Eskiden yeniçeriler başta olmak üzere, hemen hemen tüm ayaklanmaların temel eksenini “din” teşkil ederdi...
Bu da tabii idi: Çünkü hiç kimse “Arpam az geldiği için ayaklandım” deme cesareti gösteremez. Belki gösterir de, böyle bir gerekçe ile taraftar bulamaz.
Oysa yaygın kavramlar üzerine spekülâsyon yapmak her zaman taraftar bulur.
Ama şöyle böyle elli yıldır kavramlar yer değiştirdi: Eskiden “Din elden gidiyor” diye başlar kalkarken, şimdi “Cumhuriyet elden gidiyor” diye, “Üniter devlet elden gidiyor” diye, “Laiklik elden gidiyor” yahut “Atatürk ilkeleri elden gidiyor” diye başlar kalkıyor.
Aslında gerekçe ne olursa olsun, “elden gidiyor” yaklaşımının mantığı hep aynıdır: Bunu tarihi seyri içinde görmek mümkündür.
Tarihi seyrine bakıldığında görünen manzara şudur: Bazı kişi, ya da gruplar kendi çıkarları konusunda bir tehlike sezdikleri zaman bu argümanı kullanıyorlar!
Açıktan açığa “Çıkarlarımız ve etkinliğimiz elden gidiyor” diyemediklerinden, her zaman taraftar bulan toplumsal argümanlara sarılıyorlar.
Bunların başında da çoğunlukla “din” geliyor: Çünkü din, toplumu yerinden hoplatacak en önemli değerdir...
Bu yüzden tarih boyunca çok fazla “Din elden gidiyor” çığlıkları atılmış, hatta bu yüzden bir düzine sadrazamla birkaç da padişah katledilmiştir.
İlk akla geleni, yeniçeri isyanlarıdır. Yeniçeriler eğitimden kaytarmak istediklerinde, ulüfeleri (üç aydan üç aya aldıkları maaş) biraz geciktiğinde, ya da saray kendi beklentileri dışında bir tasarrufta bulunduğunda kazan kaldırır (isyan eder), bunu yaparken de dindarlıklarına vurgu yaparlar, çok dindarmışlar gibi “Şeriat elden gidiyor” diye bağırırlardı.
Hatırlarsanız, matbaaya karşı çıkışta da aynı argüman kullanıldı. Arka plânında ise geçimlerini yazarak kazanan kâtipler vardı. Matbaaya karşı çıkışlarının sebebi, ekmeklerini kaybetme şıkkıyla karşı karşıya kalmalarıydı...
Yani, tepkileri aslında “İslâmî” değildi, ama ekmeklerine sahip çıkmak gibi, son derece “insanî” bir tepkiydi...
Bunu açıkça ilân etmeleri halinde kendilerine taraftar bulamazlardı. Oysa dinin her sınıftan taraftarı hazırdı. Alışa gelindiği üzere, onlar da dine sığındılar: “Şeriat elden gidiyor” dediler, sorgulama kültürünü henüz özümseyememiş halk tabakalarından bol miktarda destek gördüler...
Sonuç olarak, matbaa ikiyüz elli yıl gecikti.
Cumhuriyet döneminde durum değişti. Durum değişmek zorundaydı, çünkü artık devlet laikti. Laik devlet yapısında “Din elden gidiyor” şeklinde argümanlar kullanmak imkânsızdı. Zaten dolaylı olarak bu anlama gelebilen her çıkış şiddetle yasaklanmıştı...
Yine de alışkanlık kolay kırılamıyor...
Alışkanlık kılık değiştirdi: “Din elden gidiyor” çığlıkları, yazının girişinde sıraladığım kavramlarla yer değiştirdi. Korku simsarlığının zaman zaman “Kıbrıs elden gidiyor!.. Bayrak elden gidiyor!.. Toprak elden gidiyor!..” (Yabancılar Türkiye’den toprak satın alıyorlar anlamında) “Bağımsızlık elden gidiyor!..” şekline girdiği de görüldü.
Aylardır bir sürü yerden özeti ve içeriği “Elden gidiyor” olan mailler geliyor.
Çok gülüyorum. Zira Osmanlı tarihi bunlarla doludur. Hiçbiri de ciddi gerekçeye dayanmıyor. Fakat “Ulusal devlet elden gidiyor” şeklindeki maile çok güldüm.
Zaten gidecek, gitmeli de...
Çünkü “Ulusal devlet” Çemişgezek imamını bile Ankara’dan tayin eden hantal devlet demektir ki, Osmanlı bile hiçbir döneminde bu çeşit bir merkeziyetçiliğe yüz vermemiştir.
Kaldı ki, Avrupa Birliği’ne girmek zaten Ulusal Devlet kavramını rafa kaldırmak anlamına geliyor...
Bu hesapça “Ulusal Devlet”i savunmak, Türkiye’nin Avrupa Birliği’nin dışında kalmasını savunmakla eş anlama geliyor.
Niyetleri, bizi sınırlarımızın içine hapsedip diledikleri gibi dövmek mi acaba?
Öyle ya: Türkiye Avrupa Birliği’ne girdiğinde, milliyetçi söylem ister istemez etkisini yitirecek.
Hamasi nutukların yerini rakamlar alacak... (O zaman Baykal ve Bahçeli hangi reel politik çizgide siyaset yapacaklar? Dünya ve Türkiye için projeleri nedir?).
Sınırlarımızın içinde geçerli olan ideolojik büyüklenme ve ondan doğan ideolojik saldırı mecburen son bulacak.
Rütbesine güvenen muhtıra veremeyecek, kafasına eseni söyleyemeyecek...
Herkes oyu ve hizmeti kadar konuşacak.
Korkunun asıl kaynağı işte budur...
Gerisi sonsuz bir hikâyedir!
VAKİT