Din anlayışı kıyıya vurursa…
Faruk Beşer / Yeni Şafak
Dine karşı ilgi arttıkça din anlayışımızdaki problemler de artıyor. Bunun sebeplerini iki ana gruba ayırabiliriz.
Birincisi, bizim şimdi dini yeniden anlamaya başlamamızın uzun bir fetret ve kopukluk döneminden sonraya denk gelmesi. Bütünüyle İslam dünyası için bu böyle olduğu gibi, özellikle Türkiye için, Cumhuriyet öncesi ve sonrası budamalar sebebiyle de böyle. Neyin asıl olduğunu anlamamız için daha uzunca bir süreye ihtiyacımız olacaktır.
İkincisi, İslam'ın tekrar güçlenmesini istemeyen, bundan cehennemden korkar gibi korkan iç ve dış çevrelerin onu sulandırarak çok farklı İslam anlayışlarının ortaya çıkmasını istemeleri, böylece müslümanların kendi kendileriyle uğraşır hale gelmeleri konusunda ciddi gayret sarf etmeleri.
Peki, bu durumda tavrımız ne olmalıdır?
Bu soruya cevap olarak şunları söyleyebiliriz:
İslam'ın kaynağı ve bu kaynağı anlama yolları bellidir. Kaynak Allah'tır, O'nun gönderdiği vahiydir/Kitaptır. Kitabı anlama yolları ise belli: Hz. Peygamber'in Sünneti, yani onun bu Kitabı uygulama tarzı, Sahabenin Kitap ve Sünnetteki bazı ihtimalli bilgiler üzerinde ittifak ettikleri yorumları, yani İcma. Sonra da Kitapta ve onun açıklaması olan Sünnette bulunmayan meseleleri, onlarda olan ve anlaşılmasında akla da pay bırakılan meselelere kıyaslamak. İşte Usulü fıkıh dediğimiz disiplin de bize bu kaynakları ve bunlardan nasıl doğru bilgi alabileceğimizi öğretir.
Bunun için demiştik ki, Usulü fıkıh İslam'ın değer verdiği bilginin metodu, ölçütü ve endazesidir. Bu ölçüye uymayan hiçbir bilgi din sayılmaz.
Aslında ölçüyü koyan Allah. “Kuran'ı Rahman öğretti. İnsanı yarattı, ona beyanı öğretti. Güneş de Ay da dakik bir hesaba tabidir. Otlar da ağaçlar da secde eder. Semayı yükselten de mizanı koyan da O. Mizanda haddi aşmayasınız diye. Mizanı adilce ve dosdoğru kurun, mizanda haksızlık etmeyin…” (er-Rahman 55/1-9). Mizan, mizan, mizan. Yani bütün mesele ölçü. Ölçü de elbette ölçülü/âdil olmak için vardır. Çünkü endazesi olmayanların ancak fantezisi olur. Ve nasıl tabiatta olan her şey dakik bir ölçüye tabi ise, sizin yapıp ettikleriniz de öyle ölçülü olmalıdır denmek isteniyor.
İmdi bir müslüman bu yolu izleyerek dini asıl kaynağından alıp anlama gücüne sahip olabilir ya da olamaz. Olabilirse biz böyle bir insanamüçtehit deriz. Müçtehit ancak kendi anlamalarından sorumludur ve dini bu anlamalara göre yaşamak zorundadır. Ama müçtehitlik, kadın erkek her müslüman için prensipte mümkün olmakla beraber çok zor ulaşılır bir seviyedir. Hele de İslam'ın ahlakı ve hukuku ile bir bütün olarak yaşanmadığı bizim gibi toplumlarda çok daha zordur. Çünkü insan yaşadığı kültürün çocuğudur. Düşünceyi oluşturan zemin kültür kodlarıdır ve insan nasıl yaşıyorsa ancak öyle düşünebilir.
Bu dereceyi bütün olarak elde edemeyenler, etmeye çalışabilir ve elde edebildiğiyle yetinir. Ama haddini aşmaz, her şeyi bildiğini sanmaz ve iddia etmez. Bilmediğini ise “Ehli zikir”den sorar. Ehli zikir kısaca İslam'ı kaynağından bilen ve bildiğini yaşayan âlimlerdir demiştik, oturup tespih çekenler değil. Allah buyurur ki, “Bilmiyorsanız ehli zikirden sorun”. O halde asıl olan herkesin bilmesidir. Ama bu hiçbir zaman mümkün olamayacağı için bilemeyenler bilen ve yaşayanlardan sormak zorundadırlar. Biz Ebu Hanife'ye, İmam Şafiî'ye, ya da başka âlimlere bunun için sorarız.
İşte bugün İslam'ı anlamanın zorluğu tam da bu noktadadır. İslam'ın bilgi kaynakları konusunda kafalar berrak değildir. Devreye başka kaynaklar girebilmektedir. Bundan neyi kastettiğimizi bugün anlatamayacağız. Bu pazara kalacak. Ama tekrar edelim ki, müslümanın dini doğru anlamasında kaynaklar sıralaması önemlidir. Biz her hangi bir zatı, bir hocamızı, şeyhimizi sevebiliriz. Bu tabiidir ve makuldür. Ama eğer dinimizi Rabbimizi, önderimizi tanıma konusunda bir karmaşa varsa, kafamız karışık ise, bir fikirler curcunası ve yangın varsa bu yangından ilk kurtarmamız gereken evrak bu efendiler değildir, dinin asıl kaynaklarıdır. Yani bizler büyük gördüklerimizin her yaptığının ya da söylediğinin sahih bir mahmilini bulmak zorunda değiliz. Ölçülerimize vururuz, uyanı alırız uymayanı bırakırız. Şahıslara ve fikirlere değil, ölçülerimize zarar gelmemesi için çalışırız. Bununla somut olarak neyi ve kimleri kastettiğimizi, pazar yazımızda açmaya çalışacağız.