Daha lise çağında günde üç bin test sorusu çözerek gençleri üniversiteye hazırlayan eğitim sisteminin anlam çerçevesine daha önce değinmiştim. Başarının bilgi, muhakeme, kavramsal düşünme beceri ve yeteneğinden çok belli kalıpları otomatiğe bağlanmış bir biçimde ezberlemeye göre değerlendirildiği bir üniversite sistemi baştan çökmüş demektir.
Üniversiteye bu kadar yoğun ilginin olduğu bir ülkede belki birilerinin bu öğrenci seçme sistemini savunacak gerekçeleri olabilir. Ancak daha vahim olan, bizzat üniversitenin kendisinin bulunduğu durumdur.
Üniversite her milletin, her medeniyetin evrensel ölçekte değer üretebildiği, bu vasıfta insan yetiştirdiği kurumlardır. Bilimden felsefeye, sanattan teknolojiye, ilahiyattan edebiyata o kültürün en üst düzeyde okutulduğu, yeniden üretildiği, insanlık birikiminin aktarıldığı kurumlar olarak herhangi bir okul değildir. Bu nedenle bir medeniyet üniversiteleriyle ölçülür. Bu İslam medeniyetinde de böyledir, Batı ve kadim medeniyetlerde de böyle olmuştur. Geçmişte de bugünkü anlamda "üniversite" olmasa bile bu işlevi gören bilgi ve hakikat kümelenmeleri mutlaka olmuştur. Bunu gerçekleştiremeyenler ise askeri güç sahibi olsalar bile kurucu medeniyet birikiminden mahrum kalır, tarihin karanlığında kaybolurlar.
Üniversite her şeyden önce kendi 'dil/ini kurmak' demektir. Kendi kültürünü ve irfanını evrensel boyuta taşıyabilmek, yani yereli aşarak evrensele ulaşmanın yolu dil kurmaktan geçer. Yerli olarak yereli aşmak, evrensel boyuta ulaşmak bu dili geliştirmekle mümkün.
İnsanların birbiriyle iletişim kurma, anlaşma aracı dil ile felsefi bir dil, bilim dili aynı şey olmasa da birbirinden bağımsız değil. Her iki anlamda da dil meselesi üniversitenin önceliğidir, temel meselesidir.
Dil meselesi bizim gibi kendi kendini sömürgeleştirmeyi başarmış milletler için sancılı bir konu. Batılılaşma maceramızdan, laikleşme sürecine atılan her "devrimci adım" dil üzerinden gerçekleştirildi. Cemil Meriç'in "kamus namustur" sözü her şeyi, sarsıcı biçimde özetleyen bir ifade. Kamusu elinden alınmış bir topluluk haline geldik.
Bu hengamede üniversitelere düşen rol de, bir dönem öztürkçe safsatasıyla kelime üretmek iken artık buna da ihtiyaç kalmadı. Özel üniversitelerin başlattığı yabancı dilde eğitim furyası artık lise hatta ilkokullara kadar yaygınlaştı. Bu salgına devlet okulları da ayak uydurma telaşesinde.
Şu bir gerçek, bilim anadilde yapılır. Kavram geliştirme yeteneği, soyut düşünce ilkin ana dilde şekillenir. Bu gerçekleştikten sonra yabancı dil öğretilir. Bir toplumun bilimsel ve kültürel birikimi yabancı dile emanet edilebilir mi?
Dünyada köklü geçmişi olan hiçbir kültürün üniversitesini yabancı dile emanet ettiği görülmemiştir. Üniversitenin zirveye çıktığı Batı'da yabancı dilde eğitim yapan üniversiteye rastlayamazsınız.
Yabancı dil (İngilizce demek daha doğru) salgınına İlahi-yat Fakülteleri de katılmış. Ağırlıklı olarak Afrika'dan gelecek yabancı öğrenciler için düşünüldüğü de ayrıca belirtiliyor. Yabancılar için olunca makul gibi görünen bu gerekçeyle atılan adımı savunanlara şunu sormak lazım. Gelecek bu yabancı öğrencilerden kaçının anadili İngilizce? Yabancılar için İngilizce Türkoloji bölümü açmaya benzer bir gariplik var ortada.
Anadili olmayan üniversite olmaz, üniversitesi olmayanlar da medeniyet kuramaz.
YENİ ŞAFAK