Dilin, Gözün ve Kalbin Orucu

“Bilinen bir gerçektir ki oruç yalnız mideyi yemek, içmekten alıkoyma ameliyesi değil, aynı zamanda göz-kulak, el-ayak, dil-damak gibi organları da gayr-ı meşru zevklerden uzak tutmaktır.”

Niyazi Beki’nin yorumu:

Dilin Orucu

Aslında insan bir cihette diliyle insandır. Çünkü eskiden beri felsefi yorumlarda da insan, ‘konuşan bir canlı’ olarak tarif edilegelmiştir. Konuşmanın yegâne mekanizması olan dil gibi bir nimeti ciddiye almak gerekir. Bir Arap şairi-tercüme olarak- şöyle demiş: “İnsanı insan yapan kalbi ve lisanıdır, geriye kalan et ile kan hayvanın da bir yanıdır.”

Evet, insan düşünen kalbi, konuşan diliyle diğer varlıklardan üstün bir konuma sahip olduğunu gösterir. Hakiki insan, çift kanatlı, çift diyarlı bir varlıktır. Kanatlarından biri gönlü, diğeri ise dilidir. Diyarlarından biri dünya, diğeri ahirettir. Dünyayı kazanmak için kalbin sağlam tefekkürü ve dilin sağlam ifadeleri lazım olduğu gibi, ahiret yurdunu/cenneti kazanmak için de dil ile gönül kanatlarıyla uçmak gerekir. Onun içindir ki cennetin yegâne anahtarı olan iman “Kalp ile tasdik, dil ile ikrar” diye tarif edilir. Şu var ki, insanlık şuurunun iki temel simgesi olan dil ile gönül çifte standart oynayabilir. Meşhur bir söz var: “Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir kusar.” Bunun gibi, kin ve nefretle dolu bir gönül, sahibinin yüz karasıdır. Sevgi ve saygıyla dolu bir gönül ise sahibinin yüz akıdır. Keza dil de karşıdakinin gönlüne su serper, güzel, tatlı, faydalı söz söylerse, bir bal arısı gibi şerbet dağıtır. Şayet kalbindeki kin ve nefretin bir tercümanı olarak konuşursa, yılan gibi her tarafa zehir kusar. Küfürbaz, yalancı, kırıcı, gıybetçi, dedikoducu vs. olan bir dil, yılandan beter zehir kusar.

Hadis-i şerifte bildirildiği üzere, “İnsanı yüz üstü cehenneme sürükleyen şey, dilinin ürettiği kötü sözlerdir.” (Tirmizi, İman 8, İbn Mace Fiten 12).

Keza, insanın önünde iki yol var: Ya güzel ve doğru söz söyler, yahut da sükut eder. “İnsan ya doğru ve güzel söz söylemeli veya sükût etmeli, susmalıdır.” (Tirmizi, Zühd 60) şeklindeki hadisin ifadesinde de bu gerçeğin altı çizilmiştir.

Yalan yalnız hilafı hakikat olduğu ve karşı tarafı aldattığı için değil, aynı zamanda Allah’ın ilim ve kudretine iftira olduğu için çok kötü bir haslet olarak telakki edilmektedir. Örneğin, bir insan karşıdakine “Ben bu gün Fatih’ten Üsküdar’a gittim” dediği zaman, bunun manevi cephedeki açıklaması şudur: “Allah benim Fatih’te Üsküdar’a gittiğimi biliyor. Bu husus onun ilminde var. Ve beni oradan oraya götüren gerçekte Allah’ın kudretidir.” Buna göre, eğer söylenen söz yalan ise yalanı söyleyen adamın Allah’ın ilim ve kudretine iftirası söz konusudur. Yalanın bu yönü hakikat nazarında en çirkin yanıdır. Bununla beraber, başkasını aldatmak da son derece çirkindir. İnsanın kişiliğini zedeleyen bir kusurdur.

Bu gün Hz. Peygamber çocuğuna seslenen bir kadını duyar. Kadın çocuğuna şöyle diyordu; “Buraya gel, sana bir şey vereceğim.” Hz. Peygamber (s.a.m) “Ne vereceksin?” diye sorar. Kadın “Hurma” cevabını verir. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle dedi: “Eğer çocuğu çağırıp da kandırsaydın, bir şey vereceğim deyip de vermeseydin bu söz senin amel defterine yalan olarak yazılacaktı.” (Ebu Davud Edep 79).

“Şu pislik olan putlardan ve yalan sözden kaçının” (Hac, 22/30) mealindeki ayette yalan ile putlara tapmak aynı kareye alınmıştır. Bu da yalanın kadar pis ve çirkin bir huy olduğunu göstermeye kâfi bir delildir.

KUSUR BULMAYA ÇALIŞMAK

İnsanların kusurlarıyla meşgul kimse, kendi kusurunu görmeye fırsat bulmaz. Kusurunu görmeyen, ondan pişmanlık duymaz. Pişmanlık duyman tövbe-istiğfar etmez. Her bir kusur manevi bir akreptir, insanı sinsice ısırır. Bir hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Allah bir kuluna iyilik murat ederse ona kendi kusurlarını gösterir/kendi kusurlarıyla meşgul eder.” (Beyhaki, Şuab)

Ayette “tecessüs etmek=kusurları araştırmak” kesin olarak yasaklanmıştır.

İlgili ayetin meali şöyledir: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. Allah’tan korkun. Muhakkak ki Allah tevbeleri kabul edici ve merhamet edicidir.” (Hucurat:12) İmam Gazali’ye göre, ahlak terbiyesi için takip edilmesi gereken yollardan biri de insanın samimi bir dostunu murakıp olarak tayin etmesidir. Hatta gerektiğinde ona ücret vermelidir. Ta ki bu adam gördüğü kusurlarını kendisine söylesin o da bunları hayatından çıkarsın.

Bediüzzaman Said Nursi’nin şu ifadelerinde de bu gerçeğin altı çizilmiştir: “İki sene evvel benim hakkımda bir müdür sebebsiz, gıyabımda tezyifkârane, hakaretli sözler söylemişti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damarıyla müteessir oldum. Sonra Cenab-ı Hakk'ın rahmetiyle şöyle bir hakikat kalbe geldi, sıkıntıyı izale edip o adamı da bana helâl ettirdi. O hakikat şudur: Nefsime dedim eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar, şahsıma ve nefsime ait ise Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıblarını söyler. Eğer doğru söylemiş ise beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır. Eğer yalan söylemiş ise, beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır. Evet ben nefsim ile musalaha etmemişim. Çünki terbiye etmemişim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir.” (Nursi, Mektubat ,64)

Son olarak İmam Şafii hazretlerinin manzum olarak söylediği bir sözünü tercüme etmek isterim: “Başkalarının kusurunu diline dolayıp seslendirme, çünkü sen de baştan aşağı kusurlusun ve el-âlemin de dili var.”

Kaynak: Karar Gazetesi

Yorum Analiz Haberleri

Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış
Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?