Geleneksel din, dinin temel dinamiklerine dönük yıkıcı etkisi nedeniyle moderniteye karşı konum almış ve bazı niteliklerinin altı kalın çizilmişti. Kişisel-kamusal, bireysel-toplumsal, görünür-gizli gibi ikilemlerle geleneksel din; kamusal alanda ekinliğini sürdüren, dünden bugüne süregelen toplumsal kurumsallaşmalarını yaşatan, bireyin vicdanına hapsedilmemiş bir anlayış olarak kendini inşaa etmeye çalıştı.
Bu açıdan bakıldığı zaman kavram muhafazakar din olarakta nitelendirilebilir. Modern dönüştürücülük karşısında mevcudu muhafazaya dönük bir tarafı vardır. Yenilik talebine karşı mevcudun muhafazası. Dolayısıyla orada duran ve varlığı belirgin olan bir geleneksel anlayıştan ziyade yeni oluşumlara karşı, olumlu-olumsuz mevcudun savunulması durumu!
Geleneksel din olgusuna her toplum ve dinde aynı tarzda yaklaşılmaz. Hristiyan dünyasında geleneksel din asıl dindir ve dinin modern algısı onun yozlaştırılması demektir. Buna karşılık İslam dünyasında geleneksel din genel kabul görmüş bir anlayış olmadı. Batı karşısında geri kalmışlığı aşma çabasıyla ortaya çıkan modern İslam’ı eleştirisinde yeterince tatmin edici bulunmaması bunun sebeplerinden biri sayılabilir.
Batı toplumlarında ise böyle bir dinamik yoktur. Onlar büyük çapta moderniteden doğan bir dünyevileşme sorunu yaşadılar. Bu yüzden geleneksel dinin savunulması zor olmadı. Kaldı ki Batı toplumlarında gelenek dinle aynılaşırken, İslam’la birçok konuda tezat oluşturmaktaydı!
Modern kültürün belirgin hale geldiği son iki yüzyıldır dini gelişmeler İslam dünyasında da kendini göstermiş, modernden geleneksele ve nihayet selefi anlayışlara kadar bir dizi gelişme yaşanmıştır. İslam dünyasında dini; zamana ve şartlara göre yeniden anlama çabaları olarak özetlenebilecek gelişmelerin tarihi de aynı dönemde başlar. İslam’ı yeniden anlama tezi, Batı karşısında geri kalmışlığın üzerine yapılan yoğun bir düşünce hareketine dayanıyordu.
Buna göre kabaca; Batı ile aramızdaki en önemli fark Batı’nın Hristiyan, bizim ise Müslüman olmamızdı. Ama Batı’yı tahrif edilmiş Hristiyanlık ilerletmiş, son ilahi mesaj olan İslam bizi geriletmiş olamazdı. Din ile ilgili bir sorunumuz varsa bu, dinden değil anlaşıl(a)mamasından kaynaklanmış olmalıydı. Dinimiz tarihsel süreç içinde batıl ve hurafe gibi yanlışlıklarla yüklü geleneklere boğulmuştu. Bu durumdan çıkmanın yolu ise İslam’ı yeniden anlamaktı. Akif’in deyimiyle; ‘doğrudan Kur’an’dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliydik İslam’ı’. Ancak dönemin düşünürleri ile merhum Akif’in aynı derdi paylaştığını söylemek pek mümkün değil! Sorunu tekil olarak dinde gören ve dini tamamen reddetmek ile dinin temel dinamiklerini modern kültüre göre dönüştürmek arasında çözüm öneren anlayışlardan bahsetmek mümkün!
İslam’ı modern dünyaya ‘uydurma!’ tezini savunanlara göre, İslam dünyasının geriliğinin asıl nedeni, tarihi süreç içerisinde getirilen İslam’i anlayışın ve dolayısıyla pratiklerin toplumsal gelişmelere ayak uyduramayışıydı. Bu çıkmazdan kurtulmanın yolu, modern Batı değerleriyle İslam’ı uzlaştırmak, bir başka değişle İslam’ı modern kültür açısından yeniden yorumlamaktı.
Bu akımın ilk bakışta makul görünen gerekçeleri de vardı. Bunların başında; ‘İslam’ın akla önem veren bir din olduğu, dolayısıyla ilerlemeyi onayladığı ve yeniliklere açık olduğu’ argümanı geliyordu. Üstelik evrensel olan modern değerlerin köklerinde İslam uygarlığının etkileri yatıyordu. Teknik ise müminin; ‘nerede bulursa alacağı kayıp hikmet’lerindendi.
İslam ile modern Batı değerlerini uzlaştırmanın metodolojik şartı ise, Kur’an ve Sünnet'te yer alan dini metinlerin lafızlarına bağlı kalmamakta görüldü! Buna göre mesela; zekat mutlaka malın kırkta birinin verilmesi değil, mevcut toplumsal şartlara bağlı bir sosyal ilkeydi ve bu sosyal güvenlik kurumlarıyla modern toplumlarda gerçekleşmiş oluyordu. Sonuç, böylesi bir yorumun gerçekleştirilebilmesi, tarihen sabit olmuş din algısını aşmaya bağlıydı!
Bu eğilim özellikle Batı ile ilişki halinde olan Müslümanlar arasında yaygınlık kazandı, çeşitli düzeylerde taraftar buldu. Batı değerlerini önceleyenlerden, herşeye rağmen İslam’i ilkelerden taviz vermeyenlere kadar farklı seviyelerde düşünürler çıktı. Fazlur Rahman ve benzerlerinin ‘modern İslam' olarak nitelemekten çekinmedikleri bu yaklaşım; dünyevi yönü ağır basan, pratiğe dönük fonksiyonel bir anlayıştır ve dinden daha çok toplumsal gelişme kaygıları taşır! Onun için de çağın gereklerinden bahsederken sorunlara daha dünyevi bakar.
Modern İslam'a göre din; manevi/moral bir özdür. İslam akılcı bir dindir. Kutsallığı yanında öncelikle sosyal politik bir sistemdir. İnsanca yaşama kurum ve kurallarıdır. Hak ve özgürlük talebidir ki, bu alandaki başka sistemler tarafından gerçekleştirilen pratikler de İslami’dir. Bu yüzden güncel sosyal güvenlik sistemi, zekatın yerini doldurabilir! Kısaca İslam, kutsal metinlerinden bağımsız, her haliyle modern kültüre göre yorumlanabilir!
Şüphesiz kendince bir çözüm önerisi taşıyorsa da modern İslam'ın bu görüşleri ciddi sorunlar içermekteydi. İslam yalnızca bir sosyal sistem midir? Mevcut Batı değerleri İslam'ın yerini doldurabilir mi? İslam salt akılcı bir din midir? İslam bu kadar esnek yorumlara uygunsa ilahi mesajın mevcudiyeti kişisel yorumlardan nasıl masun kılınabilirdi?
İşte bu noktada ileri sürülen eleştiriler, ‘geleneksel İslam’ kategorisinde toplandı. Modern yorumun hezeyanlarına karşı çıkma ve tarihsel birikimi sahiplenme kaygısı taşıyan bu tepkisel çizgi, bu nitelemenin temel espirisi oldu. Bununla birlikte Guenon, Nasr ve takipçileri dışında hemen hiç kimse kendisini doğrudan bu kategori içinde, gelenekçi olarak nitelemedi ve açık bir geleneksel İslam savunusu yapmadı denilebilir. Sınırları oldukça geçişken olan gelenek ile modernin nerede başlayıp nerede bittiği ise hala meçhul!
Bu eğilime göre; İslam’ın tarihsel birikimde eleştiriyi ve hele reddi gerektirecek hiçbir şey yoktur. İlk bir kaç yüzyılda yapılan yorumlar da tüm ihtiyaçları karşılayacak konumdadır! Bütün sıkıntı bunu hayata dökememekten kaynaklanmaktadır. Esasen geri kalmadık, geri bırakıldık. Dini çerçevedeki modern eğilim bir İslam’ı yozlaştırma hareketi, onu Batı kültürü içinde eritme gayretidir.
Yine geleneksel İslami eğilime göre, tarihi birikim içinde gördüğümüz eksiklikler, modernite açısından yeniden kurgulamanın bir sonucudur!. Sorun, birikimde değil algılanışındadır!
Bu anlayış, şüphesiz modern İslam’ın çizgi dışı, tartışmalı yönlerine işaret etme bakımından bir önem taşımakta ve özellikle asla yönelik tehlikeleri dile getirmektedir. Kur’an adına ortaya konan yorumların modern kültürün izlerini taşıdığını, yine tarihin yargılanmasında etkili olduğunu göstermesi bakımından da anlamlıdır.
Ne var ki, gelenek ile modern arasına çekilen zihinsel çizginin kalınlığı, her iki taraf açısında da olumlu/olumsuz kabul ve red olgusunu tartışma konusu yapmaktadır! Modern din tez, geleneksel dini anti-tez olarak kabul edersek; bu olguların sentezine ise, selefi din demek abartılı olmaz sanırım!
Selefi anlayış, etimolojik anlamıyla köklere bağlı kalmayı öneren ama bu kökleri dine nispet edilen gelenekte değil, kutsal metinlerde ve ilk dönem uygulamalarda arayan bir yaklaşım. Sözlük anlamıyla ise, daha öncekilerin yolunu izlemek anlamına geliyorsa da bu öncekiler, bütün bir geleneği içine almamakta, tarihsel birikimi atlayarak dini ilk uygulamalardan alıp getirmeyi teklif etmektedir. Kavrama ‘Asr-ı Saadete dönüş’ adı verenler de olmuştur.
Bu anlayış tarihi birikimin atlanması ve İslam’ın yeniden yorumlanması düşüncesiyle modern İslam’a; İslam’ın verilerine ve kaynaklarına bağlı kalmak, düşüncesiyle de geleneksel İslam’a yaklaşmaktadır.
Selefiyeci İslam, tutunulacak dalın Kur’an ve Sünnet (ilk dönem) olduğu kanaatine ulaşsa da, İslam’ın gövdesi sayılabilecek başta Sünnet olmak üzere; fıkıh ve ulema gibi geleneksel bütün kurumsallaşmaları bir kenera bırakınca, İslam'ı salt zihinsel, edilgen ve şekli bir forma sokma handikapına düştü! Yani Kur'an okunuyor, modern fikri birikimle yorumlanıyor, modern toplumsal kurumlar ve normlar açısından bir nevi ayıklamacılık gerçekleşiyordu.
Selefilik ilk bakışta Batı dünyasındaki Fundamentalizme (köktenciliğe) denk düşer. Ancak aralarında benzerlikler kadar farklılıklar da vardır. Örneğin, Batı’daki kökler kutsal metinden çok gelenektir, tarihsel birikimdir. Halbuki İslam selefiyeciliğinde kök gelenek değil, kutsal metinler, özellikle Kur’an ve kısmen Sünnet’tir. Yine Fundamentalizm kutsal metinlerin modern kültüre göre yorumlanmasını kesinlikle reddederken, selefiyecilikte kutsal metinlerin güncel kültüre göre yorumlanması esastır.
Bununla birlikte kendini selefi olarak adlandıran, ya da egemen tasavvurlarca selefi olarak adlandırılan grupların bugünkü durumunu, incelenmeye değer bir konu olarak başka bir çalışmaya bırakalım inşaallah..
Sonuç olarak denilebilir ki; bugün dinlerin kategorikleştirildiği modern-geleneksel ikilemi dinler konusunda bize ortalama bir fikir veriyorsa da, daha analitik açıklamalara ihtiyaç vardır. Bir başka değişle, dinler bu iki katagoriye hapsedilmeden de anlaşılabilecek bir yapıya sahiptirler.