Başbakan’ın Davos çıkışıyla ilgili söylenebilecek her şey söylendi sanırım.
Ama, hastalık iznime denk gelen bu olayla ilgili bir çift laf da ben etmezsem içimde kalacak. Ben daha çok, diplomasi dili denen dil üzerinde durmak istiyorum.
Doğrusu ülke yönetimlerinin “içerde” kendi kamuoylarına konuşurken başka dil, “dışarıda” başka ülkelerin yönetimleriyle ya da uluslararası kamuoyuyla konuşurken başka bir dil kullanmaları gerektiğini fikrini anlamak zor.
Politik dilde savunulan bu çifte standart, tıpkı bir insanın kendi dar çevresinde başka, toplum içinde başka konuşmasını tasvip etmek -hatta öyle olması gerektiğini savunmak- kadar gariptir. Dürüstlükse, içdış fark etmez, nerde konuşursanız konuşun olmazsa olmaz bir şarttır.
Açıklık ve netlikse, hem içte hem dışta sorun halletmek için hayati önemdedir. Hatta diyebiliriz ki uluslararası sorunların yıllar- on yıllar boyu lastik gibi uzayıp bir türlü çözülememesinin sebebi diplomatların marifet sanılan o flu - kaypak dilidir. Samimiyetse, oturduğunuz masa hangi masa olursa olsun, o masada güven tesis edebilmek, ikna edici olabilmek için birinci şarttır.
Art niyetliyseniz, show yapıyorsanız bunu içte de dışta da yutturamazsınız. Kırıp dökmemek, zarif ve saygılı olmaksa, sorarım size, siyasetçilerimizin yabancılara karşı kibar ve saygılı davranıp sıra bize gelince kabalaşmasını hangimiz kabul edebiliriz? Söylediklerinin sonuçlarını hesap etmekse, zaten aile meclisinden BM kürsüsüne kadar her zaman her yerde, ağzını her açanın yapması gereken bir hesap değil midir bu? Ve tabii, hakkaniyet...
Savunduğunuz davada haklı olmak...
Yanlış bir davayı, hangi platformda olursanız olun, istediğiniz kadar “diplomatik” bir üslüpla ifade edin doğru kılamazsınız. Ama haklı iseniz ve bunu net ve açık bir şekilde samimiyetle ortaya koyuyorsanız mesajınız kitlelere mutlaka geçecektir. İster dışta, ister içte...
Başbakan’ın Davos çıkışına bu perspektiften bakarsak, en başta haklılık görürüz. Erdoğan söylediklerinde haklıdır. Sebep ne olursa olsun daha üç gün önce binlerce masumun ölümüne, yaralanmasına sebep olan bir devletin sorumlusunun yavuz hırsız misali saldırgan ve küstah bir tavırla üste çıkmaya çalışması karşısında vicdanı olan her insanın duyması gereken öfkeyi duymuştur başbakan. Söyledikleri haklı, tepkisi samimidir, o yüzden de dünyanın dört bir yanında vicdanı olan insanların kalplerini kazanmıştır. Bu çıkışın yaratacağı sonuçlara gelince...
Şu anda bazı kesimlerde ortaya çıkan telaş bana tezkere sonrası telaşı hatırlatıyor. Hatırlayın o günleri; nasıl da büyük bir telaş ve karamsarlık kaplamıştı ortalığı: Tamam, ABD’yle ilişkilerimiz artık bitmişti; bundan böyle de ihya olmazdı; artık Türkiye’ye her türlü kötülüğü yapmaya hazır bir süper devlet vardı karşımızda; ekonomimizi çökertecek, AK Parti’yi ne yapıp edip iktidardan indirecekti.
Bunların hiçbiri olmadığı gibi, Meclis’in aldığı o onurlu karar sayesinde ülkemizin prestiji bütün dünya halkları nezdinde umulmayacak kadar yükseldi.
O yüzden, ben bugünkü telaşı da yersiz görüyorum. İsrail’le ya da ABD’yle ilişkilerimizin bundan sonrasını belirleyecek olan şey Başbakan’ın Davos’taki iki cümlesi ya da üslubu değil reel politikanın gerçekleri olacaktır.
ABD yönetiminin, bu krizi de ünlü pragmatizmiyle ele alacağına ve gerek İsrail-Türkiye, gerekse ABD-Türkiye ilişkilerinin bundan sonrasını yine her zaman olduğu gibi karşılıklı çıkar ilişkilerinin belirleyeceğine eminim.
Üstelik şu andaki Türkiye, Ortadoğu’daki ağırlığı daha da güçlenmiş bir Türkiye olduğundan, böyle bir ülkeyle iyi ilişkileri sürdürmek hem ABD hem de İsrail için daha önemli olacaktır. Haa, şu malum “Soykırım tasarısı geçerse” korkusuna gelince...
Kusura bakmayın ama, bu korkunun dış politikamızı ilelebet ipotek altında tutmasına daha ne kadar müsaade edeceğiz? Belki de en iyisi, çıkacaksa çıksın demek ve fazla aldırmamaktır. ABD Temsilciler Meclisi’nden böyle bir tasarının geçmesi ya da geçmemesi gerçeği değiştirebilir mi?
Tarih orada, böylesi siyasi kararlarla değişemeyecek bir sağlamlıkla öylece duruyor. Mühim olan bizim o tarihi gerçeğe önyargısızca bakacak cesareti kendimizde bulmamız ve kendi vicdanlarımızda aklanabilmemizdir.
BUGÜN