‘'Müminler ancak kardeştirler, öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki rahmetine mazhar olasınız’’(Hucurat 10)
Müminler hem bütün insanlıktan hem de iman kardeşlerinden sorumludurlar; dünyada haksızlığın engellenmesine hem de kardeşlerine haksızlık edenlere karşı haklının yanında yer almakla yükümlüdürler.
Yüce yaratıcımız Allah Teâlâ’nın koyduğu ilahi nizamın temellerinden biri de din ve iman kardeşliğidir. İslam’da din ve iman kardeşliği, ana baba kardeşliğinden daha önceliklidir ve bağlayıcıdır.
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.” (Buhari, Mezalim 3; Müslim, Birr 58) “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet etmez, yalan söylemez ve yardımı terk etmez. Her Müslümanın, diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takva buradadır. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.” (Tirmizî, Birr 18)
Müslümanın, Müslüman kardeşine zulmetmemesi bir temenni değil bir emirdir! Çünkü zulüm haramdır. Kişinin kardeşine şer’i ahlaki insani fıtri anlamda gerçekleştireceği tüm haksızlıklar zulümdür.
Müslüman, din kardeşini İslam düşmanlarına teslim etmez, onu terk etmez, tehlikeye atmaz! Fakihlere göre mazluma yardım etmenin her Müslümanın üzerine farz-ı kifayedir.
“Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların zarar görmediği kimsedir.” (Buhari, İman 4, 5) “Kendi nefsi için arzu ettiği bir şeyi, din kardeşi için de arzu etmeyen kimse gerçek mümin olamaz.” (Buhari, İman 7)
Müslümanların dinine, iffetine, ahlakına ve de ümmet oluşlarına düşman olanlar geçmişte de, bugün de bu kinlerinden asla vazgeçmediler. Bugün de bu karşıtlık tüm şiddetiyle sürmektedir. Müslümanlara, İslam’a ve ümmete zarar vermek isteyenler yanlarına ümmet içinden devşirilmiş yandaşlarını da kattılar ve onlar eliyle İslami duyarlılık sahibi çevrelere zulümlerini sürdürmektedirler. Ama hamdolsun ümmet bunlardan etkilenmeyecek kadar güçlü bir iradeye ve Kitabı Mübin ve sahih Sünnet kaynaklı bilgi, hikmet ve tecrübe hamuruyla yoğrulmuş bir birikime sahiptir. Büyük şeytan olan Batı ve içinde yaşadığımız toplum içindeki seküler yandaşları Müslüman ümmetin dağılmasını, aralarındaki ihtilafların artmasını ve Müslümanların hem kardeşlikten hem dinlerinden uzaklaşmasını hedefine yerleştirmiştir. Yakın tarihimiz bu gerçekliğin epey külliyatlı örneklerine de şahittir. Küçük şeytan olan içimizdeki devşirmeler de İslami hareketlerin akamete uğramasını, duyarlılık çevrelerinin bitip gitmesini, halk tabanlarının iftira ve tezviratla bastırılıp ilgi alanının dışında kalmasını, kendi dar, gizlemli (ezoterik), şekilci, sığ, mistik ve hurafeci anlayışlarla bezenmiş hizbi zeminlerinin ayakta kalmasını istemektedirler. Büyük şeytanın her zaman çok çetin, çok ikna edici yöntemleri var. İçimizden devşirdikleri küçük şeytanlarıyla planlarını sistemli bir mekanizmaya dönüştürebilmekteler. Son yüzyıl içinde işbirlikçi kadrolar iktidarı ele geçirdikleri yerlerde arkalarına aldıkları batı desteğiyle sert uygulama ve yöntemlerle laik batıcı modern toplum inşalarına yöneldiler. Kendilerini sağlama aldıkları oranda dinsizleştirme yolunda zulüm seviyesini artırdılar.
1924 ‘te Müslüman ümmetin elinde kalan son imkânlardan biri olan Hilafet bu saiklerce yıkıldıktan sonra süreç iyice seküler batıcı raylar üzerinde yol aldı. İlerlemeci kadro din-şeriat ve Müslümanlık namına ne varsa yasaklama ve tam bir kısıtlamaya giderek dini dar bir alana sıkıştırmayı ve reforme etmeyi hedefledi. Tabi ki hedef ulaşabilmek için Müslümanların gücünün iyice azalması, ümmetin parçalanması gerekiyordu. Hilafetin, şeriat esaslarının ve Müslümanlara ait kurumların yıkılması gerekiyordu. Sistem kendine yağ çeken, sözüm ona biat eden çevrelerle her zaman iyi geçindi. Kullanılmaya müsait bu çevreler her dönemde var olmalarını sürdürdüler. İslami uyanış sürecinin karşısında kendilerine göz yumulan, desteklenen hep bu yağcı, ihbarcı takımı oldu, ne yazık ki! Kâh bir akademisyen bazen bir tekke şeyhi, bazen bir ilahiyatçı hoca arkası bitmez ki! Nifak şeytanlık ve haset ehli hiç bitmez ki! Adaleti, ahlakı, İslami duyarlılık ve bilinci yükseltmeye çalışanların önündeki engeller hiç bitmez ki! Rasulullah’ın (sav)’ın tertemiz dirilten huzur veren karanlıkları aydınlatan İslamlaşma mücadelesini baş tacı yapan ıslah ve ihya yolunun önündeki hasetçiler, muhbirler, etiketçiler hiç bitmez ki! (1)
Tuzaklar çeşit çeşit. Sözüm ona bu muharref gelenekçi, haşviyyeci ve de tuzları kuru muhafazakâr çevrelerde gaflet ve atalet sürdüğü sürece ümmetin maslahatlarının önüne kurulan tuzakların biteceği de azalacağı da yok!
Son 200 yıldır Müslüman dünyada yaşanan durağanlık ve bedbinlik halinden kurtulmanın yolunun Kuranı Mübin’in aydınlığı ve Sireti Rasulün örnekliğinin idrak edilip meseleleri Kitab ve Sünnet rehberliğinde yeniden yorumlayarak ve hayata tatbik ederek mümkün olacağını gören Müslüman öbeklerin varlığı umutlarımızı büyütmektedir. Onlar diriliş ve ayağa kalkmanın yeniden İslam ile olacağını gündemlerine aldılar. Yegâne kurtuluşun yani İslam davasının güçlenmesinin ancak yeniden İslami ihya ve İslami ıslahtan geçtiğini kavrayan bu Müslüman öbekler bazı engellerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bundan önceki iktidarlar döneminde İslami duyarlılığın ve hayır niyetlerle atılan uyanış adımlarının önüne şeytani kisveyle oturan seküler rejimin yasaları, kanunları ve kolluk gücüydü.
Şimdi dünkü yasakçı rejimin etkisi kadar olamasa da aynı şiddet ve buğz içinde bu duyarlılığı engellemeye ve hayırlı ümmet olmak sürecini boğmaya çalışan; görüntüsü ‘hak’ içi ‘kof/batıl’ muhteris, bir o kadar muharref din bezirgânları ortalıktan bir türlü çekilmek bilmiyorlar. Bu yağcılar takımı tıpkı; ırkçılar ve dünya perest seküler çevreler ne kadar ifsad yayarlarsa aynı kıvamda ve miktarda ifsadı körüklemektedirler. Bu muhteris ikiyüzlü bezirgânlar; önce sahih dine ‘radikal, köktenci, terör işbirlikçisi’ yaftaları iliştirirler sonra ‘selefi, cihadçı, tekfirci…’ gibi kulplar takarak dikkatleri kendilerince daha derin, daha güvenlik krizi boyutlarına çekmek isterler. Laik devletle uyumlu, ılımlı, makul, itaatkâr ve tâbi konumlarının karşısında gördüklerine; kendilerinin menfaatperest yozlaşmış şablonlarına uymayan İslami çevrelere nizamat vermeye çalışırlar. Olmadı; onları ihbar etmeye ve tekfir etmeye başlarlar. Çünkü bu görüş sahiplerinin yöntemi o çok şikâyetçi oldukları tekfirciliğin bizatihi aynısıdır. (2)
Yüce Rabbimiz Kitabı Mübin’de İslam düşmanlarının tuzaklarına karşı kullarını uyarmaktadır.
“Sen onların dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır. De ki: “Asıl doğru yol ancak Allah’ın yoludur.” Eğer sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, bilesin ki artık Allah sana ne dost ne de yardımcı olacaktır. Kendilerine kitap verdiğimiz, onu hakkını vererek okumakta olanlar var ya, işte kitaba iman edenler onlardır; ama her kim onu inkâr ederse işte asıl kaybedenler onlardır.”(Bakara 120-121).
Rasulullah (sav) ve yanındaki müminlere karşı mücadele edenler müşrikler ve onlar kadar aynı şiddette ehli kitap olarak adlandırılan Yahudiler idi. Yahudiler Kitabı, Rasulü, Şeriatı, Ümmeti tanıyan kimselerdi. Muhteris bencil hizipçi tutumlarıyla Allah’ın Rasulüne (sav) ve Kitabı Mübin’e karşı çok çetin bir şekilde mücadele ettiler. Allah’ın Nebi’si (sav) bütün insanlar için bir rehber, bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilmiş olmasına rağmen, Medine’deki Yahudiler tam bir taassup ve tutuculukla Rasulullah (sav)’ e ve Dini Mübin’e karşı tavır aldılar; İslam’a dâhil olup Müslümanlara destek olmaları gerekirken tersine Rasulullah’a, Kuran’a ve ümmete düşman bir konumu tercih ettiler. Bununla da yetinmeyip müşriklerle Müslümanlara karşı işbirliği yaptılar. Tıpkı İsrailoğullarını gönderilen Rasullere karşı Allah’ın dininin düşmanlarıyla işbirliği yapıp Müminlere savaş açtıkları gibi. (3)
Allah katında önemli olan insanların sayıları ve onların nüfuz sahibi olmaları veya yıllanmış kadim şecerelere, meşayihı azam sülbiyetlere sahip olmaları değildir. Allah nezdinde takdire şayan tek ölçü vardır o da: takvadır! Şu veya bu kişi ya da devletin hoşnutluğunu kazanmak değildir; hidayet üzere olmaktır.
Her kim bunlarla yetinmez, dinde dostluk ve düşmanlık ölçülerini kendi koymaya yeltenirse yüce rabbimizin hüküm koyma şeriat vaz etme mutlak irade sahibi olmasını ihlale yönelmiş demektir. Gerçek/Hak geldikten sonra dün de bu gün de Yahudilerin veya Hıristiyanların isteklerine uymak ve bu gün laik seküler batıcı çevrelerle bir olup Müslüman camialara ve ümmete karşı işbirliğine girişmek İslâm’a ve ümmete savaş açmaktır. Kuran’la sünnetle bağdaşmayan inanış, ibadet ve hayat tarzlarını benimsemektir. Buna tevessül eden kim olursa olsun Allah’ın dostluğunu ve yardımını da kaybetmiş olacaktır.
"Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz onun nimetiyle kardeşler oldunuz. Yine siz tam bir ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar." (Al-i İmrân 103).
İslam'da kardeşlik, iman temeline oturduğu içindir ki, müminlerin arasını bozacak her türlü ihtilaflar ve şımarıklıklar haram kabul edilmiştir. Bir Müslüman diğer kardeşinin ırkını o benden değildir, sorunları da beni ilgilendirmez diyerek onu dışlayamayacağı gibi o kardeşi İslam dairesini ter etmediği ve hainlik etmediği sürece onun fikirlerini ve çevresini dışlayamaz. Müslüman kardeşini düşmana teslim edemez. Onun canını malını namusunu kendine de başkasına da helal göremez. Ona karşı ahlaksızlığa yönelmez. Onu ihbara, tekfire, tahfife, dışlamaya, ötekileştirmeye yönelmez. Bu gerçek hainliktir, zalimlere meyl etmektir.
‘’Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O'ndan da) yardım göremezsiniz!’’(Hud 113)
“Kul, kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da kuluna yardım eder.” buyururlar. (Müslim, Zikr 37-38)
Son zamanlarda kendini fetvayı merciyet makamının merkezi zanneden, İslami camiadan güncel yaşananlara, Müslümanları ilgilendiren siyasal konulara, ümmet meselelerine dair söz söyleyen tavır alan duyarlı çevrelere karşı onları yargılama görevini kendine vazife bilen, yukarıda niteliklerini irdelemeye çalıştığımız sözde ulema (işbirlikçi gösteri adamı vasıflı din adamı!) kılıklı bazı şahıslar zuhur etti.
Dün azılı İslam düşmanlarına karşı mücadele verilirken bu gün hem İslam düşmanlarına hem de onlarla bir olup Müslümanları ihbara kalkışan, Müslim kardeşini din üzerinden ve mer’i sistem eliyle mahkûm ettirmeye çalışan mürai kılıklı üstat, hoca veya bazen akademisyen kisvesiyle bazı kişiler zuhur etmeye başladı. Bu kişiler İslam düşüncesi, İslami etkinlikler söylemler, yaklaşımlar konularında kendilerinin sadece Ehli Sünnet çizgisi değil bir bütün olarak İslam dini üzerinde kendisini hak sahibi görüyorlar. Kendilerini kişileri yargılama, etiketleme fonksiyonuyla mücehhez kılarak kendilerince tehdit ve tehlike gördüklerini din, gelenek, örf, kadim tarih adına sonra ama biraz daha itinayla devlet ve millet düşmanı ilan ediyorlar. Selefi, radikal dinci, cihadi selefi, tekfirci etiketlerini muhalifleri gördükleri şahıslara veya camialara yapıştırmaktan hiç çekinmiyorlar. İslami hareketleri eleştirirken tüm selefileri, emperyalizme karşı direnişi mahkûm etmek için mücahidleri, masonluğa ve siyonizme karşı çıkmak bahanesiyle geçmişte ümmeti sömürgeleştirmeye karşı batıyla ve yandaşlarıyla mücadele etmiş İslamcı mütefekkirleri yargılıyor, kendilerini İslam düşmanlarıyla aynı paydada konumlandırmaktan hayâ dahi duymuyorlar! Davası uğruna şehid olan Seyyid Kutupları, El Bennaları yargılamaktan asla utanmıyorlar!
19 yy. batı işgallerine karşı direnen mücadele adamı, içinde yaşadığı çağın sorunlarına karşı İslam üzerinden çözüm üretmeyi dert edinen M Akif’i, Babanzade’yi, Halim Paşa’yı görmezden gelmekle hiç arlanma içine dahi girmiyorlar. İngiliz işgali ve batılılaşmaya karşı mücadele eden müfessir Muhammed Abduh’u, Reşid Rıza’yı, ıslahçı dava adamı Cemaleddin Afgani ‘yi, ümmeti ayağa kaldırmayı dert edinen Mevdudi’ yi, M. B.Nebi’yi yargılama makamında görmekten ve iftira atmaktan hiç utanmıyorlar. Seküler, ladini çevrelere ve rejime yağ çeken ilahiyatçı, hoca, gazeteci kılıklı bu kişiler hiç tükenmiyorlar ki! Nasılsa duyduğunu sorgulamadan inana yediğini içtiğini gördüğünü sormayan alıcı kitleler bolca mevcut. Tezvirat, şeytanlık bitmiyor ki, biri bitiyor öbürü başlıyor. Ama bu çıkışı yapanların ortak bir yanı var; bu şahıslar daha ziyade güçsüz veya sayıca az gördüğü şahısları devletin desteğini alarak ezmeyi planlıyorlar. Tıpkı diktatörlerin yanındaki hocalar, müftüler gibi. Tutarlı kişilikleri yok. Bunlar arasında kendini daha çok ehlisünnet çizgisinde kabul ederek tam bir gösteri adamı ve şımarık tavırlarla daha Atatürkçü, daha devletçi, daha milliyetçi, daha milli görüşçü, daha çoğulcu, daha hamiyetperver vatanperver olduğunu ispata yönelen hoca kılıklı mürailer de mevcuttur. Düşman ilan ettiği kişileri ihbarda süren bu hayat bakalım fani dünyanın hangi gailesinde hangi ödülleri alır veya yukardan aşağıya Perperişan bir zillete batar bunu yüce rabbimiz bilmektedir. O her şeyden haberdar olan her şeyi bilen ve hükmedendir. (4)
"Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Rasulüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği kimseler bunlardır." (Tevbe 71).
Rasulullah (sav) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Hiçbiriniz kendi nefsiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için etmedikçe iman etmiş olmaz." (Buhârî, imân, 7). Ali (r.a) şöyle demektedir: "Senin hakiki kardeşin seninle beraber olan, sana menfaat versin diye, kendi nefsine zarar vermeye razı olan, zamanın felaketleri kapını çaldığı vakit, senin dağınık durumunu derlemek için o, derli toplu öz durumunu dağıtandır." "Müminleri kendi aralarındaki merhametleşmelerinde, yakınlıklarında, yardımlaşmalarında bir vücut gibi görürsün. Ki vücudun bir organı ağrırsa, vücudunun kalan kısmı uykusuzluk ve humma ile o organ için birbirini çağırır." (bk. Buhârî, salat, 88, Mezalim, 5; Müslim, birr, 65; Tirmizî, birr, 18; Nesâî, zekat, 67)
“Kim Allah’ın işaretlerine saygı gösterirse, şüphesiz bu kalblerin takvâsındandır.” (Hac 32)“Müminlere şefkat ve tevazu kanadını indir.” (Hicr 88)
İçinde yaşadığımız yerkürede ferdi ve toplumsal alanlarda İslami ıslah ve Müslüman ümmet olmak temel hedeflerimizdedir. Kınayıcının kınamasından çekinmeden, engel koyanların salmaya çalıştıkları korku ve vesveseyi şeytandan bilerek yol almak ve birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etmek zorundayız. Birileri aklının almadığı, işine gelmediği, ideolojisine ters bulduğu hırslarına hasedine nefretine sığdırmaya çalıştığı zavallı kişiliğiyle hakarete, küçük görmeye, İslam düşmanlarıyla bir olup Müslümanların izzet ve vakarını ezmeye tevessül edecektir. Bunlar dünya halinin cilvelerindendir. Bu kişilerin İslami hareketlerle, ümmet kaygısı güdenlerle, İslam için mallarıyla ve canlarıyla bedel ödeyenlerle hased-fesad kavgaları dün de bu gün de gelecekte de bitmeyecektir. İslami uyanış ve İslamcılık düşüncesinin, bu minvalde paylaşılan yararlı tahlillerin, yazılan çizilen İslami bilinç inşa eden kitapların nitelik ve nicelik yönünden artması, bu çabaların ve temsilcilerinin güzel, salih, hasene mecrasında yol alışları bu kişi ve çevreleri çıldırtmaktadır. Müslüman gencin Kitabı Mübin, Sahih Sünnet ve Siret-i Rasul dayanaklarıyla inşa ettiği fikir ve dava bilinciyle bu günü yorumlaması ve ümmetle birlikte ortak bir irade ortaya koyması; marufu emretmesi, münkerden nehyetmesi, İslam düşmanlarına karşı yerli yabancı kim olursa olsun mücadelesini sürdürmesi bu muhterislerin kavrayamayacakları sadece nefretlerini artırdıkları bir vakıadır. Mümin mücahid gencin Allah’ın rızasını kazanmak adına İslam yolunda verdiği mücadelede direniş ve tecrübeyi bereketlendirmeleri, Afganistan’dan İdlib’e; Fas’tan Endonezya’ya hak ile kaim bir Müslüman şahsiyet ruhunu ve bilinci ayağa kaldırmaya çalışması, çabalaması bu cüce sözde akıllıların çözecekleri, kavrayacakları bir olgu değildir. Sanki bir Ehli Kubur gibi munis oldukları tevazularını bir maske olarak kullanarak, mistik sufi, deruni edayla tavsif ettikleri ama her türlü ihtiras ve dünyalıklardan beri kalmadıkları bu dünya mecrası bu kişilerin bildikleri tanıdıkları yol üzerinde kalbi hastaların karini oldukları dostluklarla hemhal olan bir seyyaliyetten ibarettir! Ve hiç bir zaman bu hallerine rahmet yağmayacaktır ve ilahi yardım ve teveccüh dâhilinde olamayacaklardır.
‘’Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah'ınkinden daha güzeldir? Ey inananlar! Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez. İşte kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, "Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar. (O zaman) iman edenler derler ki: "Sizinle beraber olduklarına dair var güçleriyle Allah'a yemin edenler şunlar mı?" Bunların çabaları boşa çıkmıştır. Böylece ziyan edenler olmuşlardır. Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah'ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir. Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Rasûlüdür ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren müminlerdir’’ (Maide 50-55)
Elbette İslam’a Müslümanlara ve ümmet maslahatına zıt eylem ve görüşleriyle zarar verenleri kınayacağız. Müslüman kardeşimize karşı adil, iyi niyetli, hüsnü zan içinde bir ahlakı benimsememiz suçluya, günahkâra ortak olmak anlamına gelmez. Suç ve suçluyla mücadele edilmelidir. Ancak bu mücadele hukuka, adalete, merhamet ilkelerine ve toplumsal maslahatlara uygun olmalıdır. Siyasi partileri, sivil toplum kuruluşları olduğu kadar kendini selefi olarak adlandıran çevreleri de tarikatları da cemaatleri de tartışmak, eleştirmek Müslümanın hakkıdır ve hikmet ehli olmanın gereğidir. Ancak kullanılan usul ve üslup her zaman ve zeminde İslam’ı, adalet ilkelerini ve ümmet maslahatını gözetmek durumundadır. Meseleler karşısında Müslümanca tavır almak çabalarından tanıdığımız hiçbir kimse ve çevre bazılarının koruyup kollamayı mukaddes bildikleri gibi devleti, egemen beşeri dengeleri veya küresel güç odaklarını koruyup kollamaya veya milliyetçi-devletçi bir siyasetin parçası olmaya zorlanamazlar!
Sadece Allah’ın rızası ve Onun koyduğu hedefi kendine hayat rehberi edinen muttaki muhlis usvei hasene Rasullerden İbrahim (as) ın yönelişi bizim yönelişimiz, yolumuz olsun inşaallah: “Ben Rabbimin emrettiği yere hicret ediyorum…”(Ankebut 26)“Sizden de, Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan da uzaklaşıyorum. Ben Rabbime kulluk ediyorum. Umarım Rabbime dua etmekle ümitlerim boşa çıkmayacaktır…”(Meryem 48)
‘’İbrahim şöyle dua etmişti: “Rabbim! Bu şehri emniyetli kıl. Beni de, evlatlarımı da putlara tapmaktan koru! Çünkü onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular, Rabbim. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin’’ (İbrahim 35,36)
- Yararlanmak için bknz. https://www.haksozhaber.net/kemalist-teologun-rezil-hayatindaki-kazanci-dort-celenk-152730h.htm / https://www.haksozhaber.net/kemalist-teologun-rezil-hayatindaki-kazanci-dort-celenk-152730h.htm
- Bknz/ https://www.haksozhaber.net/cubbeli-ahmetten-27-mayis-ve-28-subat-replikleri-tehlikenin-farkinda-misiniz-155146h.htm / https://www.haksozhaber.net/kayip-ve-aranan-ulusalci-imam-bulundu-155049h.htm
- “Onlar (Yahudiler) nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Allah’ın ahdine ve insanların (müminlerin) himayesine sığınmadıkça, kendilerine zillet (damgası) vurulmuştur; Allah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkum edilmişlerdir. Çünkü onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Bu da, onların isyan etmiş ve haddi aşmış bulunmalarındandır. Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okurlar.”
(Ali İmran 112,113), (bknz. Bakara 87)