Diliniz KABA, Vicdanınız TAŞ

KENAN ALPAY

Taksim Gezi Parkı’nda başlayıp Hükümeti bildik yöntemlerle devirmeye dönüşen ve sonradan Y Kuşağı’nın isyanı olarak nitelenen olaylara ilişkin kaleme aldığımı ilk yazımın başlığı ‘Ağaç Sevgisi’ Psikolojik Harekâtı’ydı (3 Haziran 2013).

Kim ne derse desin Gezi’de mücessemleşen ruh hali, bütün söylem ve aktörleriyle tam tekmil bir darbe seferberliğiydi. Arkasına yedeklediği sol, ulusalcı ve liberal aktörlerle tipik bir Kemalist provokasyon olduğu ayan beyan ortadaydı. Lakin “çevre duyarlılığı, ağaç sevgisi, yeşil tutkusu, küresel sermaye karşıtlığı, despotizme başkaldırı, yeni nesil seküler hayat tarzının ölümüne müdafaası” gibi parlak sloganlar son derece profesyonel yöntemlerle mistik perdeleme unsurları olarak kullanıldılar.

Söylem Düzeyindeki Hegemonya

Bugün için bile ilk yapılması gereken iş şudur: Gezi olaylarının ideolojik arka planı, aktör ve kurumlar düzeyindeki kurucu unsurlarının kapsamlı bir envanterini çıkarmaktır. İkincisi olayların gelişim seyrini kronolojik olarak sarahate kavuşturmaktır. Üçüncüsü propagandaların oluşturduğu puslu havayı dağıtarak ortaya çıkan yıkım tablosuyla Gezi’yi temsil eden örgütlerin deklare ettiği taleplerin mukayesesini yapmaktır. Son olarak Kabataş’ta yaşanan taciz ve Dolmabahçe camiinde yaşananların bütün bu yaşananlar içindeki yerini/ağırlığını tayin ve tespit etmektir.

Kemalisti, sosyalisti, liberali, feministiyle her biri ajitasyon ve propaganda uzmanı olan iktidar sınıfları toplumu sürekli defans/savunma pozisyonunda kalmaya mecbur edecek kadar güçlü ve donanımlı imkanlara sahipler. Seküler kibrin ortaya çıkardığı özgüven patlaması öylesine pişkin ve çirkef bir frekanstan yayın yapıyor ki ülkenin ve toplumun asli sahipleri bize karşı hep hesap sorma, daima özre mecbur tutma makamındalar.

Bu kronik meselenin en son örneği şöyle. Şimdi beyefendiler, hanımefendiler Gezi provokasyonu sürecinde sergiledikleri bütün barbarlıkları “Kabataş’ta iddia edildiği gibi başörtülü kadın taciz edilmedi. Yalan söyleyenler özür dilesinler, istifa etsinler” çağrısıyla örtmeye teşebbüs ediyorlar. Büyük bir neşeyle “görüntü yoksa taciz yoktur, taciz yoksa sergilenen her türlü Vandalizm de meşrudur” modundalar. Dolayısıyla her hâlükârda kaos çıkarmak yoluyla Hükümeti alaşağı etmeye girişinler hakkı ve vicdanı temsil etmekteyken Hükümet kanadı ve tabanı için tam tersi durum geçerli olacaktır.

Başından beri benim için hem Kabataş olayı hem de Dolmabahçe camiine ilişkin gelişmeler tekil ve kesin olmayan verilerdi. Ancak bu iki olaya Hükümet kanadından haddinden fazla bir yükleme yapıldı. Oysa gelinen yer itibariyle bu taktik hamle, Gezi provokasyonuna yönelik siyasi ve toplumsal meşruiyeti arkalama stratejik planlamasını bozacak bir mahiyete büründü. Fethullah Gülen’e bağlı kadrolar tam da bu kritik süreçte devreye girerek sterilize edilmiş bir ‘görüntü’ servisine soyundular. Kabataş olayı bu görüntü servisiyle beraber özellikle mağdur Z. D. İle görüşme yapan gazeteci Elif Çakır’ın alenen linç edilme kampanyasına dönüştürüldü.

Kurgusal Mağduriyet mi Dediniz?

Elif Çakır ve bazı gazeteciler, mağdur Z. D.’nin ifadelerini kamuoyuna taşıdılar. Görüşmeye dair notları yayınlarken mağdur kadının travmatik ruh halini de göz önünde bulundurup değerlendirme yapmakta anlaşılan bir takım zaaflar belirmiş. Fakat bu durum Elif Çakır’ı suçlu kılmadığı gibi bu vesileyle ahlak ve hukuk dersi vermeye yeltenenleri de onu linç etme hakkını bahşetmez. Daha önemlisi Gezi süreci boyunca sergilenen saldırganlıkları da Gezi’ye ruh veren seküler siyaset tarzının Türkiye’de işlediği suçları da aklamaya, saklamaya asla kifayet etmez. Bir düşünün bakalım: Laiklik, Kemalizm, ulusalcılık, modernleşme, sanat etkinliği adına seküler iktidar sınıflarının bu ülke halkına ama özellikle de tesettürlü kadınlara karşı işlediği cürümleri saymak ve tazmin etmek mümkün mü?

Bu devletin, bu iktidar sınıflarının bekası toplumu ama özellikle tesettürlü kadınları taciz ederek mümkün olmadı mı? Standartlara uygun bir taciz olması için ille de bir kadının üzerine işemek mi gerekiyor? Şunu iyi bilin: Bir asra yakın zamandır inancını, duygularını, kişiliğini, tercihlerini kamusal alan adına taciz ettiğiniz milyonlarca insanın vebalinden ‘Kabataş yalanmış’ ezberleriyle kurtulmak hiç mümkün değil. Be hey şaşkınlar! Kabataş’ın görüntüsü yoktu da yakıp yıktığınız araçların, iş yerlerinin, durakların da mı görüntüsü yoktu? Duvarlara yazdığınız küfürlerin, ellerinizde taşıdığınız edepsizce sloganların da mı görüntüsü yoktu?

Kabataş hadisesi kurgusaldı da yıllar boyunca üniversite kapılarının önünde, devlet dairelerinin kapılarında tesettürleri yüzünden ezdiğiniz, itip kaktığınız milyonlarca kadın da mı kurgusaldı? Taciz hatta temel hak ve özgürlüklerin gaspı, işkence ve tecavüz bu ülkede sizin savunduğunuz laik-ulusolcu devlet politikasının karakterinden başka bir şey mi sanki?

Toplumsal tecrübeyle sabit ki; taciz ve dezenformasyon konusunda sizin elinize kimse su dökemez. Çünkü dünden bugüne bu ülkede tacizin mağduru Z. D.’den, taciz mekânının adı Kabataş’tan ibaret değil. Ama siz bütün taciz tarihinizi inkâr sadedinde öğrenciler, öğretmenler, doktorlar, avukatlardan sonra şimdilerde başörtülü gazetecileri de taciz etmek, linç ortamı hazırlamak üzere inat etmekteyseniz buyrun size mübarek olsun.