Dinin en temel işlevlerinden birisidir, aşkın olanla bağlantı kurması. Dinin bu işlevi, insanın varlık sahasındaki sorularına, sorunlarına cevap vermesinden neşet ediyor. İnsan ilk günden beri ihtiyaçlarına daha rahat ulaşabilmenin telaşında oldu. Bazen doğanın, bazen güçsüz olan ötekinin üzerine basarak da olsa bunu başardığını söylemek mümkün!
Oysa bizim daha nitelikli ihtiyaçlarımız var. Yeri geldiği zaman ekmek ihtiyacımızın önüne geçen özgürlük talebi gibi! Din de böylesi ihtiyaçlardan. Hem aşkın olanla irtibatı hem de (bu boyutu devre dışı bırakılmak istense de) dünyaya ait olanla ilişkiyi düzenleme gücüyle.
Dinleri genel anlamda ilahi ve beşeri şeklinde iki kategoriye ayırıyor din tarihçileri. Ancak ilahi de olsa dinlerin yaşanılabilmesi için yorumlanarak, toplumsal şartlara muhatap kılınması gerekiyor. Salt vicdanlara hapsedilmiş bir din sorunlarımıza cevap üretmekten oldukça uzak!
Hem dini toplumsal alandan dışlayanlar, hem de sözkonusu yorumları yargılaştırıp, kurumsal hale getirenler bu sorunların müsebbibi. Yeni toplumsal şartlara karşı dondurucuya konan söylemler mutlaklaştırılınca, toplumda yaşanan dinle kaynak arasında farklılıklar oluşmaya başlıyor. Dini dünyevi iddialarından soyutlamak isteyenlerin ekmeğine yağ süren bir zihin bu!
Bir de bunun tefriti var. Modern aklın kılavuzluğu ile başlayan bir anlayışla din, doğal toplumsal yorumların ötesinde, bir mantıksal kurgulama biçimiyle anlaşılmaya başlandı! Evet dinin statik, durağan yapısı aşılmalı bu doğru ancak, bunu neyin üzerine basarak yapacağız? Modern aklın deney ve gözlemine mi? Yoksa kendi geleneğimizin üzerine mi?
Batıda Rönesans ile başlayan, Kartezyen felsefesi ile gelişen, Aydınlanma ve Pozitivizm anlayışları ile doruk noktaya ulaşan kültürel atmosfere modern kültür ya da ‘modern batı medeniyeti’ adı veriliyor.
Bu dönemin en belirgin özelliği herşeyin bilgisel olarak zihinde yeniden kurgulanması. Tabi ki bu kurgulamadan dinde nasibini aldı. Böylece din olduğu gibi değil olması gerektiği gibi yorumlanan bir olguya dönüştü! Olması gereken şey ise deney ve gözlemle elde edilen nesnel, pozitif bulgulardan başkası değildi!
Din, ilahi bir varlık çerçevesinde oluşmuş inançlar ve ayinler sistemi olarak kabul ediliyordu. İlahi varlık; varolan ve üzerine bir şey söylenmesine gerek duyulmayan, düzenin ona göre belirlendiği bir varlıktı. Modern anlayışa göre ise; Tanrı bireyin veya toplumun herhangi bir unsuruna indirgendi. Çünkü din korku ve umutlarımızdan doğmuş bir kurum, dayandığı Tanrı ise bu sorunlarımızın üstesinden gelebilecek bir varlık tasarımıydı!
Bu modern anlayış 19.yüzyılda bir hayli güçlü olan evrimci anlayışla birleşince, dini erezyona uğratan bir süreçte başlamış oldu.
Pozitivizmin en önemli temsilcilerinden Comte’a göre; aslında toplumlar teolojik ve metafizik aşamalardan geçerek pozitif döneme ulaşmışlardı. Bu pozitif dönem herşeyin mantıksal olarak yeniden kurulduğu ve bütün beşeri sorunların bilimle çözülebileceği aşamaydı!
Din insanlığın çocukluk devresine ait bir olguydu! Gerilerde kalmalıydı. Bakiyeleri de zamanla tasfiye olacaktı! Ulus devletler bu süreci hızlandırmak ve sonuçlandırmak için mümkün olduğunca dini sistemin dışında tutma konusunu kendilerine ilke edindiler.
Zamanla bir hayli etkili olan, gerektiği zaman güç kullanmaktan çekinmeyen ve potansiyel varlığını halen sürdüren bu anlayış gerçekçi değil! Din insani bir olgu olarak düne ya da sığ anlayışlara hapsedilecek bir olgu olmadığını gösterdi. Tarih boyunca olduğu gibi toplumsal şartlara uygun olarak değişse de varlığını sürdürmeye devam etti.
Bununla birlikte pozitivizmin etkisiyle bir hayli yıpranan din, modern dönemin, modern savunma silahları ile ayakta kalmaya çalıştı. Daha fazla toplumsallık, ideolojileştirme, sosyal güç birikimi, arındırılmış bir inanç ve eylemsellikten çok bilgisellikle yoğrulmuş modern din başka sorunları beraberinde getirdi.
Bazıları tepkisellikten, bazıları ne yapacağını bilememekten neşet eden bu tavırlar her zaman genel geçer değil, yerine göre yanlı ve sorunlu! Öyle ki bu yaklaşımlar bizzat dinin kendisi için problem teşkil ediyor. Dinin deruniliğini yitirip, işin eylemden çok söyleme dönüşmesi bunun en tipik örneği. Bunun tesadüfen gerçekleşen bir olgu olmadığını görmek gerek.
Bizi burada ilgilendiren önemli konulardan biri de; yeniden gelişme sürecinde, modern kültürün mantıksal analiz zenginliğinin tartışma, düşünme ve yeniden yorumlama sürecine katkılarıdır. Gerçekten de dinler bu etki ve tepki ortamında artı ve eksileri olsa da belirgin bir canlılık sürecine girdiler.
Genelde geleneksel-yenilikçi ikilemi içinde gelişen hareketlerin benzer tarafları olduğu gibi kendine has yönleri de var. Olayı sadece tepkisellik üzerinden anlamak tek başına açıklayıcı değil. İnsanların bir inananlar topluluğu oluşturmaları ve gittikçe genel, sosyal, politik tepkilerden çok üzerinde durdukları dine yoğunlaşmış olmaları, bunun sadece alttan kalkma çabası olmadığını gösteriyor.
Sözkonusu olan dinler için 70’li yıllar yeni bir parlama dönemi oldu. Gelişmeler sadece dinsel cemaatleşme düzeyinde kalmadı. Pek çok olgu bundan payını aldı. Mesela, etkin konumda olan siyasilerin bu hareketlerle dayanışma içine girdikleri gözlemlendi.
Bugün içinde bulunduğumuz modern dönmede din çevresindeki gelişmelerin iki boyutu var; birincisi sırf dinsel tarafı, diğeri ise ideolojik yönü..
Sırf dini gelişmelerin çıkış noktası tabi ki dindir. Dinin anlaşılması, yorumu, yaşanması ve savunulması hedeflerini taşır. Bu çıkış bazen geleneğin sürdürülmesini bazen de yeniden yorumlanmasını ifade eder. Örn; Fundamental olarak nitelenen hareketler genelde siyasal talepler taşısalar bile din çıkışlı modern gelişmelerdir.
İkinci eğilimler ise fiili bir duruma göre dini hareketlerdir. Genelde ideolojik bir nitelik taşırlar. Ulus devlet projesine paralel işleyen, dolayısı ile din alanında seyretse de çıkış noktası siyaset olan gelişmelerdir. Bunların tipik örnekleri resmi din anlayışlarıdır. Dinlerin ulus yapısına uydurulması, bir resmi ideoloji oluşturma kaygılarını taşır. Ülkemizde bir dönemin sıkça tartışılan Türk Müslümanlığı gibi..
Bütün bu gelişmeler neticesinde din anlayışında farklılaşmalar yaşanmış, değişik din anlayışları ortaya çıkmıştır. Bunların en temelde ayrıldıkları nokta geleneksel veya modern olarak tasnif ediliyor. İnşaallah bir sonraki yazıda bu konuları iredelemeye çalışalım.