Dili korumak, tasavvuru korumaktır

Serdar Demirel

İnsan tasavvur dünyası ya dinîdir ya seküler ya da bu ikisinin sentezi. Bir milletin konuştuğu dil, tasavvur dünyasının rengini yansıtır. Bu yüzden de kullanılan dil izleğinden yola çıkarak bir milletin kainat tasavvuruna dair bir okuma yapmak gayet mümkündür.

Bunun böyle olduğunu bilen müdrik insanlar da bir cığlık sadedinde soruyorlar; “Din dilimiz nereye gitti?” diye. Bu sorunun altında, toplumun sekülerleşen idrak dünyasına bir itirazın yattığı açıktır.

Osmanlı sonrası dilimizin üzerinden yıkıcı bir kasırga geçti. Cumhuriyet devrimleri sonrası yapılan dil devrimi, Müslüman toplumun geçmişle ilişkisini kesmeye matuftu. Ülkenin istikbalinin yolu geçmişinden kesiliyordu..

Asırların imbiğinden süzülerek vücut bulmuş günlük konuşma, ilim ve sanat dili bahusus İslâm dünya görüşünün anlam dünyasına yaslanıyordu. Bu zeminde istikrar bulmuş kelime ve kavramlar bu dünya görüşünün farklı katmanlarını açan anahtar niteliğindeydi. Tasavvuru bu kavramlarla oluşmuş insanın sezgileri de buna paralel hareket ederdi.

Toplumu dünden; dünün yerleşik değer yargılarından koparmak ve onu özüne yabancılaştırıp yeni bir dünya görüşüne adapte etmek bu dille olan ilişkisini kesmekten geçerdi. Böyle düşünüyordu yönetimi ele geçirmiş Batıcı elit tabaka. Ve nihayetinde öyle de yaptılar...

Genelde Selçuklu/Osmanlı İslâm medeniyetinin birikimiyle, özelde de dinî literatürle ilişki kurmanın en sıhhatli yolu olan müşterek dili değiştirdiler. Böylece dünle ilişki kurmanın biricik imkânını olan dili tahrif ederek medeniyetimizi yeniden üretmenin imkânını dinamitlediler.

Tamamıyla bir sosyal mühendislik projesiydi yapılan. Batılılaşmayı hızlandırmanın ve sonrasında onu toplum idrakinde içselleştirmenin en kestirme yolu buydu, bu nedenle tercih edilmişti.

Bugün üniversite mezunlarımızın dahi 50 yıl önce yazılan metinleri anlamakta zorluk çekmesini (yoksa anlamaması mı demeliydim?) dünyanın hiçbir yerinde anlatamazsınız. İngilizlere, Fransızlara, Almanlara veya Araplara, Maleylere toplum olarak iki kuşak önceki dedelerimizin yazdıklarını anlayamıyoruz acı gerçeğini anlatmayı bir deneyin derim.

Bunu bizzat kendi tecrübelerimden biliyorum. Farklı coğrafyalardan kaç insana anlattıysam anlamakta zorluk çektiler çünkü.

Toplumsal hafızadan bahsediyorum. Bu hafıza kendisini en çok da kullanılan dilde gösterir. Dilde yapılan devrim toplumsal hafızamızı tahrif etti. Sonuç olarak kısmen şizofrenik bir toplum hâlini aldık. Buna direnenler oldu elbette. Ancak dil ve harf devrimi ile hedeflenen önemli ölçüde başarıldı.

Bu olanlardan sonra bugün ne yapacağız? Toplumun içselleştirdiği yeni dile bigâne kalmak mümkün mü? Toplumun kullandığı dili kullanmayacak mıyız?

Bütün olanlara rağmen elbette toplumun konuştuğu dille konuşacağız. Konuşacağız ama bunu yaparken iki şeye de dikkat edeceğiz.

İlki, unutturulmuş ve özellikle de yeni dilde tam karşılığı olmayan kavramlarımızı yazı ve konuşma dilinde tekrar ihya edip kullanmak. Düşünceyi derinleştirmek için bu şart. Fikrin asâletini ve İslâm’la ilişkisini sürdürmek için de elzem.

İkincisi, ‘dil üzerindeki tahrif farklı vasıtalar üzerinden hâlâ devam ediyor’. Bu gerçeği unutmamak ve unutturmamak. İslâm dünya görüşünün muarızlarının surda gedik açma sadedinde sürekli uydurma kelime ve kavramlar icat edip varolanları da elimizden almalarına izin vermeyeceğiz.

Bir dil uzmanı değilim ben. Meseleyi uzmanlarının gündemine sokup yol göstermelerini sağlamak gerek. Çünkü unutuyoruz. Zaman zaman yazıp konuşurken farkında olmadan entelektüel despotizme yenik düşüyoruz. Sağlıklı olan, yeni dille medeniyet dilimiz arasında hakiki geçişler yapmanın imkânlarını onların bize göstermesidir.

YENİ AKİT