Geçen salı bu sayfada çıkan “CHP ‘açılım’a destek veremez; verirse biter” başlıklı yazıma çok farklı tepkiler geldi. Hatırlayacaksınız, yazıda, CHP’nin artık iktidar partisini “düşman” olarak kodlayan milliyetçi bir tabanının olduğunu, bu nedenle CHP yönetiminin istese de bu iktidarın Kürt açılımına destek veremeyeceğini savunmuştum.
Sizinle daha önce bir mektubunu paylaştığım, Türkiye’deki “çağdaş-laik-kentli” kesimlerin fikriyatını büyük bir açıklık ve samimiyetle yansıtabilmesi nedeniyle bence “tek kişilik örneklem” özelliği olan okurum Volkan Dede bana hak verenler arasındaydı. “Aslında biz savaştan hoşlanan, mutlu olan, ırkçı insanlar değiliz, ama ruh yapımızı mahvetti bu dönem” diyen okurum, devamla şöyle yazmıştı:
“Yazarlar CHP’yi tanımıyorlar ve tabanını tanımıyorlar; bakıyorum bütün yazarlar CHP destek vermezse oy kaybeder falan diyor, siz çok doğru yazmışsınız, asıl destek verirse oy kaybedecek, Baykal da bunun farkında.”
Bu yazının konusunu oluşturan tepki ise, bir çay bahçesinde otururken beni tanıyıp yanıma gelen ve CHP’li olduğunu söyleyen bir okurdan geldi. Okurum, “irtica” konusunda CHP tabanıyla ilgili olarak yazdıklarımın doğru olduğunu, fakat “Kürt açılımı”yla ilgili olarak sadece “zâhir”e bakıp “bâtın”ı dikkate almadığım için yanıldığım düşüncesindeydi. Tam olarak ne demek istediğini anlayamamıştım, biraz daha konuşunca anladım. Size de anlatayım:
Ona göre, CHP tabanında, etrafından çekindiği ya da “AKP’ye destek olmak”la suçlanmaktan korktuğu için, gerçekte açılıma destek verdiği halde konuştuğunda bunun tam tersini söyleyen geniş bir kesim bulunmaktaydı. Biz yazarlar, bu kesimin dilindeki “hayır”a değil, kalbindeki “evet”e yoğunlaşmalıydık.
“Tercih çarpıtması”
Okurumun eleştirisi, aklıma hemen dört-beş yıl kadar önce okuduğum ve beni çok etkileyen bir kitabı getirdi. Size de olur mu bilmiyorum, bazen tek bir kavram, önümüzü görmemizi sağlayan bir el fenerine dönüşebilir... Ben böyle kavramlarla karşılaştığımda acayip bir sevinç duyarım. Prof. Timur Kuran’ın Yalanla yaşamak: Tercih Çarpıtmasının Toplumsal Sonuçları adlı kitabından öğrendiğim birkaç kavram, hatırlıyorum, o zamanlar ne kadar çok işime yaramıştı! Ve işte şimdi, çok ilginç bir yaklaşım üzerinde kavramlar yardımıyla düşünmede yine imdadıma yetişmişti.
Size bu kitaptan öğrendiğim birkaç kavramı anlatmak istiyorum bugün... Yazının sonunda CHP’li okurun haklı olma ihtimaline yeniden döneceğim...
Timur Kuran, kitabına adını veren “tercih çarpıtması” kavramanı, “Kişinin, algıladığı toplumsal baskılar karşısında isteklerini olduğundan farklı göstermesi” anlamında kullanıyor. Gördüğünüz gibi, tam okurumun tarif ettiği durumla karşı karşıyayız: Bir kesim CHP’li, gerçekten de “algıladığı toplumsal baskılar” nedeniyle Kürt açılımı konusunda düşündüğünün tam tersini dile getiriyorsa, onların pozisyonunu “tercih çarpıtması”ndan daha iyi anlatacak bir kavram bulmak zordur.
Burada çok önemli bir ayrıma dikkat çekmeliyim: Kişi, algıladığı toplumsal baskı nedeniyle iki tavır içine girebilir: Tercihini çarpıtarak inandığının tam tersini savunabileceği gibi, hiç konuşmayıp susmayı da (otosansür) tercih edebilir.
Kuran, kitabının başında, gittiği bir davette gerçekte evin dekorasyonunu beğenmeyen bir konuğun tam tersi görüşler beyan etmesinden yola çıkarak “tercih çarpıtması” ile “otosansür” arasındaki farkı anlatıyor:
“Dekorasyonu beğenmiyorsunuz, ama ev sahibini kırmamak için önce görüşünüzü dile getiriyor sonra kendinizi bir şey söylemek zorunda hissedip, ‘ince zevkine’ övgüler yağdırıyorsunuz...”
Konuk, dekorasyon hakkında hiçbir şey söylemeyebilir, susabilirdi (otosansür). Oysa öyle yapmıyor, inancının tersine çok beğendiğini söylüyor, tercihini çarpıtıyor... Kuran, “nötr” bir tutum olan otosansüre kıyasla tercih çarpıtmasının “toplumsal” sonuçlar doğuracağını şöyle anlatıyor:
“Tercih çarpıtması, başkalarının karşı çıkabileceği düşüncelerini kişinin bastırması anlamına gelen otosansürle eşanlamlı olmayıp, daha geniş kapsamlı bir kavramdır. Oturma odasının dekorasyonu konusunda suskun kalıp yorum yapmasaydınız kendinize sansür uygulamış olurdunuz. Oysa dekorasyondan hoşlandığınızı ileri sürmekle, otosansürün ötesine geçmiş oldunuz. Dinleyicilerinizde, bile bile yanlış bir izlenim bıraktınız.”
“Açık kamuoyu”, “Saklı kamuoyu”
Tam bu noktada Kuran’ın kullandığı “açık kamuoyu”, “saklı kamuoyu” kavramlarının da çok işe yarar olduğunu belirtmeliyim... Kuran’ın ABD’den verdiği çarpıcı bir araştırmanın sonuçları, “tercih çarpıtması”ndan kaynaklanan “saklı kamuoyu”nun statükonun korunmasında nasıl bir rol oynadığını mükemmel bir biçimde gösteriyor:
“Bir dizi araştırma, 1960 ve 1970’li yıllarda beyaz Amerikalıların, beyazların zorunlu ırk ayrımına verdikleri saklı desteği genellikle abarttıklarını ortaya çıkardı. Bir çalışmaya göre beyazların yüzde 18’i ırk ayrımını desteklerken, yüzde 47’si çoğunluğun bu ayrımdan yana olduğunu sanıyordu. (...) Bu araştırmadan çıkan en önemli sonuç şudur: Gerçekte ırk ayrımcılığını isteyen beyazların sayısı az olsa da, beyazların çoğunluğunun bu politikadan yana olduğuna ilişkin yanlış inanç nedeniyle pek çoğu ayrımcılığı destekliyordu. Sözü edilen bulgu, Amerika’da ırklararası ilişkileri inceleyen önemli yapıtların sahibi Gunnar Myrdal’ı hiç şaşırtmazdı. Myrdal, beyazların zencilere iş verme yatkınlıkları konusunda şöyle yazmıştı: ‘(...) Çeşitli alanlardaki işadamlarıyla yaptığım görüşmelerde, bana defalarca zencilere iş vermeye karşı olmadıklarını söylediler. Doğru söylediklerine inanıyorum. Onları zencileri işe almaktan alıkoyan neden, müşterilerini ve öbür işçilerini üzmeme kaygısıdır.”
Yani: Beyazlar arasındaki gerçek “ırkçı” oranı sadece yüzde 18 iken, geri kalan yüzde 78, bu oranı mesela yüzde 60-70 sandıkları için “kamusal alan”da tercihlerini çarpıtıyor, kendilerini “ırkçı yasakların sürmesinden yana” gibi gösteriyor ve böylece statüko, kendisine karşı olanlardan gelen bir enerjiyle varlığını sürdürüyordu...
Bütün bu teorik malzemeyi tartıştığımız örneğe uygularsak, çıkaracağımız sonuç şudur:
CHP tabanında Kürt açılımına karşı dolaşımda olan, zaman zaman ırkçılığa varan şedit dil, bu dile bizatihi başvuranların bir bölümünün gerçek düşüncelerini yansıtmıyor olabilir.
Ya da şöyle diyelim: Böyle bir kesimin varlığı hiç değilse teorik olarak mümkündür ve çeşitli ülkelerde benzer toplumsal fenomenler tespit edildiği için, bu ihtimal salt teorik bir ihtimalden ibaret değildir.
Fakat bu kadarı bize yeter mi? Yetmez. Buradan sevindirici bir sonuç çıkabilmesi için, beni çay bahçesinde yakalayan okurun varlığını iddia ettiği kesimin gerçekte de var olması gerekir.
Ona, “Peki siz, varlığından söz ettiğiniz bu kesim içinde mi yer alıyorsunuz” diye de sordum. “Hayır” dedi cevaben, “ben susmayı tercih ediyorum.”
Kafanıza takılabileceğini düşündüğüm iki soruya kendi cevaplarımı vererek bitireyim:
Birinci soru: Peki bu arkadaş nereden biliyormuş sözünü ettiklerinin “tercihlerini çarpıttıklarını?”
Cevap: Bunu da sordum kendisine. Cevaben, “Bunu size ispatlayamam ama inanın böyle” gibi bir şeyler söyledi.
İkinci soru: Siz inanıyor musunuz CHP tabanında böyle bir kesimin varlığına?
Cevap: Bu türden ağır toplumsal baskılara direnmenin çok zor olduğunu biliyorum. Etraftaki eşin dostun gazabından korkan ve kalbiyle dili farklı şeyler söyleyen bir kesim gerçekten de olabilir.
Bunların anlamlı bir sayıda olup olmadıklarını ise bilemem.
TARAF